11 Şubat 2013 Pazartesi

FİHİ MAFİH 40. fASIL

Cevher Hadim-i Sultan:
Bir kimseye sağlığında beş vakit telkinde bulundukları halde anlamıyor ve aklında tutmuyor da öldükten sonra ona ne sorarlar ki öğrenmiş olduğu bütün soruları unutur?” diye sordu.

Dedim ki:
O kimse öğrendiği şeyi unutursa muhakkak içi, kafası saf, temiz ve öğrenmediği, bilmediği bir sorunun sorulmasına müsait olur.

Sen şimdi o saatten şu ona kadar, benim sözlerimi işitiyor ve (Bunların) bazılarını kabul ediyorsun.

Çünkü daha önce aynı cinsten sözler işitmiş ve kabul etmiştin.

Şu anda bazısını yarı kabul ediyor, bazısında duraklıyorsun.
Senin içindeki tartışmayı kimse duyuyor mu?

Arada bir alet yok.
Gerçi kulağın var, fakat içindeki bu sesten kulağına bir şey gelmez.

İçinde arayacak olsan, konuşan birini bulamazsın.
Senin bu ziyarete gelişin de bizzat dilsiz, dimağsız (Beyin, akıl, şuur) ortaya atılmış bir sorudur, bize bir yol gösteriniz ve gösterdiğimiz yolu daha çok aydınlatınız demektir.

Bizim, sizinle konuşmadan veya konuşarak oturmamız da sizin gizli sorularınızın cevabıdır.

Buradan tekrar padişahın huzuruna gidince, onunla da bir sual ve cevap hâsıl (Ortaya çıkar) olur.

Padişahın kölelerine bir söz söylemeden, ne biçim duruyorsun?
Nasıl yemek yiyorsun, neye bakıyorsun? Gibi soruları olur.

Bir kimsenin eğer içindeki nazarı (Görüşü) eğriyse hiç şüphe yok ki onun cevabı da eğri olur.

Çünkü doğru cevap vermek için kendine hâkim olamaz.
Mesela bir insan kekeme olunca, ne kadar doğru konuşmak istese yine konuşamaz.

Kuyumcunun altını mihenk taşına vurması (Altının sahte-hakiki olduğunu gösteren taş) bir sorudur.

Ve altın da:
Ben buyum, halisim yahut katışığım!” diye cevap verir.

ŞİİR:
Erittiğin vakit, pota sana onun altın mı?
Yoksa altınla kaplı bakır mı olduğunu bizzat haber verir.

 Açlık tabii bir sorudur.
Vücut evinde bir bozukluk olunca:
Tuğla ver, çamur ver” der.

Yemek, (Açlığa karşı) al! Diye, yememek ise, buna henüz ihtiyaç yok! Şeklinde verilmiş bir cevaptır.

Sıva henüz kurumamıştır demek, üzerine henüz alçı sürmek doğru değildir, demektir.

Doktorun gelip hastanın nabzını tutması soru, (Onun) rengi vesaire, konuşmadan bir cevaptır.

Tohum saçmak, bana falan meyve lazımdır şeklinde bir sualdir, ağaç bitmesi, dil söylemeden verilen cevaptır.

Bu cevap sessiz, sözsüz olduğundan sorusu da sessiz olmalıdır.

Tohum çürür ve ağaç bitmezse de yine soru ve cevap mevcuttur.
Cevap vermemenin de cevap olduğunu bilmiyor musun?

Bir padişah bir adamdan üç defa mektup aldı ve cevap vermedi.
Adam tekrar:
Üç defadır huzurunuza arz ediyorum, ya kabul buyurun ya buyurmayın!” diye yazınca, padişah mektubun arkasına:

“ Cevap vermemek cevaptır, fakat ahmağa verilecek cevap, susmaktır, yazdı.

Tane atıldıktan sonra ağacın bitmemesi, cevap vermemektir.
Fakat bu da mutlaka cevap olur.

İnsanın her yaptığı hareket sorudur ve sevinci, üzüntüsü ve karşılaştığı her şey cevaptır.

Güzel bir cevap alınca Tanrı’ya şükretmesi lazımdır.
Ve bu şükür de o sorunun cinsinden olmalıdır.

Hoş olmayan bir cevap işitince de hemen tövbe etmeli ve artık onun cinsinden soru sormamalıdır.

Onlara azabımız eriştiği zaman, yalvarıp yakarmalı, ağlayıp sızlamalılardı.
Fakat onların yürekleri kaskatı olmuş
(En’am suresi 43) buyrulduğu gibi cevabın, sorularına uygun olduğuna da anlamadılar ve şeytan da onlara yaptıklarını hoş göstermişti
(En’am suresi 43)

Yani kendi sorularının cevaplarını görüp:
Bu çirkin cevap, o soruya layık değildir” dediler ve dumanın odundan olup, ateşten olmadığını bilmediler.

Odun ne kadar kuru olursa dumanı o kadar az olur.
Bir gül bahçesini bahçıvana teslim etsen, oradan pis kokular gelirse, kabahat gül bahçesinde değil bahçıvandadır.

Dedi ki:
Anneni niçin öldürdün?
Ona yakışmayan bir şey gördüm de ondan dedi.

Peki, ama (O) yabancıyı öldürseydin ya!
Deyince her gün birini mi öldürseydim?”
Cevabını verdi.

Şimdi senin de başına ne gelirse nefsindendir.
Nefsini düzelt, terbiye et ki her biriyle dövüşmene lüzum kalmasın.

Hepsi de Tanrı tarafındandır
(Nisa suresi 78) derlerse, buna cevap olarak deriz ki:

Kendi nefsini azarlamak ve âlemi ondan kurtarmak da Tanrı tarafındandır.

Mesela bir adam zerdali ağacının meyvesini silkip yiyordu.
Bağ sahibi ona:
Allahtan korkmuyor musun?” deyince adam:

  Neden korkayım?
Ağaç Allah’ın ben de Allah’ın kuluyum.
Allah kulu Allah’ın malından yiyor” dedi.

Bağ sahibi dur da cevabını vereyim diyerek ip getirdi ve adamı güzelce ağaca bağladı.

Adam, Allah’tan korkmuyor musun diye feryat edip cevabını verinceye kadar güzelce dövdü.

Bunun üzerine:
Niçin korkayım sen Allah’ın kulusun, bu da Allah’ın sopası, Allah sopasını Allah’ın kuluna vuruyorum!” dedi.

Netice şudur ki âlem bir dağa benzer.
İyi ve kötü olarak ne dersen aynını dağdan işitirsin.

Ben iyi söyledim, dağ kötü cevap verdi, der ve zannedersen bu imkânsızdır.

Çünkü bülbül dağda öttüğü zaman oradan karga veya insan yahut eşek sesi gelmesi mümkün olmaz.

Böyle olunca, kesin olarak eşek sesi çıkardığını bilmelisin.

Dağa gelince sesini güzelleştirir, orada niçin eşek sesiyle (Çirkin sesle) bağırıyorsun?

Bu yeşil gök kubbe seni daima güzel sesli olarak tutsun.

                               ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Yeni duyduklarımla eski bildiklerimizin içimizde tartışma yaptığını öğrendik.

2.   Yeni gelen bilginin kabul edilmesi için daha fazla açıklanması ve konunun aydınlanması gerektiğini öğrendik.

3.   Yanlış görüş ve düşüncede olanın sorulara yanlış cevaplar vereceğini öğrendik.

4.   Sessiz, sözsüz soru sorulduğunu ve sesiz cevap alındığını öğrendik.

5.   Nefsimizi düzeltirsek söylenen sözü anladığımız gibi sessiz soruları ve verilen cevapları görebileceğimizi öğrendik.

6.   Güzel söylersek güzel cevap alacağımızı öğrendik.

İşte böyle yaren,

Dervişler yolda ilerledikçe sessiz, sözsüz konuşmayı öğrenirler ve uygularlar.

Ruhlar âleminde de böyle sessiz, sözsüz, ağızsız, dilsiz konuşulur, kulak olmadan da dinlenilir.

Rüyanda başka birisiyle konuşursun da anlatırsın.
Aslında ne ağzın ne de dilin oynamıştır ne de kulağın duymuştur.

Sadece bakışlarla bunu söylemiş ve duymuş olursun.
Yol almış dervişler bir araya gelip hiç konuşmadan muhabbet ederler.

Daha da ilerisini söyleyeyim arada kilometrelerle mesafede olsalar bile birbiriyle konuşur anlaşırlar.

Yaren bu yolda oldukça bu söylenenin doğru olduğunu yaşayarak görür ve emin olursun.                   

RAVLİ AHMAK yaz Google den okumalısın.

                                             *
RAVLİ

Popüler Yayınlar