Her birinin hali, sizce de
bilinmektedir.
Buradaki dostlar da
saygılarını sunuyorlar.
Bunlar arasında aziz, diri
gönüllü bir derviş var ki, Mevlâna eğer onun halini bilselerdi, ona tazim ve
hürmetten başka bir nazarla bakmazlardı.
On yıldan fazla bir zamandan
beri duacınız burada, onun meclisinde aşinalık ve dostluk gördüm.
Şam'a gittiğimiz zaman orada
da dostluğunu açıkça gösterdi.
Şimdi bu sene, Arakliye karışıklığında, Celâleddin'in oğlu Kadı Şahabeddin de buraya gelmişti.
Şimdi bu sene, Arakliye karışıklığında, Celâleddin'in oğlu Kadı Şahabeddin de buraya gelmişti.
Bir köşede kendi âleminde
meşguldü.
Şam'a gittiği zaman, eski
dostluk gereği olarak veda için uğramıştı. Birkaç gün beraber kaldık.
Başkaca bazı hadiseler oldu.
Buluşmamız sırasında
gördüğümüz rahat ve huzur ve candan muhabbetin derin izlerine şahit olduk.
Ben onunla öyle anlaştım ve
kaynaştım ki, eğer o bir tarafa giderse ben de giderim; çocukları yerlerinde bırakırdım.
Çünkü o yanımda olmadan
yaşayamam.
Yüz türlü kurnazlık yalvarma
ve hilelerle, hizmet yolu ile onu burada alıkoyduk. (M. 211)
Bir münasip kadınla
birleştirmek ve evlendirmek vaadiyle, onun burada yerleşmesini sağladık.Dün Perir geldi, değişik bir halde idi.
Büyük bir medresenin kapısından geçiyordum, gönlüme bir tiksinti geldi,
"Tokat'ta geçen bir hadiseden üzüldüm," dedi.
Bir topluluğun, onun
hakkında, hakikatte yalancı ve hasetçi insandır, dediklerini işitmiş.
O yüce dergâhtan ümidimiz
bundan fazla bir şey değildir.
Bari gönül almak, fukarayı
okşamak gibi elden geldiği kadar onun hatırını hoş etmeye emir buyursunlar ki,
o kırgınlık ve küskünlük tozları hatırından uçsun.
Dervişler ve azizler arasında
böyle bir derviş çok az bulunur, çok zor ele geçer.
Duacınız, taklitçi değildir. Bu meclistekiler de bu arık (Zayıf) kulun sözlerini işitmişlerdir.
Ben birçok aziz derviş gördüm, onlarla sohbette bulundum.
Yalancı ile gerçek erler
arasındaki farkı hem, sözleri yönünden, hern de davranışları yönünden anlarım.
Çok beğendiğim ve seçkin
kimselere de rastlarım.
Benim gönlüm her gördüğüne
baş eğmez, bu gönül kuşu her taneye eğilmez.
Şimurg, Hüma kuşu, bütün
kuşları yüksekten seyreder.
Onların himmetsizliklerini
(Tembellik edenleri), soysuzluklarını (Ahlaklarını bozduklarını,
temiz özelliklerini yitirdiklerini) görür.
Ama doğan kuşunda ayrı bir
himmet (Çalışma) görür, onda bir cevher, bir gönül alçaklığı
bulur, ona iltifat gösterir, onu beğenir.
Çünkü ötekiler bir saat uçar,
sonra alçaklara konarlar.
Doğan 'da her ne kadar Simurg’u
görecek kuvvet yoktur, ama Simurg’un nazarının etkisi
ile doğan, kendisinde bazı üstün vasıflar görür.Avcının biri aslan avlardı, köpeklerde havlardı.
Avcının köpeklere bağırtıp ürkütmemeleri ve ormana kaçırtmamaları için seslenmesi gerekirdi.
Siz de, şimdi aslana yakın
geldiniz, uzaktan ne baş ağrısı veriyorlar?
Bir silleye (Elin içiyle
vurulan tokat) bile lâyık değillerdir, namazdan da el çekiyorlarRabia Adeviye dedi ki: Gönlümü dünyaya gönderdim ki dünyayı görsün.
Sonra tekrar mana âlemine git dedim; bir de mana’yı gör.
Bana bir daha geri dönmedi.
Bilmiyorum ki, o sözü onlara nasıl ulaştırayım da sırlardan söz açayım.
Bilmiyorum ki, o sözü onlara nasıl ulaştırayım da sırlardan söz açayım.
Ama söz arasında sen çok
duygulanıyordun, sana garip bir hal geliyordu. (M.212)
Büyüklerin sözlerine itiraz
ettim, ama Mustafa Aleyhisselamın sözüne asla itirazda bulunmadın.
Bu bir dairedir ki kapısı,
ağzı da budur.
İçinden dolaşırsan, daireyi
dışından dolaşmış gibi olursun.
Eğer kaçacak yerini bulursan,
geri dönersin. Dairenin çevresini kendi kendine dolaşırsın, vazgeçersen yolu daha çok uzatırsın.
Eğer o kurtuluş noktasından geçersen, hep çöllere düşersin.
Yokluk ve ölüm yolunu tutarsın.
Bütün bunları söylüyorum ki, bir lokma gibi ağzına koyasın.
Onlar, lokmayı kulaklarının ardından yahut boyunlarından ağızlarına koyalım diye etrafta dolanırlar.
Ama damarları patlayabilir
yahut da bizim bir şeyler söylememizi isterler.
Başın kararlı olsun.
Başın kararlı olsun.
Diyorsun ki, Hazret İbrahim
'in annesi o ergin kadın başını havaya kaldırmış, Allah'a yalvarmıştır.
O İbrahim’in annesi idi.
Sende de hayırlı
niyet (Bir şeyi önceden istemek, düşünme, maksat) varsa, Allah senin işlerini
düzeltir.
Yedi yüz bin kişide ancak bir
kişi senin meclisinde feyz ( İlmini, aydınlatan görüşünü almadan) almadan ışık
saçabilir.
Ancak öteden beri âdet
böyledir, ferman böyledir.
Allah sözü haktır, değişmez
kanundur bazıları söz söylerken kendilerini kepaze (Utanmazlık etmek, rezil
duruma sokmak, gülünç duruma gelmek, değersiz hale gelmek) ederler.
Onlar, bizi ne kadar çirkin
görürler.
Eğersen güzelsen bizden
vazgeç.
0 Söz söylemeye, başlayınca
susturmak gerek.
Yoksa söyler de söyler,
patlayıncaya kadar söyler.
Çünkü başlangıçta onun işi
gücü budur.
O Seydî şöyle söyledi diye
anlatır.
Falan ve senin karının falan
arkadaşı, Seydî' den, bütün Bağdat halkından ta Halifeye kadar, bırak Halifeyi,
Bağdat'ta ne kadar zembilli (Sepet taşınan), ne kadar Halifenin adamı, hatta
suya düşmüş varsa hepsi de seni dinlemeye can atar.
Çünkü sen söyleyince maksattan uzaklaşıyorsun.
Kendini gayeden uzaklaştırıyor,
çok uzaklara koşuyorsun.
Sevgili her gün karşına
geliyor.
Sen onu karşılayacak yerde
geri kaçıyorsun ki, o da geri kaçsın.Biz Musa'nın. "Yarabbi kendini bana göster," dileği hakkındaki sözümüzü başka bir mesele dolayısıyla söyledik.
Yoksa ayrılık mümkündür demek için değil.
Her ne kadar onlar memleket
halkından ayrı yaşarlar, ama halk içine çıktıkları zaman da halktan kendilerine
verilmiş olan o ululuk mertebesinin manası onlarca daha belirgin anlaşılmış
olur.
(M. 213) Bir vakitler, dünya hikâyesi bana pek tatsız gelirdi, bütün gün, müminler Emir’in huzurunda, düşmanlar kötü şeyler söylerlerdi. Kabul etmezdi.
(M. 213) Bir vakitler, dünya hikâyesi bana pek tatsız gelirdi, bütün gün, müminler Emir’in huzurunda, düşmanlar kötü şeyler söylerlerdi. Kabul etmezdi.
Kendi kendine, "Şunları
bir sınayalım, bir sınavdan geçirelim; dedi. Birine şöyle sordu: .Kuran’da
buyrulan, "Onlar sağırdır, dilsizdir, kördür,'' sözlerinin tefsiri kâfirler hakkında mıdır?
"Hayır" dedi "O senin hakkındadır."
Halife incindi kendini
tutamadı. "Bu adamı götürün, hücreye atın," diye emir verdi"'
Âmâ o simya ilmi bilirdi
(Zaman ve mekan dürülmesini yani o an oradan vücuduyla dünyada başka bir yere
anında gitmesi), oradan sıçradı, kurtuldu.
Adam bir dostunu gönderdi, “
Ben onun yerini biliyorum diyesin," dedi. Zaten kaçak onun evindeydi.
Adam saraya gitti.
"Benim elimden şerbet içer misin?" diye sordular. Adam, "içmem,
ama korkudan ölürüm',' dedi.
"O halde halvet
olsun (Yalnız konuşma)," dedi.
"Saray halkından hiç
kimse bizim konuşmamızı duymasın; gönül hoşluğu ile onu buraya getirsinler, ben
onunla birlikte yemek yiyeyim." Lokmayı onun ağzına koydu.
"Sen benim karım
olursun, o bizim adamımızdır," dedi.
Yavaş-yavaş elini onun
çenesinin altına götürdü. "Bunun nişanı şöyle olacaktır.
Sen benim karım olacaksın,
tam bu saatte birlikte dışarı çıkacağız," dedi.
Birbiriyle şakalaşarak
çıkarken elini onun şalvarına uzattı.
Halife yerinden sıçradı
yumruğunu kaldırdı, o hemen şu cevabı verdi: "Görüyorsun
ki, sağır, dilsiz ve kör olan sensin.
Benim maksadım seni kızdırmaktı,
yoksa ben ne yapayım?
Birtakım oğlanlar toplanmışlar
bana düşmanlık yapıyorlar.
Hangi oğlan? Nerede o oğlan?"
***
MAKÂLÂT. Şems-i
Tebrizi.
Çeviren Mehmed
Nuri Gençosman.ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Şems Hazretlerinin daima Mevlana Hazretlerine dua
ettiğini, unutmadığını sevgi ve saygı bağını koparmadığını öğrendik.
2. Şems Hazretlerinin taklitçi biri olmadığını öğrendik.
3. Büyük birinin bakış tekniğini alanın o büyük gibi
güçlü olacağını öğrendik.
4. Aşağı âlemde yaşasak bile yukarı âlemden birine
bağlanıp yardımını aldığım zaman kuvvetleneceklerini öğrendik.
5. Doğan kuşunun kendi avını avladığını, başkasının
avladığını yemek için leşe konmadığını öğrendik.
6. Çok söz söyleyen değil, avcı olmamız (Büyük kişileri
avlayan) olmamız gerektiğini öğrendik.
7. Düzgün, temiz soyuna uygun çalışanların, kendilerini
cevher haline getirdiklerini, gönül alçaklığına sahip olanlarını görürsek
beğenmemiz ve iltifat etmemiz gerekir.
8. Büyük av peşindeysek sessizce avımıza yaklaşmamız,
gürültü etmememiz gerektiğini öğrendik.
9. Mana âlemini gidenlerin, görenlerin bu dünyanın
güzelliklerinin aldatıcı ve geçici olduğu anlayarak dünya işlerinden
uzaklaştıklarını öğrendik.
10.
Bütün sözlerin Peygamberimizin söz dairesinin
içinde ve çevresinde olduğunu, bunun dışına kaçanların mahvolacağını öğrendik.
11.
Bilgiyi
gezdirmeden, dolandırmadan usulüne göre almamız ve hazmetmemiz gerektiğini
öğrendik.
12.
İyi niyetle bir
işimiz varsa Tanrı’nın yanlış yola gidişimizi engelleyip düzelttiğini öğrendik.
13.
Yedi yüz bin
kişiden ancak bir kişinin Mevlana Hazretlerinin topluluğu dışında olan
birisinin ışık verebileceğini öğrendik.
14.
Sağlam yerden
öğrenmeyenlerin çok konuştuklarını, velileri sevmediklerini öğrendik.
15.
Maksada yönelik
sözler söylemek gerektiğini öğrendik.
16.
Halktan ayrı
kendisini yetiştirmiş kişilerin halk arasına girdikleri zaman ululuklarının
belli olacaklarını öğrendik.
İşte
böyle yaren,
Sözlerle
fazla uğraşılırsa, uzun anlatılırsa maksadın belirsizliğe gideceğini, konunun
bulanacağını, dinleyenin işine yarayan yararlı bir elde ediş olmayacağını öğrendik,
anladık.
Peygamber
efendimizin sözlerinin bir bütünlük içinde olduğunu, bize ışık verecek,
yolumuzu aydınlatacak sözlerin ve yönlendirmelerin muhakkak olacağını öğrendik,
anladık.
Başkasının
anlayışı üzerinden değil de kendi anlayışımızla öğrenip avcı olmamız, kendi
sözümüzü söyleyebilir olmamız gerektiğini öğrendik.
Sözü
öğrenmeden önce avcı büyüklerimizin (Şems Hazretleri ve Mevlana Hazretleri ve
dostlarının) avcılığını ve avcılık tekniğini öğrenmemiz gerektiğini öğrendik,
anladık.
Avcılık
tekniğini öğrenmek için de bir çırak gibi hizmet etmeliyiz ve sevgi ve saygıyla
bu büyüklerimize bağlanmalıyız.
Tanrı’yı
avlamak, avlamak kolay değildir.
Tanrı
gel beni avla der o bizi avlar.Burada av ve avcı devamlı yer değiştirir durur.
*
RAVLİ