31 Ağustos 2012 Cuma

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE BİR BAKIŞ

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

İnsanoğlu bütün geçici varlıklardan ve yaratıklardan üstündür.
Çünkü onun görüşü, bütün arşı, kürsüyü, yerleri ve gökleri ve her ikisi arasında bulunan yaratıkları kapsayan bir genişliktedir.

Allah’a ait sıfatlara ortak olan bu yaratığın (İnsanın) görüşü, bütün görüşlerden daha yücedir.

Ne gariptir ki, ulu Allah, bütün sıfatları ile bu yaratıktan belirir. «Nerde olsanız, o sizinle beraberdir» mealindeki ayetin hikmeti anlaşılır.

Nasıl ki bu basiret ( Kalpte hakikati görmeye yarayan kuvvet), görüş sayesinde Allah herkese bir yön, bir alan göstermiştir.
Başka tarafı görmesinler ve sapmasınlar diye.

Birine kuyumculukta uzmanlık yolunu göstermiştir.

Ötekine mücevhercilik ve kimya ilminin inceliklerini, sihir, bahane, büyücülük fenlerini öğretmiştir.

Bir başkası mantık, tartışma yolunda uğraşır; fıkıh, usul bilir.
Daha başkaları öteki âlemin rahat ve sefası ile dolu olarak nuru ve Allah’ı görür.

Biri de şehvet, güzellik, aşk ile uğraşır, güldürü edebiyatı ile maskaralıktan hoşlanır.
Yine başka biri de melekleri, hurileri, arşı ve kürsüyü bilir; bunlardan zevk alır.

(M. 160) Bunlardan her birine bu köşke bir görüntü penceresi açılmıştır, âlemi başka bir balkondan seyretmektedir.

Bunun halinden ötekinin haberi yoktur, öteki de berikinin halinden ve işinden anlamaz.
Yüz binlerce, sonsuz sayıda canlı varlıklar, hayvanlar, böcekler, melekler ve başkaları için balkonlar açılmıştır.

Tabip, astronom, bunlardan başka her kim daha yüksekten yürürse, daha çok balkonların açıldığını görür.

O, ünlü kişilerden değildi, ama Ahmed-i Gazali’nin çetin bir işi vardı ki hep kendisine perde oluyordu.

Hiç kimseye karşı o perde kalkmıyordu.
O kendi kendine çok yiğitlik etti.

Bir insan ki, gözünü göklere çevirse de melekler tarafına baksa, ayetteki, «Onu yerle bir etti,» anlamındaki hikmeti ve «Gök yarıldığı zaman,» anlamına gelen öteki ayetin ilâhî kavramını görür ve okurdu.

Öylesine gizli çileler çekiyordu ki, halk hiç anlayamıyordu.
Ama onun bu çile (Yalnız bir yere çekilerek düşünmek) ve riyazetlerinden (Açlıkla nefsini terbiye etmek) her ne anlatırlarsa hepsi de yalandır.

Çünkü o, bu çile ve halvetlerde hiç oturmamıştır.
O bir bidattir, sonradan uydurulmuş bir âdettir.

Muhammed (S. A.) dininde böyle bir şey yoktur.
Hazreti Peygamber (S. A.) çilede oturmadı.

Musa kıssasında: «Biz Musa’ya söz verdik,» diye başlayan ayetteki hikmeti oku ve düşün.
Bu kör gözlüler, Musa’nın bu kadar yücelikle, Allah yakınlığı ile beraber, «Yarabbi beni Muhammed ümmetinden kıl!» diye yalvardığını göremezler, anlayamazlar.

Bu «Ulu Allah’ım beni cemalini gören kullarından et!» demektir.
Bu sözün inceliği buradadır.

Yoksa Musa’nın dileği, senin benim dileklerim gibi olsaydı sopası koltuğunda geçer giderdi.
(Sıradan yaşar ve ölürdü)

Maksat ya bu sır idi, ya öteki.
Bu, hem de Musa’yı (hâşâ) ayıplama ve tartışma yeri oldu ama Allah cemalini görecek ümmetler arasında tek ümmet Hazreti Muhammed’in ümmeti olduğunu Musa Peygamber biliyordu.

Ahmed-i Gazâlî, sözü geçen perdenin kaldırılması için uğraşırken ona bir ses geldi yahut gönlünde bir ilham ışığı parladı. «Senin gözündeki perdeyi Zengan’lı şeyh kaldıracaktır,» denildi.

Gazâlî hemen kalktı ve gitti gider gitmez de aynı günde hocanın ziyaretine uğradı.
Onu Sema ederken buldu ve o sema sırasında artık isteği yerini bulmuştu.

Oradan Tebriz’e geldi.
Tebrizliler hep bir ağızdan, «Bu adam, filan güzel delikanlıyı görmek için gelmiştir,» dediler.

Bir kocakarıya para vererek onun geçeceği yol üzerinde oturmasını, gayet gamlı ve kederli bir eda ile onu karşılamasını tembih ettiler.

Ahmed-i Gazâlî, kadını bu halde görünce sordu: «Sana ne oldu ki böyle içlendin?» Kadın şu cevabı verdi:
«Ben nasıl üzülmeyeyim ki!

Ciğerimin köşesi, gözümün nuru bir oğlum vardı, sizlere ömür öldü de ona ağlıyorum.»
Gazâlî sordu, «Öldü mü?»
Kadın, «Evet,» dedi, «Öldü.»

Gazâlî yol arkadaşlarına dönerek, «Ey kervan arkadaşları!» dedi, «Bana burada bir saat kadar müsaade eder misiniz?

Aşağı inin de biraz bekleyin.
Şu kadın acaba doğru mu söylüyor?
Bunu bir araştırayım!»

Arkadaşları, «Hay-hay!» dediler, atlarından indiler bir saat kadar başını önüne eğdi.
Ertesi günü güneş doğuncaya kadar murakabede kaldı.

Nihayet, «Bu kadın yalan söylüyor,» dedi «Çünkü Âdem Peygamber zamanından bu saate kadar kalıbından ayrılmış ve dünyadan göçmüş olan yaratıkların ruhlarını yokladım.

Bu kadının çocuğunun ruhu bunlar arasında yoktur.
Artık yürüyün!»

Tebriz’e geldiği zaman yine bütün şehir halkı birbirine geçti.
Söylemesi hoş değil ama Ahmed’in güzel yüzlere karşı aşırı bir tutkunluğu vardı.

Ama şehvet yönünden değil.
Çünkü onun gördüğü şeyleri başkalarının gözü göremiyordu.
Onu parça-parça etseler bir şehvet zerresi bile yoktu kendisinde.

Davranışlarını bazı kimseler hoş görüyor bazıları da onu durmadan eleştiriyorlardı.
Tebriz’de bulunduğu sıralarda bir kişi vardı ki, onu yüz kere beğenip gerçekledikten sonra, tekrar yüz kere de inkâr ediyordu.

Nihayet bir gün işi Tebriz Atabey’ine anlattılar.
«Bize inanın yoksa buyurun hamam penceresinden onun halini bir görün,» dediler.

Ahmed, hamam penceresinin önünde uyumuş, ayakları oğlancığın
kucağında, mangala ödağacı ve amber kokuları serpmişler her taraf tütsü içinde.

Atabey bir aralık geldi, hamam penceresinden ve külhanın bir kenarından içeriye gizlice baktı.
Hoşnutsuzlukla geri döneceği sırada içeriden bir ses yükseldi:

«Ey Türk yavrusu!
İçeriyi tamam gör de ondan sonra git!»

Atabey hemen geri dönüp bir daha içeriye baktı, bir de ne görsün, Şeyh, bir ayağını kaldırmış ateş dolu mangalın içinde duruyor.

Bu hali gören Atabey şaşırdı; ilk defa yanlış gördüğünden dolayı özür diledi hayretle ağlayarak geri döndü.

Onun bir de âlim, erdemli, her fenne aşina ve müderrislik yapan bir müridi vardı.

Bu adam, Şeyhin kulu kölesi olmuştu.
Bu güzel çocuk konusunda kaç ‘kere onu hoş görmüş, sonra inkâr etmişti.

Çok kere şeyhin atının dizginlerini omzuna alır, önü sıra yaya yürürdü.
Oğlancık ise, Şeyhin terki bağına yapışmış yürürlerken yolda, Şeyh çocukla bir şeyler konuşur, gizli işaretler yapardı.

Müderris, dizginler boynunda eve gelmeden onu on kere inkâr eder, dizginleri boynundan atıp kaçmak ister.

Sonra tekrar, Şeyhin kerametine inanırdı.
Başını açarak onun ayağına kapanmak kafasında düğümlenen vesvese ve kuruntulardan kurtulmak için çare arardı.

Şeyh bu hali de biliyordu. (M. 162)

O erdemli müderris, Şeyhin elinde bir saat ağlayan sonra bir saat gülen oyuncak bir bebek gibiydi.
Bir gün Mevlana dervişlere nasihat verdi; onlara, bizim niteliklerimizden söz açtı.

Dostlar, bu sözlerden çok duygulandılar.
Mevlana buyurdu ki siz:
«Allah yüceliğini arttırsın!
Hüdavent Şemseddin-i Tebrizi’ye karşı ufacık bir hoşnutsuzluk ve cefa eseri gösterirseniz benim size verdiğim öğütlerle, sizin aşırı duyarlığınız sizin için kapalı kalacaktır.

Şeytan, kurt sizin bu içten duygularınıza karşı gözlerinize kar sa-vuracak yani sizi yine şaşırtacaktır

Dostlar kendi kendilerine «Hayır!» dediler.
«Gidelim ondan af dileyelim, suçumuzu bağışlasın artık bundan sonra da Mevlana Şemseddin’e karşı terbiyesiz bir davranışta bulunmayalım.»

Evin kapısına kadar geldiler, ama içeriye girmeye yol bulamadılar.
Bunun üzerine onların bütün duyguları değişti.

Yol vermeyişimizin sebebi şu idi:
Ben kendi kendime diyordum ki, burası domuz ağılı değil ki azıcık pişmanlık duyan, azıcık içi sıkılan herkes dışarı fırlasın da buraya koşsun.

Nihayet, o kadar yüceliği aşikâr olan Ahmed-i Gazâlî’ye karşı kötü düşünenlerin yersiz düşüncelerini ve ayıplamalarını çürütmek için, kendisine kitap gönderdiklerini, bir vakit bu kitaptan sözler nakledersen, hakkında yanlış düşünenlerin ağızlarını bağlamış olursun, dedikleri için kardeşinin bile kendi tekkesine gelmesine yol vermediği söylenir.

Bir anlatışa göre yedi yıl, başka bir anlatışa göre de on beş yıl hep seferde ve yolculukta dolaştı.
İnkârcılara derdi ki:

«Burası domuz ağılı mıdır ki başına bir hal geldiği zaman buraya koşuyorsun

Nihayet bu dostların hiçbirisinden bir şey beklemiyorum.
Önce sizden ilim öğrenmenizi istiyorum.
Belki o zaman benim sözlerimi anlar, güzel-güzel kendinizi niyaza hazırlarsınız.

Siz kendi bilginizden, kendi hayalinizden dolayı benim sözlerimi anlayamazsınız.
Öyle değil.

Nasıl ki bizim falan dostumuzu bizden sorarlar.
O fakih midir yoksa fakir mi?

Dedi ki: «O hem fakihtir (Din bilgini), hem de fakir (Tanrı’ya muhtaç)»
«Ama nasıl olur ki bütün sözleri fıkıh konusundadır?»

Cevap verdi ve dedi ki:
 «Onun fakirliği o soğuk davranışlı insanların fakirliğine benzemez.

Bunu o taifeye (Sıradan insanlara) söylemek gerekmez.
Ona bu halk ile konuşmak yazık olur.»

Sözü ilim yolu ile söylerler, sırları da işaret yolu ile anlatırlar.

                              ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Tanrı’nın kendi özellikleri ile süslediği ve beraber olmaktan hoşlandığı yarattıklarından en donanımlı olanın insan olduğunu öğrendik.

2.   Tanrı’nın her kulunu farklı görüş ve yeteneklerle donatarak yapacağı işi sevdirerek dünyanın güzelleşmesini, insanları birbirlerine muhtaç ederek birbirlerine hizmet etmesini sağladığını öğrendik.

3.   Yürüyüş yolu yükseklerde olanın birçok bakış açısına ve penceresine sahip olduğunu öğrendik.

4.   Ne yaparsak yapalım kendi çalışmamızla Tanrı’nın koyduğu anlama perdesini kendimizin açamadığını öğrendik.

5.   Yetkili Tanrı eri Sema ederken bir bakışla perdesini kaldırılacak kişiye bakar ve Tanrı izni ile perdesini kaldırır ve o kişi artık eşyanın hakikatini olduğu gibi görmeye başlar ve değişik âlemlerden haberdar olur.

6.   Çeşitli ilimler öğrenerek bu ilimlerin verdiği aydınlık ile niyaz etmeyi öğrenebileceğimizi öğrendik.

7.   Mevlana’nın müritlerinin Şems Hazretlerine cephe aldığını, bu sebepten dolayı hakikati göremez ve anlayama olduklarını öğrendik.

8.   Tanrı erleri sözü ilimin ışığı altında söylerler ki gören göz tam görsün.

9.   Tanrı erleri sırları yabancılar anlamasınlar diye işaret diliyle (Remz) ile söylediklerini öğrendik.

 İşte böyle yaren,

Edep dediğimiz, terbiye dediğimiz duygularımızı ve hislerimizi iyice eğitmeliyiz ve disipline etmeliyiz.

 Büyüklere bağlandığımız zaman birkaç ömrümüz bile olsa edinemediğimiz bilgileri bir anda kazanabileceğimizi öğrendik, anladık.

 Sevgiyle bağlanmanın ve hizmet etmenin getirisini tahmin bile edemezsin ey yaren anladın mı?

Anlamadınsa, uyanmadınsa sen bizden değilsin ve olamazsın, bizim sözlerimizi kendi zevkin için de kullanmaya sakın kalkma.

Yine de bizle beraber olmak istiyorsan Allah’a yalvar da, Allah emir verdiği zaman her istediğin yerine gelir.

                                  *

RAVLİ

Popüler Yayınlar