(Severek bağlanmak, içten sevmek, âşık olmak)
Haftadan haftaya bir kere gel
de, Allah şöyle buyurdu, Allahın Resulü böyle dedi, diye hatırına gelenleri
onlara anlat.
Gece gündüz hayır duanızla meşgulüm,
Çünkü yolda kazalar vardır.
Biri gelecek kaza, öteki de
hemen gelip çatan kazadır.
Gelip çatan kaza
dua ile geri dönmez.
Ama gelecek olanı dua ile geri çevirebilirsin.
Bazıları bizim Allah’ımız
hoştur, bizim Allah’ımız iyidir, ama başkaları için değildir, derler. Böyle bir heves içinde bir Allah bulurlar.
Bazıları da kendi hayallerini
Allah sanırlar. Kuran’da:
"Allah kullarına lütfedicidir," (Lütfedici: Hoşluk, güzellik veren, iyi muamele eden, iyilik verendir)
(K. 42/17) buyrulmuştur. (M. 230)
Ayette (kullarına) buyurdu, ama nerede o
kullar?
Kumarbazın birini zamanenin
adaletli veziri Şemseddini Tuğrai'nin huzuruna götürdüler.
Şemseddin, vakti.Büzrüçmihri (Sevilen büyük) idi.
Adam, bana inanır mısınız?
Dedi.
Şeyh o adamları bana getirin,
buyurdu.
Şemseddin sordu:
Hangi şeyh? Filân şeyh, dedi.
Vezir, eğer başkası olsaydı senin öcünü alırdı.
Ama o eğer aranızda ise git onun ayağına kapan! Dedi.
Kumarbaz, ulu vezirim, dedi, sen eğer bu işi yapacaksan, sana bir sıpa satın almak gerek, ben de senin eşeğini sürerim.
Vezir dedi ki: Mübarek gördün
ki o bahtsız adam bana ne söyledi.
O adam ki sayılı vezirlerin
huzurunda konuşuyor, lanet ona olsun.
Ben yüz bin kere bu işi
yaptım.
Hiç benden işittin mi? Yahut hiç kimseye böyle bir şey söylediğimi duydun mu?
Sonra sordu: Sen balığı bilir misin?
Kumarbaz, evet dedi, bilirim.
O halde balığın nişanını (Özelliğini) anlat.
Deve gibi iki başlıdır, dedi.
Ha, dedi.Vezir; sen balığı bilmediğin gibi deveyi de bilmediğin anlaşıldı.
O kargaya leş verme sonra alışır da her zaman ister.
Sana, ölü eti gerekmez, diri eti yaraşır.
Bu sözleri, maslahat gereği şaka olsun diye söylüyordu; yoksa cimriliğinden değil.
Öğrenmekle elde edilen zahir (Dıştan görünen) bilgilerinden kaçınma.
Yoksa bana bir yolda yürümek ne kadar zorlaşır idi.
Bunun en çetin feryat ve
şikâyetini Bayezid de yapmıştır.
Bunu söylemek ancak Hazreti
Peygambere yaraşır, dedin.
Önce mazlum ve yumuşak bir
halde geldi; görüyorsun ki bu yol için neler söyledi.
Ben geldim, dedim; sen ne yaptın?
Benim için iki dirhem verdin, o da dağıtırken üç dirhem verdi.
Mevlâna buyurdu ki:
Başka neyin var? Varsa bana bir kaftan verir misin?
Şahap, Şam'da diyordu ki:
Benim için en akla yakın düşünce şudur:
Allah kendi kendini bağlamıştır.
Dilediği gibi hareket etmez.
Fahreddin'i Razî ise Sultan
Muhammed Harzem Şahın yağlı lokmaları ile giydirdiği kaftanların, verdiği
altınların hatırı için ona, kendi iradesiyle dilediği gibi hareket eder,
demiştir.
Dedi ki: Hayat benim için öyle bir şeydir ki, ağır bir yük haline geldi mi, ağır bir hamal semeri gibi insanın boynundan asılır, ayağı çamurda kalır.
Dedi ki: Hayat benim için öyle bir şeydir ki, ağır bir yük haline geldi mi, ağır bir hamal semeri gibi insanın boynundan asılır, ayağı çamurda kalır.
Eğer yaşlı ve arık bir hal
almışsa, biri gerektir ki, onun ansızın urganını kessin de, o ağır yük
boynundan düşsün, o da böylece kurtulsun.
(M. 231)
(M. 231)
Şahab’ın yanına geldiler, binlerce akla yakın sözler dinlediler.
Ondan faydalandılar, secde
ettiler. Dışarı çıkınca dediler ki: bu bir felsefecidir.
Her konuda bilgin olan bir filozoftur.
Ben onları kitaptan sildim.
O her
şeyde bilgin olan ancak Allah’dır dedim ve şöyle yazdım: Filozof çok
şeylerde bilgindir.
Kıyameti anlatırken, dedi ki:
Bir gün feleğin dönüşü
hareketini durdurursa, kıyamet o zaman kopar. Âlem nasıl yerinde durabilir? Dedim.
Derler ki peygamberler hikmet
ehlidirler, ancak halkın maslahatı icabı böyle söylemişlerdir.
Hazreti Ali'nin buyurduğu
gibi, eğer iş senin dediğin gibi ise, hep kurtulduk demektir.
O konuda insanlar acizdir
O bahsi konuşmaktan kaçınmak
ve bu konuyu kesip atmak gerekiyor. Bu, Kuran’da buyrulduğu gibi:
"Bir gün yeryüzü
başka bir yerle değiştirildiği, gökler altüst olduğu zamanda ancak her şeyi yok
eden tek Allah kalacaktır," (K. 14/39) ve buna benzer ayetlerde ve
yine:
"O gün, gökleri kitap yaprakları gibi katlarız." (K. 21 /104)
anlamındaki ayette de anlatılmıştır.
Şimdi bu görünen yeryüzünü
ortadan kaldırır ve gökleri bir araya toplarlarsa, o zaman ne olacaktır?
Nihayet bunlar olacaksa o
bilginler neyi hesap edecekler. Bunların gereği de yok.
Fahreddin’i Razî, felsefeciydi.
Yahut da onlardan sayılırdı.
Harzem Şah ile aralarında bir
buluşma oldu.
Fahreddin söze başladı:
Bütün bilgi dallarını
inceledim, gelip geçenlerle şimdiki yazarların bütün kitaplarını gözden
geçirdim.
Eflatun çağından bu güne
kadar makbul sayılan her eserin benim nazarımda şüpheli olan taraflarını
araştırdım.
Her birini de açıkça ve aydın
bir görüşle inceden inceye okuyarak kafama yerleştirdim.
Daha önce geçenlerin
defterlerini altüst ettim.
Her birinin yeteneğini öğrendim,
kendi zamanımın bilginlerini de çırçıplak meydana çıkardım.
Her birinin bilgi derecesini anladım, dedikten sonra; falan fende, falanca fende diye sayıp döktü.
Her birinin bilgi derecesini anladım, dedikten sonra; falan fende, falanca fende diye sayıp döktü.
Sonra işi öyle bir noktaya
getirdim ki, bende hiç bir vehim kalmasın, dedi.
Fahri Razî, sarayın ileri gelen emirlerindendi.
Fahri Razî, sarayın ileri gelen emirlerindendi.
Onu kötülemek için diyorlardı
ki:
Sende o ilimlerden başka bir
bilgi daha var, ama biliyoruz ki sen kâfirlerdensin!
Korkarak kaçan bir kalabalık
gördüm.
Biraz daha gidince beni
korkutmaya başladılar.
Onlar korkuyorlardı ki, sakın
bir ejderha ortaya çıkıp da âlemi bir lokma gibi yutmasın.
Ama benim ondan yana hiç
korkum yoktu.
Biraz daha ilerledim, büyük
geniş bir demir kapı gördüm; onun karşısında bir kapı daha vardı ki, tavsife
sığmaz (Anlatılması zor) derecede geniş fakat kapalı idi. (M. 232)
Üstüne anahtar konmuş belki
beş yüz batman ağırlığında vardı.
O yedi başlı ejderha
buradaydı.
Sakın, dedi, bu kapıya
yaklaşma!
Benim gayret ve yiğitlik
damarım ayaklandı, kapıya vurdum, anahtarı kırdım, içeri girdim.
Bir böcek gördüm hemen, aşağı
çektim ayağımın altında ezdim.
Allah bilir...Bu gün acaba neden onun bütün sözleri böcek üstünedir.
Onun bütün kitapları, eserleri hep böcektir.
Elif, herkesçe bilinir ki,
Eliftir; onu başka harflerle tanımlamaya gerek yoktur.
Ama başka bilinmeyen harfleri açıklamak gerektir.
B harfi ile beraber bütün
Ebcet harflerini (Harflerin sayı olarak değeri) yorumlamak ister.
Başkaları bunu anlamaz.
Kuran'a da yorum
gerektir:Elif harfi bağımsızdır.
Allah kelimesinin başına oturmuştur.
B harfi gönlünde onun sevgisini taşır, onun ayağına baş
koymuştur.
Şimdi sen insaf et!
Böyle bir yaşantıya kimin
gücü yeter?
Birine alçakgönüllülük
gösterdim mi benden ürküyor; düşmanca dışarı fırlıyor.
Mısra:
Nefsine ziyan
verenin kime faydası olur?
(Kendisine faydası olmayanın,
kendisine zarar verenin başkasına faydası olmaz)
Nihayet bunu uzaklaştırmak gerek.
Nihayet bunu uzaklaştırmak gerek.
Bunun misali şudur:
Şahlardan biri güzel bir Arap
atına binmiş yoldan geçerken köpekler her taraftan havlamaya başlar.
Bundan şaha ne ziyan var? Belki faydası vardır.
Tebriz'e daha erken varır;
işine daha çabuk yetişir.
O köpekler, apteshanede
geberir giderler.
Şah da onlara karşı duyduğu
merhametten dolayı der ki:
Bana sizin havlamanızın
faydası oldu, benim işimi çabuklaştırdınız.
Ancak ben kendi menfaatimden
vazgeçtim, yemek zamanına daha çabuk yetiştim.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren
Mehmed Nuri Gençosman.ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1.
Tanrı’ya âşık
olan, içten seven, severek bağlanan topluluklar olduğunu, Tanrı erlerinin de
haftada bir defa ziyaret edip o topluluğa Allah ve peygamberini anlatması
gerektiğini öğrendik.
2.
Olacağı önceden
Tanrı tarafından takdir olunan kazanın başımıza geldiği zaman geri
dönmeyeceğini öğrendik.
3.
Başımıza gelecek
olan kazanın dua ile geri döndürülebileceğini
öğrendik.
4.
Kendi isteklerini yapan, kendilerine iyi başkalarına kötü
ve hayallerle oluşturulan Tanrı’nın gerçek Tanrı olmadığını öğrendik.
5.
Tanrı’nın kullarına hoşluk, güzellik veren, iyi muamele eden, iyilik veren olduğunu,
bu açıkça ayette belirtildiğine ve uygulandığını görüp anlayan insanın az
olduğunu öğrendik.
6.
Tanrı’nın kullarına neler yapacağını açıkça belirterek
kendini bağladığını, kendini mecbur kıldığını öğrendik.
7.
Bilgisinden görüşünden faydalanıp yüz yüze iken saygı
gösterip yanından ayrıldıktan sonra iki yüzlülük yapıp eleştirip küçülten ile
arkadaşlık, dostluk yapılmayacağını öğrendik.
8.
Bilgin olmayan birisinin bir bilgin hakkında
söylediklerinin doğru ve isabetli olamayacağını öğrendik.
9.
Verilen örneklere dikkat edersek o kişinin söylediği
konuda ne kadar bilgi sahibi olup olmadığını anlayabileceğimizi öğrendik.
10.
Başkasının sözünü
aktararak bilgin olunamayacağını öğrendik.
11.
Ayette nasıl
söylenmişse aynen olacağını öğrendik.
12.
Bilgiden daha ileri inanç olduğunu, inanarak cesaretle
yol alanın kafasında büyüttüğü, korku oluşturduğu canavarın aslında bir böcek
olduğunu, kolayca yok edilebileceğini öğrendik.
13.
Tanrı inancı olmayanların korkuyu kullandıklarını, inananları
durdurmak, yoldan vazgeçirmek için bir böceği bile canavar gibi anlatıp
inandırmaya uğraştıklarını öğrendik.
14.
Harflerin Tanrı’yı anlattığını, Tanrı sevgisini
taşıdığını, gönlümüze Tanrı sevgisini koymaya yaradığını öğrendik.
15.
Her şeyde muhakkak fayda olduğunu ve bizim de bu faydayı
görmemiz gerektiğini öğürendik.
Doğrular ve gerçekler yerinde her zaman durmaktadır.
Her insan kendi bakış ve istekleri ile bu doğruları anlamaya,
başkalarına anlatmaya çalışır ve bundan da bir kazanç bekler.
Tarafsız, yansız yani özgür bir düşünceye sahip olmayanlar tam
doğruyu göremezler ancak sınırlı görebildiklerini de gerçekliğin son noktası
diye takdim ederler.
Sözlerin önemini bir daha
dikkate almamız ve anlayışımızı ilk kaynaktan temiz bir şekilde almamız
gerekmektedir.
Yaşam şartları diye bize
gerekmeyen birçok bilgiler aldık ve bunların karmaşası içinde doğruyu bulmaya,
doğru yaşamaya çalışıyoruz.
Tanrı yolunda gidenlere ve bu
yoldan çıkmayanlara perde kalkıp doğru olduğu gibi gösterilecektir.
*
RAVLİ