19 Ekim 2012 Cuma

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE MEVLANA HAZRETLERİNE MEKTUP 13

Bir topluluk vardır ki, gönülleri bağlamıştır.
(Severek bağlanmak, içten sevmek, âşık olmak)

Haftadan haftaya bir kere gel de, Allah şöyle buyurdu, Allahın Resulü böyle dedi, diye hatırına gelenleri onlara anlat.

Gece gündüz hayır duanızla meşgulüm,
Çünkü yolda kazalar vardır.

Biri gelecek kaza, öteki de hemen gelip çatan kazadır.
Gelip çatan kaza dua ile geri dönmez.

Ama gelecek olanı dua ile geri çevirebilirsin.
Bazıları bizim Allah’ımız hoştur, bizim Allah’ımız iyidir, ama başkaları için değildir, derler.
Böyle bir heves içinde bir Allah bulurlar.

Bazıları da kendi hayallerini Allah sanırlar. Kuran’da:
"Allah kullarına lütfedicidir,"
(Lütfedici: Hoşluk, güzellik veren, iyi muamele eden, iyilik verendir)
(K. 42/17) buyrulmuştur. (M. 230)

Ayette (kullarına) buyurdu, ama nerede o kullar?

Kumarbazın birini zamanenin adaletli veziri Şemseddini Tuğrai'nin huzuruna götürdüler.
Şemseddin, vakti.
Büzrüçmihri (Sevilen büyük) idi.

Adam, bana inanır mısınız? Dedi.
Şeyh o adamları bana getirin, buyurdu.

Şemseddin sordu:
Hangi şeyh?
Filân şeyh, dedi.
Vezir, eğer başkası olsaydı senin öcünü alırdı.

Ama o eğer aranızda ise git onun ayağına kapan! Dedi.
Kumarbaz, ulu vezirim, dedi, sen eğer bu işi yapacaksan, sana bir sıpa satın almak gerek, ben de senin eşeğini sürerim.

Vezir dedi ki: Mübarek gördün ki o bahtsız adam bana ne söyledi.
O adam ki sayılı vezirlerin huzurunda konuşuyor, lanet ona olsun.

Ben yüz bin kere bu işi yaptım.
Hiç benden işittin mi?
Yahut hiç kimseye böyle bir şey söylediğimi duydun mu?

Sonra sordu: Sen balığı bilir misin?
Kumarbaz, evet dedi, bilirim.
O halde balığın nişanını (Özelliğini) anlat.

Deve gibi iki başlıdır, dedi.
Ha, dedi.
Vezir; sen balığı bilmediğin gibi deveyi de bilmediğin anlaşıldı.
O kargaya leş verme sonra alışır da her zaman ister.


Sana, ölü eti gerekmez, diri eti yaraşır.
Bu sözleri, maslahat gereği şaka olsun diye söylüyordu; yoksa cimriliğinden değil.

Öğrenmekle elde edilen zahir (Dıştan görünen) bilgilerinden kaçınma.
Yoksa bana bir yolda yürümek ne kadar zorlaşır idi.

Bunun en çetin feryat ve şikâyetini Bayezid de yapmıştır.
Bunu söylemek ancak Hazreti Peygambere yaraşır, dedin.

Önce mazlum ve yumuşak bir halde geldi; görüyorsun ki bu yol için neler söyledi.

Ben geldim, dedim; sen ne yaptın?
Benim için iki dirhem verdin, o da dağıtırken üç dirhem verdi.

Mevlâna buyurdu ki:
Başka neyin var?
Varsa bana bir kaftan verir misin?

Şahap, Şam'da diyordu ki:

Benim için en akla yakın düşünce şudur:
Allah kendi kendini bağlamıştır.
Dilediği gibi hareket etmez.

Fahreddin'i Razî ise Sultan Muhammed Harzem Şahın yağlı lokmaları ile giydirdiği kaftanların, verdiği altınların hatırı için ona, kendi iradesiyle dilediği gibi hareket eder, demiştir.

Dedi ki: Hayat benim için öyle bir şeydir ki, ağır bir yük haline geldi mi, ağır bir hamal semeri gibi insanın boynundan asılır, ayağı çamurda kalır.

Eğer yaşlı ve arık bir hal almışsa, biri gerektir ki, onun ansızın urganını kessin de, o ağır yük boynundan düşsün, o da böylece kurtulsun.

(M. 231)
Şahab’ın yanına geldiler, binlerce akla yakın sözler dinlediler.
Ondan faydalandılar, secde ettiler.

Dışarı çıkınca dediler ki: bu bir felsefecidir.
Her konuda bilgin olan bir filozoftur.
Ben onları kitaptan sildim.

O her şeyde bilgin olan ancak Allah’dır dedim ve şöyle yazdım: Filozof çok şeylerde bilgindir.

Kıyameti anlatırken, dedi ki:
Bir gün feleğin dönüşü hareketini durdurursa, kıyamet o zaman kopar. Âlem nasıl yerinde durabilir? Dedim.

Derler ki peygamberler hikmet ehlidirler, ancak halkın maslahatı icabı böyle söylemişlerdir.

Hazreti Ali'nin buyurduğu gibi, eğer iş senin dediğin gibi ise, hep kurtulduk demektir.
O konuda insanlar acizdir

O bahsi konuşmaktan kaçınmak ve bu konuyu kesip atmak gerekiyor. Bu, Kuran’da buyrulduğu gibi:
 "Bir gün yeryüzü başka bir yerle değiştirildiği, gökler altüst olduğu zamanda ancak her şeyi yok eden tek Allah kalacaktır," (K. 14/39) ve buna benzer ayetlerde ve yine:

"O gün, gökleri kitap yaprakları gibi katlarız." (K. 21 /104) anlamındaki ayette de anlatılmıştır.

Şimdi bu görünen yeryüzünü ortadan kaldırır ve gökleri bir araya toplarlarsa, o zaman ne olacaktır?
Nihayet bunlar olacaksa o bilginler neyi hesap edecekler.
Bunların gereği de yok.

Fahreddin’i Razî, felsefeciydi.

Yahut da onlardan sayılırdı.

Harzem Şah ile aralarında bir buluşma oldu.
Fahreddin söze başladı:

Bütün bilgi dallarını inceledim, gelip geçenlerle şimdiki yazarların bütün kitaplarını gözden geçirdim.

Eflatun çağından bu güne kadar makbul sayılan her eserin benim nazarımda şüpheli olan taraflarını araştırdım.

Her birini de açıkça ve aydın bir görüşle inceden inceye okuyarak kafama yerleştirdim.

Daha önce geçenlerin defterlerini altüst ettim.

Her birinin yeteneğini öğrendim, kendi zamanımın bilginlerini de çırçıplak meydana çıkardım.

Her birinin bilgi derecesini anladım, dedikten sonra; falan fende, falanca fende diye sayıp döktü.

Sonra işi öyle bir noktaya getirdim ki, bende hiç bir vehim kalmasın, dedi.
Fahri Razî, sarayın ileri gelen emirlerindendi.

Onu kötülemek için diyorlardı ki:
Sende o ilimlerden başka bir bilgi daha var, ama biliyoruz ki sen kâfirlerdensin!

Korkarak kaçan bir kalabalık gördüm.
Biraz daha gidince beni korkutmaya başladılar.

Onlar korkuyorlardı ki, sakın bir ejderha ortaya çıkıp da âlemi bir lokma gibi yutmasın.

Ama benim ondan yana hiç korkum yoktu.
Biraz daha ilerledim, büyük geniş bir demir kapı gördüm; onun karşısında bir kapı daha vardı ki, tavsife sığmaz (Anlatılması zor) derecede geniş fakat kapalı idi. (M. 232)

Üstüne anahtar konmuş belki beş yüz batman ağırlığında vardı.
O yedi başlı ejderha buradaydı.

Sakın, dedi, bu kapıya yaklaşma!
Benim gayret ve yiğitlik damarım ayaklandı, kapıya vurdum, anahtarı kırdım, içeri girdim.

Bir böcek gördüm hemen, aşağı çektim ayağımın altında ezdim.
Allah bilir...

Bu gün acaba neden onun bütün sözleri böcek üstünedir.

Onun bütün kitapları, eserleri hep böcektir.

Elif, herkesçe bilinir ki, Eliftir; onu başka harflerle tanımlamaya gerek yoktur.
Ama başka bilinmeyen harfleri açıklamak gerektir.

B harfi ile beraber bütün Ebcet harflerini (Harflerin sayı olarak değeri) yorumlamak ister.

Başkaları bunu anlamaz.
Kuran'a da yorum gerektir:

Elif harfi bağımsızdır.

Allah kelimesinin başına oturmuştur.

B harfi gönlünde onun sevgisini taşır, onun ayağına baş koymuştur.

Şimdi sen insaf et!
Böyle bir yaşantıya kimin gücü yeter?

Birine alçakgönüllülük gösterdim mi benden ürküyor; düşmanca dışarı fırlıyor.

Mısra:
Nefsine ziyan verenin kime faydası olur?

(Kendisine faydası olmayanın, kendisine zarar verenin başkasına faydası olmaz)
Nihayet bunu uzaklaştırmak gerek.

Bunun misali şudur:

Şahlardan biri güzel bir Arap atına binmiş yoldan geçerken köpekler her taraftan havlamaya başlar.
Bundan şaha ne ziyan var?
Belki faydası vardır.

Tebriz'e daha erken varır; işine daha çabuk yetişir.
O köpekler, apteshanede geberir giderler.

Şah da onlara karşı duyduğu merhametten dolayı der ki:
Bana sizin havlamanızın faydası oldu, benim işimi çabuklaştırdınız.

Ancak ben kendi menfaatimden vazgeçtim, yemek zamanına daha çabuk yetiştim.

                  ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***

Neler öğrendik:

1.   Tanrı’ya âşık olan, içten seven, severek bağlanan topluluklar olduğunu, Tanrı erlerinin de haftada bir defa ziyaret edip o topluluğa Allah ve peygamberini anlatması gerektiğini öğrendik.

2.   Olacağı önceden Tanrı tarafından takdir olunan kazanın başımıza geldiği zaman geri dönmeyeceğini öğrendik.

3.   Başımıza gelecek olan kazanın dua ile geri döndürülebileceğini öğrendik.

4.   Kendi isteklerini yapan, kendilerine iyi başkalarına kötü ve hayallerle oluşturulan Tanrı’nın gerçek Tanrı olmadığını öğrendik.

5.   Tanrı’nın kullarına hoşluk, güzellik veren, iyi muamele eden, iyilik veren olduğunu, bu açıkça ayette belirtildiğine ve uygulandığını görüp anlayan insanın az olduğunu öğrendik.

6.   Tanrı’nın kullarına neler yapacağını açıkça belirterek kendini bağladığını, kendini mecbur kıldığını öğrendik.

7.   Bilgisinden görüşünden faydalanıp yüz yüze iken saygı gösterip yanından ayrıldıktan sonra iki yüzlülük yapıp eleştirip küçülten ile arkadaşlık, dostluk yapılmayacağını öğrendik.

8.   Bilgin olmayan birisinin bir bilgin hakkında söylediklerinin doğru ve isabetli olamayacağını öğrendik.

9.   Verilen örneklere dikkat edersek o kişinin söylediği konuda ne kadar bilgi sahibi olup olmadığını anlayabileceğimizi öğrendik.

10.                   Başkasının sözünü aktararak bilgin olunamayacağını öğrendik.

11.                   Ayette nasıl söylenmişse aynen olacağını öğrendik.

12.                  Bilgiden daha ileri inanç olduğunu, inanarak cesaretle yol alanın kafasında büyüttüğü, korku oluşturduğu canavarın aslında bir böcek olduğunu, kolayca yok edilebileceğini öğrendik.

13.                  Tanrı inancı olmayanların korkuyu kullandıklarını, inananları durdurmak, yoldan vazgeçirmek için bir böceği bile canavar gibi anlatıp inandırmaya uğraştıklarını öğrendik.

14.                  Harflerin Tanrı’yı anlattığını, Tanrı sevgisini taşıdığını, gönlümüze Tanrı sevgisini koymaya yaradığını öğrendik.

15.                  Her şeyde muhakkak fayda olduğunu ve bizim de bu faydayı görmemiz gerektiğini öğürendik.

 İşte böyle yaren,
Doğrular ve gerçekler yerinde her zaman durmaktadır.

Her insan kendi bakış ve istekleri ile bu doğruları anlamaya, başkalarına anlatmaya çalışır ve bundan da bir kazanç bekler.

Tarafsız, yansız yani özgür bir düşünceye sahip olmayanlar tam doğruyu göremezler ancak sınırlı görebildiklerini de gerçekliğin son noktası diye takdim ederler.

Sözlerin önemini bir daha dikkate almamız ve anlayışımızı ilk kaynaktan temiz bir şekilde almamız gerekmektedir.

Yaşam şartları diye bize gerekmeyen birçok bilgiler aldık ve bunların karmaşası içinde doğruyu bulmaya, doğru yaşamaya çalışıyoruz.

Tanrı yolunda gidenlere ve bu yoldan çıkmayanlara perde kalkıp doğru olduğu gibi gösterilecektir.

 İnşallah bundan yararlanan kullardan oluruz.

                                  *
RAVLİ

Popüler Yayınlar