31 Ağustos 2012 Cuma

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE ÜMMİ VE AMİ

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

 (M. 157) Ama niçin benim sana anlattığım bir şeyi tekrar Mevlana’ya söylüyorsun?
Niçin tekrarlıyorsun ona?

 Diyelim ki siz bunu benden dinlediniz ama başkalarının bunu sizden nasıl dinleyeceklerine güvenebilir miyim?

«Allah’ın mağfiretine uğramış bir kimse ile birlikte yemek yiyen de yarlıganmış (Günahları affedilmiş) olur » buyrulmuştur.

Ama bundan anlaşılan ekmek ve yemek değildir, bu onun yediği manevî gıdadan yiyenler  (Ruhunu besleyenler) demektir.
Yoksa binlerce münafık ve Yahudi, Hazreti Peygamberle birlikte yemek yemedi mi?

«Allah arş üzerinde hüküm sürmektedir,» anlamındaki ayetin yorumunda ne demişlerdir?
Bunun açık anlamından başka çeşitli tefsirciler türlü yorumlar yapmışlardır.
«Bir adam Irak’a hâkim oldu,» sözü de buna benzer.

Bu sözü de Eş’ariye mezhebinin kurucusu
Ebül-Hasan söylemiştir.
Onun sözüne karşı bir araştırma yapmadan böylece inanmak gerekir mi?
Bu sözden ne anlaşılıyor?

Bu tâhâ sözü üzerinde de neler söylenmemiştir.
Tefsirde açıklandığına göre tâhâ, Muhammed’in (S. A.) ismidir yahut «Ey insan!» anlamına gelir.

Noktalı, hareketli harfler, hele astronomların rakamları ta harfinde aşikâr imiş, bugün bilinmektedir ki, bunun yorumunu Levhi-Mahfuz’dan okumak gerekiyor ve o Levh üzerindedir.

Allah rahmet etsin Ahmed-i Gazali ile iki kardeşi temiz bir soydan idiler.
Her biri kendi bilim dallarında eşsiz kişilerdendi.
Muhammed-i Gazâlî özellikle türlü ilimlerde eşsizdi.

Yazdığı eserler güneşten daha parlaktır.
Bunu Mevlana’da bilir.

Kardeş!
Ahmed-ı Gazâlî Tanrısal bilgilerde, marifet (Allah’ı bilmek) ve irfan (Bilme ve anlama) konusunda parmakla gösterilenlerin sultanı olmuştu.

Kulağı iyi işitmeyen fakih (Din ve kanunlarının ilminin üstadı) bile benim sözüme hayret eder.
Her insan benim sözümü nasıl anlatabilir, başkalarına nasıl aktarabilir?

Ulu Allah’ın yüce zatına ant içerim ki Mevlana eğer benim sözümü başkalarına aktarmak isterse benden daha iyi aktarır.
Bunu daha güzel nükteler ve manalarla süsler.
Ama Mevlana yine de benim sözümü nakletmiş olmaz.

Üçüncü kardeş Ömer-i Gazâlî’ye gelince, o da zengin ve büyük bir ticaret adamıydı, hele cömertlikte, bağışta hiç kimse ona yetişemezdi.

Muhammed-i Gazâlî’ye birisi dedi ki şu senin kardeşin Ahmed hakkında diyorlar ki, o söz söylüyor ama hiç bir bilgiden haberi yok.

Muhammed Gazâlî de Zahire adlı kitabını kardeşine gönderdi ve götüren adama tembih etti:

«Git, edeple yanına gir, her ne harekette bulunursa dikkat et. Gülümseme, (M. 158) baş ve el hareketleri gibi her ne yaparsa gözden kaçırma!

Gözün onun gözüne baktığı anda çok dikkatli ol, onun bütün tavır ve hareketlerini izlemeye çalış, ayak parmaklarına varıncaya kadar dikkat et.»

Kitabı getiren adam içeri girince, gördü ki o, tekkesinde neşeli bir halde oturuyor.

Ansızın gözü gözüne ilişince üstat tebessüm etti, sordu:
«Bize kitaplar mı getirdin?»
Adamın vücuduna bir titreme geldi.
Sonra söze başladı, üstat diyordu ki:

«Ben ümmîyim.
Ama ümmî başka a’mî başkadır.
O a’mî yani kara cahil, aslında kördür.
Ümmî ise yazı yazmayandır.» Sonra, «Pekâlâ,» dedi.
«Şimdi sen oku o kitabı ki, ben dinleyeyim.»

Gelen adamcağız titreye-titreye kitabın her yerinden bir şeyler okudu, «O halde o kitabın başına şimdi sana inşad (Şiir okuma) edeceğim şu beyti yaz» dedi.

Beyit:

Zahire neme lâzım, kitabı nideyim ben,
Yârin dudağı varken, şarabı nideyim ben.

(Görünüş olanı bana lazım değil, kitap istemem.
Sevgiliyi bulmuş ve yakınlaşmışken beni hoş edecek başka şeyleri istemem)

İblis bir bahane, Âdem nişanedir ( İnsan Tanrı’dan bir iz, alamet, belirtidir),
 
İblis, karanlık, Âdem ışıktır.
İblis alçak, Âdem yüksektir.

Şu tarzda konuşuyordum.
Dün hem kendi kendime söyleniyor, hem de hendeğin çevresini dolaşıyordum.

Sözün sonu gelmiş, yenilgiye uğramıştım sanki.
Sözün altında kalmıştım.
Yenilginin verdiği güçsüzlükle ne yapayım diyordum.

Eğer minberlerde de söz bana böyle üstün gelir beni yıkarsa artık minbere çıkmam.
Efendi yalan gerekse yalan söyleyeyim, vaiz etmiyorum ki.

Söz benim içimdedir.

Her kim benden söz dinlemek isterse, benim iç âlemime gelir, ancak orada bir kapıcı oturmuştur. (Ona başvurur.)

Korkak bir köylü, birçok korkusuz ve cesur kimselerle dost oldu.
O korkusuzluk ve teklifsizlik dolayısıyla de dostlarının hiç birisi ona, sen kimsin? Diye sormadı.

Ben kimim demesine de fırsat vermiyordu.
Nihayet biri ben falan oğlu falanın dostuyum diye geldi, öylesine bir vuruş vurdu ki, onu iki parça etti.
Ben bilmiyorum.

Bunlardan bir şikâyet hikâyesi anlatırlar.
Emire derler ki: «O adam şöyle böyle yaptı.» Emir görmeden bu olaya el koymak istemez.
Çünkü kapıcı çok sevdiği bir kişidir.

Olayı önce ona getirirler, onun huzuruna çıkarır ve derler ki: «Bu olay nedir?
Bir bakıver.»

Kapıcı der ki:
Ben bakıyorum ama okuyamıyorum. (M. 159) O zaten gereksiz bir iş yapmaz sonra halvete (Yalnız kalınca) çekilince kapıcıya sorarlar:

«Niçin böyle yaptın?»
Nihayet, «O bir dost idi bana bir daha yapmam diye söz verdi, gitti çok edepli ve niyazlı bir halde gitti,» der.

Şimdi bu adam bundan sonra o kapıcıdan vazgeçer mi?
Evet, başka kapılar, başka kapıcılar da vardır, yol üzerinde başkaları da vardır.
Ama o başkadır.

Uzun süren işler gönül âlemine dayanınca, onu gönül âlemine götürürler, içinde bir sır saklayan adamı sarhoş ederler ki, o sırrı açıklasın, sarhoşlukla her şeyi anlatsın diye.

Ama gerektir ki, onu dinleyen kimse, o sarhoş sözleri arasındaki açıklamalardan hangisinin sır olduğunu anlayabilsin.

Hiç söylememiş olduğum ufak tefek şeyler var ki, bu sözlerden bazıları ağzından kaçmış, tekrar üstü örtülmüştür.

Mevlana Allah nuruyla yazar, bir şey bulur yahut bulmaz.
Bunu gözden geçirelim ki, anlaşılsın.
Görüyorsun ki, ben hep, Allah beni tasarruf ehli kılsın diye düşündüm.

Halimi düzeltsin de, her şeye açık bir gözle bakayım, dedim.
O namaz kılan kişiyi de böylece göremiyordum.

Allanın verdiği o tasarruf (bazen) kalmıyor, bende bir öfke baş gösteriyor, yokluktan tekrar varlığa dönüyorum.
Bu işe şaşıyor ve kendime gülüyorum.

 Bu değişik haller içinde düşünmek gerekiyor.
Çünkü garip şeyler görüyorsun, bir an içinde hal böyle iken bir müddet sonra şöyle oluyor.

Gözünü yukarı çevirinceye kadar durum böyle iken, aşağı bakıncaya kadar, şöyle oluyor. 

                  ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***

Neler öğrendik:

1.   Bir büyükten dinlediğimizi başka bir büyüğe söylememizin doğru olmadığını öğrendik.

2.   Bazı büyüklerin sözlerini araştırma yaptıktan sonra inanmamız gerektiğini öğrendik.

3.   Manevi gıdadan istifade etmek için büyüğün sözlerinden yararlananın o sofraya oturmuş olduğunu, o sofradan yemek yediğini öğrendik.

4.   Bazı ayetlerdeki sözleri doğru anlamak, yorumunu yapmak için sözlük ve gramer yetmediğini, Levh-i Mahfuz’dan (Tanrı’nın ilahi ilminden) okumak gerektiğini öğrendik.

5.   Ahmet Gazali’nin Tanrıyı bildiğini ve anladığını öğrendik.

6.   Kara cahili kör olarak kabul etmemiz gerektiğini öğrendik.

7.   Başkalarının sözünü söyleyenlerin sözlerinden daha değerli olan sözün kendi içinden söz söyleyenlerin daha beğenilen olduğunu öğrendik.

8.   Tanrı erlerinden büyüklerden bir dostumuz varsa bize suçlu olsak bile başka işlem yapılacağını öğrendik.

 

İşte böyle yaren,

İç âlemimizde birikim, uygunlaşma ve olgunlaşma yapmalıyız.

Başkalarının parlak sözlerinin parıltısının çok kısa sürdüğünü öğrendik, anladık.

Tanrı erlerinin etrafında, eteğinden tutmuş, sofrasına yakın olmamız ve bunlardan yararlanarak ruhumuzu gıda almamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Önemli olan içimizde bize ait bikrim sağlamak ve kontrol altında yaşamımızda kullanmaktır.

Başkalarının sözünü başkalarına söylemekle fazla bir şey elde edemeyiz.

Nasıl ki Tohum toprağın içinde düştüğü zaman şekil değiştirerek ilerler, büyür, verimlilik, gürlük, çokluk ve bolluk için harekete geçerse bizim de mana tohumunu içimize alıp ona uygun ortam sağlayarak büyütmeliyiz.

Gönülden gelen değerlidir, verimlidir, faydalıdır, iş yapandır.
Görünen ve göstermelik işlerin faydası çok azdır.

Kuran’ı Kerim’in anlayamadığımızı Tanrı’nın hayat kitabı olan Levhi-mahfuz’dan okumamız gerekir.
Levhi mahfuzdan okumak içinde iç âlemimizi geliştirmemiz gerekmektedir.

İç âlemimizi geliştirmek için Mevlana Hazretleri anlayabileceğimiz şekilde sözlerinde en ince noktasına kadar işlemiş ve bizim yararımıza sunmuştur.

Şems Hazretlerinin anlattığı sırları nurlu sözleriyle bizlere yol göstermiş, gözümüzü açmış, yolumuzu aydınlatmıştır.

Her iki büyüğümüz dostluğundan sadece ollar ve yakın çevresi faydalanmamış bu gün biz, yarın da dostlarımız elbette ki faydalanacaklardır.

Tanrı kendine yaklaşmasını istediği kişiyi böyle Tanrı erlerini sevdirir ve onlara yaklaştırarak edebi ve sırları öğrenmesine imkân sağlar.

 Allah’ın izni olmadan hiçbir şey olmaz.

İnşallah diyelim!

Bismillah diyelim! de yeniden yeniye gayrete gelerek sevgi ile çalışmamızı artıralım.

                                       *

RAVLİ

Popüler Yayınlar