20 Ekim 2012 Cumartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE MEVLANA HAZRETLERİNE MEKTUP 14

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adiyle başlarım.
Allah adiyle.
Allah adiyle söyle ki, odur, odur.

Şimdi bana gereken bu Haşr'in yani kıyamet gününde toplanmanın nasıl olacağını anlatmaktır.


Bu ten, bu ceset, ten olduğu müddetçe ne faydası var?
Her kim ölürse onun kıyameti kopmuş demektir.

O öz, Allah ile birlikte ölümsüzdür.
Bunlar da doğarlar.

Güneş bütün âlemi aydınlatır.

Ağzından içeri giren o aydınlıkla, benim nağmelerimden dışarıya nur fışkırıyor.

Siyah harfler altında parlıyor.
Nihayet bu güneş geceleri de parlamaktadır.

Yerlerin, göklerin yüzü onunla aydınlanıyor.
Güneşin yüzü Mevlâna'ya dönüktür, çünkü Mevlâna'nın yüzü de güneşe dönüktür.(M. 233)

"O imanlı kişiler ki, bizi arama yolunda savaşırlar, onları mutlaka yollarımızda hidayete (Hak yoluna, doğru yola) eriştireceğiz,"
(K. 29/69) anlamındaki ayet, tertip bakımından matlup, yani devriktir.

Benim için efendi konağı burada kurulmuştur.
Uygunsuz misafir gerekmez.

Gazneli Mahmud, Ayaz'a, burada otur, dedi.

Ayaz'dan hiç itiraz beklenir mi?

Şah istiyordu ki, Ayaz herhangi bir durumda kendisine itiraz etsin. Acaba nasıl itiraz edecek; bunu öğrenmek istiyordu.

Şah dedi ki: Benim gibi binlerce insan kafasını bir pul için kestirenler, ibret (Ders) alsınlar diye yaparlar bunu.

Nasıl ki, Kazvinli zabıta âmiri idi ve annesini öldürdü.
Zındıklar anlasın ki, o hiç çekinmeden bu işi yapar.

Çalgıcılardan birinin sesi kötüydü.
Biri kendisine, yahu dedi, sen kendi sesini işitmiyor musun?

Çalgıcı dedi ki, şimdi işittiğim benim öz malımdır, konak sahibinin malı değildir, bu başka yerdendir.

Düşünmüyor musun ki, benim bu eve yol bulmam, kendi kadınıma kavuşmak gibi, Cebrail'den gelen bir gayret yüzündendir.
Bana iyi bakasın diye.

Bana öyle yakın oldun karşımda öylesine saygılı oturuyordun ki, tıpkı bir evlâdın babası önünde oturması gibi.

Kendisine bir parça ekmek vereyim diye bana yönelmiş bir evlât sanki.
Bu kuvveti hiç görmüyor musun?

Bu keli nasıl yola getireyim ki şaşıp kalasın!
Ben bir maksadın peşinde koşarsam herkes tarafından beğenilirim.

Nasıl ki, Hazreti Peygamber (Salât ve selâm ona olsun), şahitlik meselesinde buyurdular ki:

Bir şahit daha lâzım; olayda iki kişinin tanıklık etmesi gerektir.

Sonra, Zülyedeyn (Çifte elli) diye anılan sahabe, Ebu Muhammed Amr Bin Abd'ın şahitliğini iki kişinin yerine kabul etti.

Amr, bu hadiseye ben şahidim, dedi.
Bunun üzerine hüküm verildi.

Halvet (Yalnız kalınca) olduktan sonra Hazreti Peygamber ona sordu:
Ben biliyorum ki, sen bu işte hazır değildin, nasıl şahitlik ettin?

Amr, ey Allah’ın Resulü! Dedi,
Bizim hiç bilmediğimiz bu kadar gayıp âleminin haberlerini, başlangıç ve son hakkında verdiğin bilgileri kabul ettik, gerçekledik, bunlara şahitlik ettik de, bu kadar küçük bir şeyi mi esirgeyeceğiz?

Bu sözler asıl konuşulanların tıpkısı değildir.
Çünkü sözün aslı gönülden kopmuş olan sözdür.
Çünkü bütün gerçek sözler gönülden kopar.

Artık gel!

Bizim işlerimiz var, ne kaçamak yapıp duruyorsun?
Ayağına bir köstek mi vurmalı ki kaçmayasın!

Köstek kabul etmiyorsan, canımı, gönlümü ayaklarının altına sereyim. Yine faydası yok, bırakıyorum.
Tene de yol yok.

Falcının biri Şaha, ey Şah!
Adın nedir? Dedi.
Sana fal açayım.

Şah, git, dedi, ey pezevenk! (M. 234)
Babanın adı ne?
Deyince şimdi ona iltifatsız davranmak gerek ki, buraya gelsin dedi.

Sen ne kadar önde gidersen, arkadan gelen az olur.
Güzel çocuklar böyle yaparlar; öğretmenleri de hep onlara evet derler.

Mısra:
O tatlı dudaklarınla beni yüzsüz eden sensin!

Sen naziksin, bizim birçok sözlerimize karşı takat getiremezsin! Benim ağzım unla doludur; dışarı püskürürüm.


Sen zayıf düştün, bende de öyle bir kuvvet var ki, daracık bir deri içinde dayanıklı ve dirençliyim.

Düşman onun önünde ne kadar daha kuvvetli olursa ancak beni incitir.
Sen hep inciniyorsun, zayıf düşüyorsun!

Beni binlerce kez incitseler bile daha kuvvetli olmaktan, daha yüce ve kudretli olmaktan başka bir etki yapmaz.


Ben cehenneme de, cennete de, pazara da gidebilirim; ama sen nazik ve narinsin, gidemezsin!
Her ilmi, Arapça olsun, başka dilden olsun Farsçaya çeviririm.

Söyle ki söyleyeyim!
Farsça odur, Arapça da budur.
Onun tabiatına, arzusuna göre konuşurum.

Arapça odur ki, üstün bir Arapça olsun, doğru konuşulsun, uyku getirici olmasın.

Senin uykun, uyanıklık gibidir, ama yine de uyuma.
Nasıl olur?

Efendi uyanık, olsun da uşak uyusun!
Öyle olsun senin uykun; hep uyanıklık ve ayıklık olsun!

Bir bıçağın hatırı (Hatırlattığını unutmamak) için yedi tane bıçağı sattım.

Bu bıçak da feryat etti, beni de bırak, dedi, hepsini sattın, dedi.

Senin durumun şuna benzer:
Hazreti Muhammed Aleyhisselâm, eğer hiç kimseyi İslam’a davet etmeseydi daha kârlı çıkacaktı.
Ondan hiç bir mucize istediler mi?

Eğer biz de Şemseddin'e Müslüman ol, demeseydik bize hiç düşman olmaz, belki de çok saygı gösterirlerdi.

Her meyvenin pişmiş aşı gelince, onun turfanda zamanındaki tadını vermez.
Önce kiraz ve marul çıkar; arkadan zerdali yetişir, daha sonra da karpuz, üzüm gelir.

Nasıl ki, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm ile kendinden önce gelen nebilerin şeriatı hükümsüz kaldı.


Nice Müslüman, kâfirlerden ilk defa bir şey sınamadıkça yanaşmazlar. O can bile olsa, ondan sakın; ona can ol! Deyiver.

Can odur ki, ondan rahatlık doğar.
Ondan nasıl olur da üzüntü ve ıstırap doğar.
Bunu söyleyince kalbim ağrıyor.

Nasıl ki, biri bana, sen demiyor musun ki, gönlüm eziliyor, demişti. Eğer onlardan olsaydın, yüz parçayı yerli yerine getirir içinde yanardın. (M. 235)

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Rahman ve rahim olan Allah adıyla söylemeye başlamamız gerektiğini öğrendik.

2.   Kıyametin biz ölünce kopmuş olduğunu öğrendik.

3.   İnsanın özünün ölmediğini Allah’la birlikte ölümsüz olduğunu, ölümle yeni doğuş olduğunu öğrendik.

4.   Şems Hazretlerinin sözlerinin batmayan bir güneş nurları gibi daima karanlığı, bilinmezliği yok edip aydınlattığını öğrendik.

5.   Mevlana Hazretlerinin imanlı olduğunu Tanrı’nın da kendisine yaklaşacak yolu gösterdiğini öğrendik.

6.   Başkaları ders alsın, korksunlar diye ağır cezalar verildiğini öğrendik.

7.   Kişinin kötü de olsa özüne sahip çıkıp kendi malı olarak kabul ettiğini öğrendik.

8.   Bir amacı olanın ve amacı peşinde koşanın beğenileceğini öğrendik.

9.   Bir olayı doğru kabul etmek için iki kişinin şahitlik etmesi gerektiğini öğrendik.

10.                  Gerçek sözün gönülden geldiğini, bu sözün delilsiz, şahitsiz kabul edilebileceğini öğrendik.

11.                  Şems Hazretlerinin davetini kabul etmemiz gerektiğini, kaçmakla kurtuluşa eremeyeceğimizi öğrendik.

12.                  Görünür yüceliği görmeyen kişiye değer vermemek gerektiğini öğrendik.

13.                  Önde giden insanların takipçisinin az olduğunu öğrendik.

14.                   Alıngan olanın zayıf düşeceğini, bu durumu bilenin kendini bu zayıflığın etkisine teslim etmemesi gerektiğini öğrendik.

15.                  Uykumuzun bile uyanıklık ve bilinçte olması gerektiğini öğrendik.

16.                  Davet edilen kişinin sanki tuzağa düşecek gibi algıladığını ve davet eden kişiye peşinen karşı duruş göstereceğini öğrendik.

17.                  Her şeyin zamanı gelince kendini gösterdiğini öğrendik.

18.                  Can kaynaklı bir gelişin rahatlık verdiğini öğrendik.

19.                  Candan olmayan bir sözün ve davranışın üzüntü ve ıstırap vereceğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Her duyuş ve düşünüşümüzü ve de yapacaklarımızın kararı ile yaptığımız işleri Tanrı ismini anarak ve Tanrı ne der diye düşünerek yapmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Candan gelmeyen bir sözün ve davranışın kabul görüp beğenilmediğini öğrendik, anladık.

Uykumuzda bile uyanık olmamız gerektiğini, gevşekliğe, tembelliğe, dikkatsizliğe, ihmalkârlığa kendimizi bırakmamamız gerektiğini öğrendik, anladık.
                                    *
RAVLİ

Popüler Yayınlar