9 Ağustos 2012 Perşembe

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE TANRI ERİNİ GÖRMEK

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:
 Evet, kendi sözünden kendi şiirinden sana bir coşkunluk geliyorsa başkalarının sözleri ve şiirleri de öyle gelir.
Onlara karşı da heyecanın artar.

 İyiye, güzele karşı ne denilebilir?
Lakin sen diyorsun ki, vaktin birinde bir hırka söz söylüyordu.
Nihayet senin halin hırkanın halinden daha iyi olmalıdır.

(RAVLİ ŞEMS-İ TEBRİZİ VE TANRIYLA KONUŞMAK) yazarak Google okumalısın)

 Senin kendi sözün yok mu?
Hep başkalarının hikâyeleri, başkalarının şiirleri!

 Hırka nasıl konuşabilir?
Cansız varlıklar içinde ancak Samiri’nin danası konuşmuştur.
Başka cansızlarda böyle adet görülmemiştir.

Fakat o buzağı mademki Tanrı’lıktan dem vurmuştur, Musa’nın peygamberliğini nasıl kabul eder?
İşte Musa’nın hikâye ettikleri o hali senin halindir.

 Müridin biri dedi ki:
“ Ben her gün Tanrı’yı yetmiş kere açıkça görürüm”
Şeyhi ona şunu söyledi:
“ Senin bir kere Bâyezıd-i Bistami’yi görmen, Tanrı’yı yetmiş kere görmenden daha hayırlıdır”

 Mürit meşelikten dışarı çıkıp da Bâyezid-i görünce hemen düşerek öldü, çünkü o âşık idi.
( Karışıklıktan, yanılgıdan, hayalinde canlandırmadan çıkıp gerçeği olduğu görünce)

 Sevgiliyi arama yönünde öldü.
Yani nefsinden ona da bir artık kalmıştı, o da temizlendi.

 Mürit (Öğrenci), aciz görüşü ile eksik basiretiyle ( Kalpte hakikati görmeye yarayan kuvvet ) ancak kendi tasavvurunun suretini (Hayalinde şekillendirdiğini görmek) görür.

Tanrı’yı Bâyezid kuvvetiyle göremez.

Şimdi yüz bin Bâyezid de, Musa’nın pabucunun tozuna erişemez.
Hem sen taklit yoluyla da diyorsun ki, binlerce veli, nebinin ayak tozuna erişmez.

 O halde nasıl reva görüyorsun ki, bir külhancı onu her gün bin defa görsün?
Tanrı ile konuşan Musa’ya da onu görmedi diyorsun.

Eğer biri senin gerçeklediğin “ Tanrı’yı görmek vardır” anlamındaki Tanrı kelamını tevil etmek isterse fetva istemek lazımdır.
(Tevil: Bir sözü varacağı manaya vardırmak için söze ayrı mana vermeye kalkışmak.)

 Söz, çekiştirilmeye elverişli ise tevil ile söylenir.
Doğru söze tevil gerekmez.

 Enel Hakk” (Ben Hakk’ım) sözü gibi çıplak ve uygunsuz sözler ise tevil götürmediğinden şüphesiz söyleyenin başı araya gitti (Öldürüldü).
                     ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:
1.   Nakletmekten çıkıp öğrendiklerimizi anlamamız, kendimize içselleştirmemiz, özümüze katmamız, kendi sözümüz olana kadar devam etmemiz gerektiğini öğrendik.

2.   Sen kimsin ki bu konuda konuşursun hitabını duymamak isteyenler başka birinin sözü ve davranışı üstünden, söylemek istediklerini söylediğini öğrendik.

3.   Canlı varlıksak, üstelik insansak kendi sözümüzün olması gerektiğini öğrendik.

4.   İçselleşmenin temkinli bir yaklaşımla olmadığı zaman kontrolün kaybolduğu, sınırların aşıldığı ve tehlikeli bir alana girildiğini öğrendik.

5.   Bütünün bir parçası iken tamamı gibi algılamanın yanlış sonuçlara götürdüğünü öğrendik.

6.   Tanrı hakikatine ulaşamamış kimsenin Tanrı’yı kendi oluşturduğu hayalinde canlandırdığını ve bunu gördüğünü iddia ettiğini öğrendik.

7.   Her insanın durumuna göre Tanrı’yı gördüğünü ama tamamını göremediğini öğrendik.

8.   Açık, net, anlaşılan sözlere başka manalar yüklemeye kalkışmanın yanlış olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

 Kendimden söylediğim sözler de büyüklerimden aşırdığım sözlerdir.
Büyüklerimiz bir çıkar gözetmediğinden, ben de bir çıkar gözetmediğimden oradan aşırdığım sözleri konuya uygun olarak sizlere dağıtıyorum.

 Yani hırsızlama yapıyorum ama hırsızlık asla değil.
Bir ağaç düşün ki her dalında meyveler var, kimse de benim diye etrafına sınır çekip sahiplenmemiş, yol kenarında büyümüş.

 Büyüklerimiz de Tanrı’dan almışlar bizlere armağan etmişler.
Şimdi benim elim o dallara uzanıp kopardığım meyveleri siz dünyanın neresinde olursanız olun, ne zaman olursa olsun hiçbir bedel ödemeden size yarım metre yakınınıza kadar sunuyorum.

 Görünen açık, net, kolayca anlaşılan gerçeklere; kişi kendini içine katarsa, sahiplenirse, benim diye iddia ederse yanlış olur.

 Böyle bir yanlışa düşmemek için hep öğrenen, hep arayan, hep araştıran kimliğimizi korumamız gerekir. 

 Öğrencilikten yeterlilik sağlanmadan öğretmenliğe geçmek daima eksik bilgi ve görüşten dolayı yanlışa düşürür.

 Kendi yerimizi ve durumumuzu kendimizin belirlemesinde daima hataya düşeriz.
O halde biz keşifçi olarak Tanrı’yı öğrenme yolunda yolumuza devam etmeliyiz.

 Tanrı’dan ne olduğumuzu bildirmesini istememeliyiz ve ululuk davasında bulunmamalıyız.
                                    *
RAVLİ

Popüler Yayınlar