Kâfirler itiraza başladılar.
Buyurdu ki: Siz “ Dünyada bir
kişi vardır ki o vahiy sahibidir ve vahiy (Bir fikrin
veya emrin Allah tarafından peygambere bildirilmesi) ona gelir, herkese
gelmez.
Onun alametleri olur ve
bunlar sözünde, işinde, yüzünde ve bütün cüzlerinde (Parçalarında)
görünür” diyorsunuz.
Mademki şimdi siz bu alametleri gördünüz, o halde yüzünüzü bu alametlerin sahibine
çeviriniz ve ona sıkıca yapışınız ki o da sizin elinizden tutsun.
Bunun üzerine kâfirler
utandılar ve artık söyleyecekleri kalmayınca kılıca sarıldılar, gelip sahabeye
zulmettiler (Eziyet), onları dövdüler, onlarla
alay ettiler.
Mustafa (Tanrı’nın selam ve
salâtı üzerine olsun):
“ Sabrediniz
ki onlar:Bize galip geldiler, zorla dinlerini kabul ettirmek istiyorlar” demesinler.
Bu dini tanrı ortaya çıkaracaktır” buyurdu.
Sahabe, uzun zaman
gizli-gizli namaz kıldı ve Mustafa’nın (Tanrı’nın selam ve salâtı üzerine
olsun) adını açıkça söylemediler.
Bir müddet sonra:
“ Siz
de kılıç çekiniz ve bu uğurda dövüşünüz” diye onlara vahiy geldi.
Mustafa’ya (Tanrı’nın selam
ve salâtı üzerine olsun) ümmi derler.
Fakat bu yazıyı ve bilgileri
bilmediği için değildir; yazısı, bilgisi ve hikmeti (Kontrol) anadan doğma olup
sonradan kazanılmış olmadığı için ona ümmi derler.
Ayın üzerine sayılar yazan
bir kimse yazı yazamaz mı?
Dünyada onun bilmediği ne var
ki?
Hepsi ondan öğrenirler, cüz’i
(Parça) aklın, külli (Bütün)
akılda olmayan her nesi var acaba?
O görmediği bir şeyi
kendisinden bulmak, yaratmak, kabiliyetini taşımaz.
Bu insanların yazdıkları
kitaplar yeni hendeseler (Geometri) ve yeni
binalar yeni eserler değildir.
Onlar buna bir şey ilave
edememişlerdir.
Kendiliklerinden yeni bir şey
bulamayanlar külli (Bütün) akıldır.
Çünkü cüz’i (Parça) akıl öğrenmeye ve külli (Bütün) aklın öğretmesine muhtaçtırlar.
Akl-ı kül (Bütün akıl) öğretmendir.
Onun öğrenmesine
lüzum yoktur.
Bunun gibi bütün, ilk önce
var olan şeyleri inceleyecek olursan onların aslı ve başlangıcı da vahiy’dir ve nebilerden öğrenilmiştir.
Nebiler Akl-ı küldür (Bütün
akıl).
Mesela karga hikâyesinde:
Kabil, Habil’i öldürmüş ve ne
yapacağını şaşırmıştı.
Bu arada bir karga da başka
bir kargayı öldürmüştü.
Kabil karganın toprağı eşerek,
ölü kargayı oraya gömdüğünü ve üzerine toprak örttüğünü görmek suretiyle mezar
yapmayı ve ölüyü gömmeyi ondan öğrendi.
Bunun gibi bütün sanatlarda
da her cüz’i akıl sahibinin öğrenmesi gerekir.
Akl-ı kül her şeyi ortaya
koyan, bulan, meydana getirendir.
Akl-ı küllü, akl’ı cüz’iye
bağlayan veliler ve nebilerdir.
Mesela el, ayak, göz, kulak
ve insanın bütün duyguları kalpten ve akıldan öğrenmek kabiliyetini taşırlar.
Ayak yürümeyi, gitmeyi
akıldan, el tutmayı kalpten ve akıldan, göz ve kulak da işitip, görmeyi
onlardan öğrenirler.
Fakat eğer akıl ve kalp
olmazsa, bu duyguların hiçbiri çalışmaz ve hatta bir iş yapamazdı.
İşte senin bu cismin de
aklına ve kalbine nispetle, kesif (Kalın) ve kabadır.
Aklın ve kalbin ise latiftir.
Bu kesif cismin
latif olanla kaimdir (Ayakta duran), tazeliği, letafeti onun sayesindedir.
Onsuz, tembel,
işlemez, pis, kirli ve yersizdir.
Cüz’i akıl da küllü akla
nispetle alettir.
Ondan öğrenir, faydalanır ve
onun karşısında kaba görünür.
Biri dedi ki:
“ Bizi himmetle (Gayret, emek, çalışma, çabalamayla) an!Asıl olan himmettir.
Söz olmadan da olur.
Çünkü o fer’dir (İkinci derecede bağlı olan ayrıntı)”
Mevlana buyurdu ki:
Bu himmet
(Gayret, emek, çalışma, çabalama), cisimler
âleminden önce, ruhlar âleminde mevcuttu.
Şu halde bizi cisimler âlemine boşu boşuna getirmediler?
Buna imkân yok.
Öyleyse sözün de rolü olmalı
ve faydası bulunmalıdır.
Eğer kayısı çekirdeğinin
sadece içini ekersen bir şey bitmez.
Hâlbuki onu kabuğu ile diktiğin zaman biter.
İşte bu bakımdan suretin de rol oynadığını anlamış olduk.
“ kalp huzuru olmadan kılınan namaz, namaz olmaz.”
(Hadis) buyrulduğu gibi, namaz da içtedir.
Fakat sen onu mutlaka
şekillere sokarsın.
Görünüşte rükû’ (Eğilmek),
secde etmek (Yere kapanmak) ile ona bir suret vermek lazımdır.
Bunları yaptığın zaman, ondan
nasibini alır, muradına erersin.
“ Onlar, namazlarına devam
ederler”(Mearic suresi 23) ayetindeki namaz, ruhun namazıdır.
Suretten, şeklen kılınan
namaz geçicidir, devamlı olmaz.
Çünkü ruh deniz âlemidir.
Sonsuzdur, cisim ise deniz
kıyısı ve karadır; sınırlı ve ölçülüdür.
İşte bu yüzden devamlı namaz
ancak ruhun olabilir.
Ruhun da eğilmesi, kapanması
(Secde etmesi) vardır.
Fakat bunları açıkça
şekillerle göstermek lazımdır.
Çünkü mananın suretle bağlılığı vardır.
İkisi bir olmadıkça
fayda vermezler.Bu suret mananın fer’i dir (İkinci derecede bağlı olan ayrıntı).
Suret uyruk (Tabi olan, uyan) gönül padişahtır, dediğin zaman bu isimler izafidir (Bağlı bulunduğu şey ile değişen).
Mademki bu onun fer’idir (İkinci derecede bağlı olan ayrıntı) diyorsun, eğer Fer’i olmazsa ona nasıl asıl (Esas, temel, kural,
kaide, kök) adı verilebilir?
O halde o, bu Fer’in aslıdır
ve eğer olmasaydı onun da adı olmazdı.
Mademki Tanrı dedin, kul da demen lazım ve mademki hâkim dedin, bir mahkûm lazımdır.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Allah ile yakın
ilişki kurabilmiş olanları tanımak ve yakın olmak gerektiğini öğrendik.
2.
İçimizin ve
dışımızın güç ve değerlerinin bir arada ve birbirine bağlı ve koruyan yapıda
olması gerektiğini öğrendik.
3.
Velilerin
nebilerin kullandığı aklın bütün akıl olduğunu bizim kullandığımız aklın parça
buçuk akıl olduğunu öğrendik.
4.
Bütün akıldan
yararlanarak parça aklımızı geliştirmemiz gerektiğini öğrendik.
İşte böyle yaren
Hazreti Mevlana’nın “ Ya
göründüğün gibi ol ya olduğun gibi görün” buyurduğunu hatırlamalıyız.
RAVLİ NAMAZ yaz Google dan
okumalısın.
RAVLİ AKIL yaz Google den
okumalısın.
*
RAVLİ