10 Şubat 2013 Pazar

FİHİ MAFİH 38. fASIL

Mustafa (Tanrı’nın selam ve salâtı üzerine olsun) ashapla oturmuştu.
Kâfirler itiraza başladılar.

Buyurdu ki: Siz “ Dünyada bir kişi vardır ki o vahiy sahibidir ve vahiy (Bir fikrin veya emrin Allah tarafından peygambere bildirilmesi) ona gelir, herkese gelmez.

Onun alametleri olur ve bunlar sözünde, işinde, yüzünde ve bütün cüzlerinde (Parçalarında) görünür” diyorsunuz.

Mademki şimdi siz bu alametleri gördünüz, o halde yüzünüzü bu alametlerin sahibine çeviriniz ve ona sıkıca yapışınız ki o da sizin elinizden tutsun.

Bunun üzerine kâfirler utandılar ve artık söyleyecekleri kalmayınca kılıca sarıldılar, gelip sahabeye zulmettiler (Eziyet), onları dövdüler, onlarla alay ettiler.

Mustafa (Tanrı’nın selam ve salâtı üzerine olsun):
Sabrediniz ki onlar:
Bize galip geldiler, zorla dinlerini kabul ettirmek istiyorlar” demesinler.
Bu dini tanrı ortaya çıkaracaktır” buyurdu.

Sahabe, uzun zaman gizli-gizli namaz kıldı ve Mustafa’nın (Tanrı’nın selam ve salâtı üzerine olsun) adını açıkça söylemediler.

Bir müddet sonra:
Siz de kılıç çekiniz ve bu uğurda dövüşünüz” diye onlara vahiy geldi.

Mustafa’ya (Tanrı’nın selam ve salâtı üzerine olsun) ümmi derler.

Fakat bu yazıyı ve bilgileri bilmediği için değildir; yazısı, bilgisi ve hikmeti (Kontrol) anadan doğma olup sonradan kazanılmış olmadığı için ona ümmi derler.

Ayın üzerine sayılar yazan bir kimse yazı yazamaz mı?
Dünyada onun bilmediği ne var ki?

Hepsi ondan öğrenirler, cüz’i (Parça) aklın, külli (Bütün) akılda olmayan her nesi var acaba?

O görmediği bir şeyi kendisinden bulmak, yaratmak, kabiliyetini taşımaz.
Bu insanların yazdıkları kitaplar yeni hendeseler (Geometri) ve yeni binalar yeni eserler değildir.

Onlar buna bir şey ilave edememişlerdir.
Kendiliklerinden yeni bir şey bulamayanlar külli (Bütün) akıldır.

Çünkü cüz’i (Parça) akıl öğrenmeye ve külli (Bütün) aklın öğretmesine muhtaçtırlar.

Akl-ı kül (Bütün akıl) öğretmendir.
Onun öğrenmesine lüzum yoktur.

Bunun gibi bütün, ilk önce var olan şeyleri inceleyecek olursan onların aslı ve başlangıcı da vahiy’dir ve nebilerden öğrenilmiştir.

Nebiler Akl-ı küldür (Bütün akıl).
Mesela karga hikâyesinde:

Kabil, Habil’i öldürmüş ve ne yapacağını şaşırmıştı.
Bu arada bir karga da başka bir kargayı öldürmüştü.

Kabil karganın toprağı eşerek, ölü kargayı oraya gömdüğünü ve üzerine toprak örttüğünü görmek suretiyle mezar yapmayı ve ölüyü gömmeyi ondan öğrendi.

Bunun gibi bütün sanatlarda da her cüz’i akıl sahibinin öğrenmesi gerekir.
Akl-ı kül her şeyi ortaya koyan, bulan, meydana getirendir.

Akl-ı küllü, akl’ı cüz’iye bağlayan veliler ve nebilerdir. 
Mesela el, ayak, göz, kulak ve insanın bütün duyguları kalpten ve akıldan öğrenmek kabiliyetini taşırlar.

Ayak yürümeyi, gitmeyi akıldan, el tutmayı kalpten ve akıldan, göz ve kulak da işitip, görmeyi onlardan öğrenirler.

Fakat eğer akıl ve kalp olmazsa, bu duyguların hiçbiri çalışmaz ve hatta bir iş yapamazdı.

İşte senin bu cismin de aklına ve kalbine nispetle, kesif (Kalın) ve kabadır.  
Aklın ve kalbin ise latiftir.

Bu kesif cismin latif olanla kaimdir (Ayakta duran), tazeliği, letafeti onun sayesindedir.
Onsuz, tembel, işlemez, pis, kirli ve yersizdir.

Cüz’i akıl da küllü akla nispetle alettir.
Ondan öğrenir, faydalanır ve onun karşısında kaba görünür.

Biri dedi ki:
“ Bizi himmetle (Gayret, emek, çalışma, çabalamayla) an!
Asıl olan himmettir.

Söz olmadan da olur.
Çünkü o fer’dir (İkinci derecede bağlı olan ayrıntı)”

Mevlana buyurdu ki:
Bu himmet (Gayret, emek, çalışma, çabalama), cisimler âleminden önce, ruhlar âleminde mevcuttu.

Şu halde bizi cisimler âlemine boşu boşuna getirmediler?

Buna imkân yok.
Öyleyse sözün de rolü olmalı ve faydası bulunmalıdır.

Eğer kayısı çekirdeğinin sadece içini ekersen bir şey bitmez.
Hâlbuki onu kabuğu ile diktiğin zaman biter.

İşte bu bakımdan suretin de rol oynadığını anlamış olduk.

“ kalp huzuru olmadan kılınan namaz, namaz olmaz.”
(Hadis) buyrulduğu gibi, namaz da içtedir.

Fakat sen onu mutlaka şekillere sokarsın.
Görünüşte rükû’ (Eğilmek), secde etmek (Yere kapanmak) ile ona bir suret vermek lazımdır.

Bunları yaptığın zaman, ondan nasibini alır, muradına erersin.
“ Onlar, namazlarına devam ederler”
(Mearic suresi 23) ayetindeki namaz, ruhun namazıdır.

Suretten, şeklen kılınan namaz geçicidir, devamlı olmaz.
Çünkü ruh deniz âlemidir.

Sonsuzdur, cisim ise deniz kıyısı ve karadır; sınırlı ve ölçülüdür.
İşte bu yüzden devamlı namaz ancak ruhun olabilir.

Ruhun da eğilmesi, kapanması (Secde etmesi) vardır.
Fakat bunları açıkça şekillerle göstermek lazımdır.

Çünkü mananın suretle bağlılığı vardır.
İkisi bir olmadıkça fayda vermezler.

Bu suret mananın fer’i dir (İkinci derecede bağlı olan ayrıntı).
Suret uyruk (Tabi olan, uyan) gönül padişahtır, dediğin zaman bu isimler izafidir (Bağlı bulunduğu şey ile değişen).

Mademki bu onun fer’idir (İkinci derecede bağlı olan ayrıntı) diyorsun, eğer Fer’i olmazsa ona nasıl asıl (Esas, temel, kural, kaide, kök) adı verilebilir?

O halde o, bu Fer’in aslıdır ve eğer olmasaydı onun da adı olmazdı.
Mademki Tanrı dedin, kul da demen lazım ve mademki hâkim dedin, bir mahkûm lazımdır.

                               ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Allah ile yakın ilişki kurabilmiş olanları tanımak ve yakın olmak gerektiğini öğrendik.

2.   İçimizin ve dışımızın güç ve değerlerinin bir arada ve birbirine bağlı ve koruyan yapıda olması gerektiğini öğrendik.

3.   Velilerin nebilerin kullandığı aklın bütün akıl olduğunu bizim kullandığımız aklın parça buçuk akıl olduğunu öğrendik.

4.   Bütün akıldan yararlanarak parça aklımızı geliştirmemiz gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren

Hazreti Mevlana’nın “ Ya göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün” buyurduğunu hatırlamalıyız.

RAVLİ NAMAZ yaz Google dan okumalısın.

RAVLİ AKIL yaz Google den okumalısın.

                                          *
RAVLİ

Popüler Yayınlar