Mevlana buyurdu ki:
O azizdir
(Saygı değer, sayın, sevgili); alçak gönüllüdür ve bu ondaki cevherden
(Öz) ileri geliyor.
Mesela üzerinde pek çok
meyveler bulunan bir dalı, meyveleri aşağı doğru eğer.
Meyvesiz dalın ucu, selvi
ağacı gibi havada olur ve meyve çoğaldıkça, büsbütün yere inmemesi için, o dala
direkler dayarlar.
Peygamber (Allah'ın selam ve salâtı onun üzerine olsun) çok alçak
gönüllüydü.
Çünkü her iki âlemin
meyveleri onda toplanmıştı.
Tabiatıyla herkesten daha
mütevazı (Alçak gönüllü) olacaktı.
"Selam vermek hususunda hiç kimse Allah'ın Elçisi'nden evvel (önde) gelememiştir."
(Hadis)"Selam vermek hususunda hiç kimse Allah'ın Elçisi'nden evvel (önde) gelememiştir."
Peygamber'den (Allah'ın
selam ve salâtı onun üzerine olsun) önce hiç kimse asla selam
vermemiştir.
Çünkü o, fevkalade alçak
gönüllü olduğundan, daima evvel davranıp selam verirdi.
Zahiren (Görünüşte) evvela selam vermese bile, yine alçak
gönüllüydü.
İlk önce o söze başlardı.
Onlar selam vermeyi
Peygamber'den öğrenmiş ve duymuşlardı.
Gelip geçenlerden hepsinin
nesi var, nesi yoksa hep onun sayesindedir ve hepsi onun gölgeleridir.
Bir insanın gölgesi,
kendisinden önce eve girerse, gerçekte önce giren gölgenin (Koruması, sahip çıkması, yardımı) sahibidir.
Her ne kadar görünüşte gölge sahibinden önce eve girmiş ve suretten ona takaddüm (İleri gelse) etmiş olsa da, nihayet gölge onun fer'idir (Bir aslın sonucu).
Her ne kadar görünüşte gölge sahibinden önce eve girmiş ve suretten ona takaddüm (İleri gelse) etmiş olsa da, nihayet gölge onun fer'idir (Bir aslın sonucu).
Bu ahlak onda yeni ve
bugünlük değildir.
Ta Âdem’in zerrelerinden (En ufak parça), o zamandan beri bu onun zerrelerinde
mevcuttu.
Yalnız bunların bazısı aydınlık, bazısı yarı
aydınlık, bazısı ise karanlıktı.
Bu şimdi meydana çıkıyor;
fakat bunlardaki aydınlık daha evvele aitti ve onun zerresi insanda hepsinden
daha saf, daha nurlu ve daha alçak gönüllüdür.Bazı kimseler [bir şeyin] başına, bazıları da sonuna bakarlar.
Sonuna bakanlar aziz (Saygı değer, sayın, sevgili) ve büyük insanlardır.
Çünkü onların gözleri
akıbette (Sonuçta) ve ahirettedir (Amaçtadır).
Başına bakanlar ise, Allah'a
daha yakındırlar.
Onlar: "Sonuna bakmamıza ne lüzum var?
Mademki baştan
buğday ekmişler, sonunda arpa bitmeyecektir. Arpa ekmişlerse buğday çıkmayacaktır." Derler.
Şu halde bunların görüşleri
başkadır.
Bir kavim daha vardır ki
bunlar Allah'a daha yakın ve daha seçkin olurlar ve
ne başa ne de sona bakarlar.
Baş, son bunların akıllarına
gelmez. Allah'ta gark (Yok oluş) olmuşlardır.
Bir kavim de vardır ki
dünyaya gark olmuştur ve son derece gafil (Dikkatsiz)
olduklarından ne başına ne de sonuna bakarlar.
Cehennem ateşinin yemidirler.
Böylece Muhammed'in (Allah'ın selam ve salâtı onun üzerine olsun) asıl
olduğu malum oldu.
Çünkü hakkında: "Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım."
(Kutsal hadis) buyrulmuştur.Şeref, tevazu, hikmetler ve yüksek makamların hepsi, ne varsa onun bağışı ve onun gölgesindendir.
Çünkü ondan hâsıl (Ortaya çıkmış) olmuştur.
Mesela bu el ne yaparsa akıl
sayesinde yapar.
Onun üstünü aklın sayesi (Gölgesi, koruması, sahip çıkması, yardımı) kaplamıştır.
Her ne kadar aklın gölgesi
yoksa da onun gölgesiz olan bir gölgesi vardır.
Bunun gibi, mesela mananın da varlıksız bir varlığı vardır.
Bir insanda aklın sayesi,
gölgesi olmazsa onun bütün organları çalışmaz bir hal alır.
Ayağı doğru yolda yürüyemez,
işlemez.
Gözü görmez.
Kulağı her işittiğini yanlış
işitir.
Şu halde bütün organlar akıl sayesinde
her işi muntazam, iyi ve yerinde olarak yaparlar. Hakikatte bütün bu işler akıldan hâsıl olur.
Organlar alettir.
Bu tıpkı zamanın Halifesi
gibidir.
Bu büyük adam Akl-ı küllün (Doğada bulunun ve genel düzeni sağlayan akıl) gölgesini,
başlarından kaldırmış olmasından dolayıdır.
Mesela bir adam delirmeğe
başlayınca biçimsiz ve hoşa gitmeyen işler yapar.
Bundan, aklının başından
gittiği, artık aklın başına gölge salmadığı ve onun gölgesinden, himayesinden
uzak kaldığı anlaşılır.
Akıl, melek cinsindendir; gerçi meleğin sureti kolu ve kanadı var ve
aklın yoksa da, gerçekte aynı şeydir ve bir iş görürler.
Mesela eğer onların
suretlerini eritirsen hepsi akıl olur.
Kolundan, kanadından hariçte
bir şey kalmaz.
O halde hepsinin akıl
olduğunu, fakat tecessüm (Cisimlenmiş, görünür olmuş, göz önüne gelmiş) etmiş
olduklarından dolayı onlara Akl-ı mücessem (Cisme girmiş,
yerleşmiş akıl) denildiğini öğrenmiş olduk.
Mesela mumdan, kanatlı ve tüylü bir kuş yaparlar.
Fakat o yine aynı mumdur.Mesela mumdan, kanatlı ve tüylü bir kuş yaparlar.
Görmüyor musun erittiğin
zaman bu kuşun kanadı, başı, tüyleri, ayağı tamamen mum oluyor ve dışarı
atılacak bir şey kalmıyor; büsbütün mum haline geliyor.
Mum o mumdur ve ondan yapılan
kuşun da yine aynı mum olduğunu bilmiş olduk.
Sadece bu, kuş yapılan mum,
bir cisim peyda etmiş bir şekil almıştır. Buna rağmen yine mumdur.
Mesela buz da sudur.
Eritirsen su olur.
Fakat buz tutmadan önce su
idi ve kimse onu eline alamazdı, avucunda tutamazdı.
Hâlbuki buz haline gelince elle tutulabilir, eteğe konulabilir oldu. Aradaki
ayrılık, bundan fazla değildir.
Buz aynı sudur, ikisi bir
şeydir.
İnsanın durumu da böyledir.
İnsanın durumu da böyledir.
Eşek, belki meleğin nuru ile
arkadaşlık etmek sayesinde, melek olur ümidiyle, meleğin kanadını getirip
eşeğin kuyruğuna bağlamışlardır.
Onun melekleşmesi,
ancak onunla aynı vasıfları (Özellikleri) taşıması ile mümkün olabilir.
İsa'nın akıldan bir kanadı
vardı ve gökyüzüne uçtu.
Eğer eşeğin de yarım kanadı
olsaydı, eşeklikte kalmazdı. (Merkebin) bir insan olmasına niçin şaşılsın?
Allah her şeyi
yapabilir.
Mesela çocuk doğduğu zaman
eşekten de beterdir.
Elini pisliğine sokar, sonra
yalamak için ağzına götürür.
Annesi buna mani olmak ister
ve çocuğu döver.
Hiç olmazsa eşeğin bir nevi
temyiz hassası (İyiyi kötüden ayırma) vardır.
İdrar yaparken üzerine
sıçramaması için ayaklarını açar.
İşte bu eşekten daha kötü
olan çocuğu Yüce Allah insan yapabilir.
Şu halde eşeği insan yapabilmesine
niçin hayret etmeli!
Allah'ın huzurunda
garip olan hiçbir şey yoktur.
Kıyamette insanın eli ayağı ve diğer şeyleri gibi bütün organları birer-birer konuşurlar.
Felsefeciler bunu yorup
derler ki: Kıyamette insanın eli ayağı ve diğer şeyleri gibi bütün organları birer-birer konuşurlar.
"El nasıl konuşabilir?"
Yalnız elde bir alamet, bir
işaret hâsıl (Görülür) olur ve bu konuşma söz yerine geçer.
Mesela bir yara veya çıban
çıkınca el:
"Sıcaklık veren bir şey
yedim de böyle oldum." Diye [hal diliyle]
haber verir, konuşur.
Yahut el siyahlanır veya
yaralanırsa:
"Bana bıçak değdi;
kendimi kara tencereye sürdüm." Diye konuşur, haber verir. İşte elin veya diğer organların konuşması bu tarzda olmalı.
Sünniler:
"Hâşâ, katiyen!
Bu görünen el (Mahsus) ve ayak, dil gibi söz söyler ve kıyamet gününde insan:
"Ben çalmamıştım."
Diye inkâr edince, eli açık bir dille:
"Evet, sen çaldın, ben
de aldım." Der.
O eline, ayağına bakıp:
"Sen konuşmazdın, şimdi
nasıl oldu da konuşuyorsun?" diye sorar.
O da der ki:
"Her şeyi söyleten Allah bizi de söyletti." (Fussilet suresi 21)
Beni, her şeyi dile getiren
konuşturdu.
O kapıyı ve duvarı ve keseği
de söyletir.
Herkese konuşma kuvveti
bağışlayan, Yaratan beni de konuşturdu. Senin dilini nasıl söyletti?
Senin dilin bir et
parçasıdır, benim elim de öyle.
Bir et parçasından ibaret
olan dilin söz söylemesi sana göre akla uygun [geliyor] ve her zaman gördüğün
için imkânsız görünmüyor, yoksa dil Allah'ın yanında bahanedir.
Söz, insanın değeri kadar gelir (söylenir).
Bizim sözümüz bir suya
benzer.
Bu suyu subaşı (Mir-âb) akıtır.
Su kendisini subaşının hangi
çöle akıttığını nereden bilsin?
Salatalık tarlasına mı,
lahana tarlasına mı, yoksa soğan tarlasına mı veya bir gül bahçesine mi?
Şu kadarını bilirim ki su çok
geliyorsa orada kurak yerler fazladır; az gelirse, sulanacak yer ufak bir bahçe
veya dört duvarla çevrili küçücük bir yerdir.
"Allah hikmetini dinleyenlerin himmetleri (Çalışıp çabalamaları) ölçüsünde vaizlerin diline telkin eder." (K.K.)
"Allah hikmetini dinleyenlerin himmetleri (Çalışıp çabalamaları) ölçüsünde vaizlerin diline telkin eder." (K.K.)
Ben kunduracıyım; deri çok,
fakat ayağın büyüklüğüne göre keser dikerim.
Ben bir şahsın gölgesiyim,
onun boyu ne kadarsa, ben de o kadarım.Yerde bir hayvancık vardır.
Yer altında yaşar, karanlıkta bulunur.
Gözü ve kulağı yoktur.
Esasen bulunduğu yerde, göze
ve kulağa ihtiyaç da yoktur.
Mademki muhtaç değildir, ona
niçin göz, kulak versinler.
Allah, gözü ve kulağı az
olduğu için veya hasisliğinden dolayı mı vermiyor?
[Hayır!]
O ancak ihtiyaca göre verir.
İhtiyacı olmadan bir kimseye
verdiği şey, o kimse için sadece yük olur.
[Fakat] Allah'ın lütfu,
keremi ve hikmeti bir kimseye yük olmak şöyle dursun, onun yükünü üzerinden
alır.
Mesela marangozun keser, testere
ve törpü ve daha başka aletlerini: "Bunları al!" diye terziye
verirsen, bunlar terziye yük olur.
Çünkü o bunlarla çalışamaz.
İşte bunun için bir şeyi ihtiyaca
göre verirler.O kurtların yer altında ve karanlıklarda yaşadıkları gibi, bu dünyada da birtakım insanlar vardır ki bu âlemin karanlığıyla yetinir ve buna razı olurlar.
Bunların o âleme ihtiyaçları
olmadığı gibi Allah'ın didarını (Yüzünü) görmek
lüzumunu da duymazlar.
[Bu durumda] o basiret gözü (Kalpte eşyanın hakikatini görmeye yarayan göz kuvveti),
akıl kulağı onların sanki ne işine yarar?
Esasen bu sahip oldukları
gözle, bu dünyanın işi görülür.
O tarafa gitmek istemedikten
sonra, işlerine yaramayan bu basireti niçin onlara versinler!Rubai:
Zannetme ki (Allah) yoluna düşmüş erler yoktur.
Kamil sıfatlar, nişansız da değildir.
Sen sıraların
mahremi olmadığın için,
Başkalarının da
olmadığını mı sanıyorsun?İşte dünya gafletle kaimdir (Dünya dikkatsizlerle yaşamaktadır).
Gaflet olmasa bu âlem kalmaz.
Allah şevki [aşkı] ahret
düşüncesi, sarhoşluk, kendinden geçiş ve vecd o âlemin mimarıdır.
Eğer onların hepsi yüz
gösterirse, hepimiz tamamen o âleme gideriz ve burada kalmayız.
Yüce Allah iki âlemin var
olması için burada bulunmamızı istiyor.
İşte iki âlemin mamur kalması
için de biri gaflet, diğeri uyanıklık olmak
üzere iki kâhyayı görevlendirmiştir.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİMaarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Alçak gönüllü
davrananlara saygı gösterilmesi, sevilmesi gerektiğini öğrendik.
2.
İlk selam
vereninin bizim olmamız gerektiğini öğrendik.
3.
Ne sonuç
alacağını bilerek davrananların akıllı ve bilgili kişilere ait beğenilen bir
davranış olduğunu öğrendik.
4.
Dikkatsiz
kişilerin işin ne gelişine ne de sonunu önemsemediklerini öğrendik.
5.
Allah’a yakın
olan kişilerin Allah’ın sanatının farkında ve sebepsiz her şey yaratabileceğini
bildiklerinden kendilerini Allah’ta yok etmişlerdir.
6.
Allah’ın
ihtiyacımıza göre donattığını öğrendik.
İşte böyle yaren,
Uyanık olanlar her iki dünya
da mutluluğa ermişlerdir.
Gafillik, eden boş veren, dünya işlerine dalan, dikkatsizlik eden, ihmalkar
davranan, endişe duymayanların dünyayı güzelleştirmek için gece gündüz
çalıştıklarını öğrendik, anladık.
RAVLİ AKIL yaz Googleden bu konuyu okumalısın.
RAVLİ HAL DİLİ yaz Googleden bu konuyu okumalısın.
RAVLİ SÖZ yaz Googleden bu konuyu okumalısın.
Yarenlerim bu konular size ağır
gelebilir.
Çünkü Parça akıldan bütün
akla Mevlana Hazretlerinin, Şems Hazretlerinin ve dostlarının nurlu sözleriyle
geçilmektedir.
Alimlere ders veren bu
büyüklerimizin kavramlar üzerinden öğretisi olduğundan hemen anlayamazsın.
Anlamak için acele etme ama
okumaya devam et, bir zaman sonra hepsini birden bire anlayacaksın.
RAVLİ MEVLANA
BAŞPAPAZ yaz Googleden bu konuyu
okumalısın.
*
RAVLİ