Ey efendi!
Ey efendi! Hayır!
Hayır!
Sana hoş ve hararetli görünen her inancı korumaya bak!
Sana soğukluk veren inançtan da uzak ol!
Adam odur ki, sıkıntılı
zamanında da hoş olur.
Gam içinde sevinç duyar.
Çünkü kim bilir ki, senin muradın o muratsızlık içinde birbiri ile sarmaş dolaştır.
O muratsızlıkta murat umudu
vardır.
Belki o murat içinde de
muratsızlık kaygısı gizlenmiştir.
O gün benim sıtma nöbetimin
günüydü. Ertesi günü sağlığıma kavuşacağım diye seviniyordum.
Sağlam ve sıhhatte olduğum
gün de yarın yine sıtma tutacak diye üzülüyordum.
Söylediğin (M. 208) şeyi eğer
dün yememiş olsaydım, bugün böyle ağrı çekmezdim.
Kendine bu hususta dikkat etmek
gerek.
Mert odur ki, herkesi kendi başına yeterli
bir hale getirir. Onun olgunluğu bundan anlaşılır.
O zaman büyük adam olur.
O uygunsuz adam, eşekliği
yönünden, Tebrizlilere eşek demiş.
O ne görmüştür ki?
Mademki bir şey görmemiştir,
haberi de yoktur, bu sözü niçin söyler? Orada, Tebriz’de öyle insanlar var ki,
ben onların en zavallısı kalırım.
Onlar benim gibilerini dışarı atmışlardır.
Sanki deniz toprağından bir köşeye atılmış gibiyim.
Ben öyleyim ya, onlar ne olmuşlardır?
Onlardan biri Herive idi.
Horasan’dan gelmişti. Ona orada Şahap derler.
O Herive ki, hiç kimseye
değer vermezdi.
Benim için:«işte bu Allah eri olgun kişidir.
Onunla oturmaktan çok huzur duyarım.
Gönül hoşluğu bulurum onda!» derdi.
Seyfeddin-i Zenganî kim oluyor
ki, Fahreddin-i Razî’ye dil uzatsın. Onun gibi yüzlercesi ha var olmuş ha yok
olmuş.
Ben onun mezarına, ağzına…
desin.
Benim hemşerimdir, ama ne
hemşeri. Toprak başına olsun öyle insanların.
Şimdi gel şu sözleri dinle:
Her, cim
be ile her be cim karşılaşırsa, bundan,
«Bismillah’ın Allahın cim’i olduğu anlaşılır… Ne
saçma sözler?
Mantık bilgisi
inkârla, kapalı
sözlerle uğraşır, hali perdeler.
Mantık kalmayınca
hal meydana çıkar, imkânsızlık kavramı kalmaz. O mantıki da (cihan farz et, çünkü kalkar.)
Bunlar ne tatsız sözler, ne zevksiz, soğuk lâflar!
Sözü o kocakarıdan dinle
bakalım ne diyor:
Ey sen! Her şey sen!
Nihayet aradaki odur.
Kocakarı ne, taze delikanlı ne?
Erkek ne?
Nerede Cebrail; onların tozu
nü bulamaz. Mikailin ne yeri var.
O avare akıl bulamazsa başka
aklın ne yeri var?
Seni bu iş için getirdiler. Burada sözün yeri yok.
Söz alanı dardır.
Genişlikten ölür.
«Evet, dardır,» dedi.
Dar demenin ne yeri var.
Halk zaman kazanmaktadır. O vakit zaman nedir ki?
Eğer bilsen, kendi oğlunu iki
parça edersin böylece ciğerini parçalar, dışarı atarsın.
Sofuya başını kaldır da, «Allah’ın rahmetinin eserlerini seyret,» anlamındaki
ayeti düşün dediler.
Sofu dedi ki: O eserlerin eseridir.
(M. 209) «Bir kişinin yiyeceği iki kişiye de yeter.» Ama öteki bir kişi kim?
Eğer o Muhammed Aleyhis-selâm
ise onun yemeği, nimeti iki cihana da yetişir.
O, şey ki, yüzü hayra ve
iyiliğe dönüktür.
O bütün bu şeylere inanırsa
hayırdır.
Hayır, olur ama şüpheci olur
ve insanı şüpheye düşürürse Hazreti Peygamber Aleyhissalam halkı kendisine
uymaya davet etti.
Önce buna lüzum görmüyordu.
Şimdi de öyle oldu ki o
çağrıya kimse gelmedi.
Nerede o Sofi ki, kaygısız
yemek yesin, balığı balığa versin.
Adam odur ki, yüz adam onunla
birlikte yokluk âlemine gitsin.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Bize sıcaklık veren inandıklarımızı gönlümüzün,
vicdanımızın kabul ettiğinden sıcak geldiğini öğrendik.
2. Bize soğuk geleni aklımız kabul etse bile içimize
sinmediğinden ret etmemiz ve uzak durmamız gerektiğini öğrendik.
3. Olgunluğa ulaşmış kimselerin karanlıktan sonra
aydınlık, kıştan sonra yaz, hastalıktan sonra sağlık geleceğini bildiklerinden
başına her ne gelirse kabul edip tepki vermez ve bundan sonra gelecek güzelliği
beklediğini öğrendik.
4. Tanrı’nın bize gizli bir hediye vereceği zaman önce
bir sıkıntı verdiğini, sıkıntı içinde de hediyesini verdiğini bilenler, doğum
sancısı gibi kabul ederek nur topu gibi bir evladın gelişinin sevincini
yaşadıklarını öğrendik.
5. Nedenini bilmediğimiz bir korkuya (Kaygı) kapıldığımız
zaman, isteğimizin bu sıkıntı ile birlikte verildiğini öğrendik.
6. Yediklerimize içtiklerimize ve bunların vereceği
sıkıntıyı bilerek dikkat etmemiz gerektiğini öğrendik.
7. Bazı insanların önceki yediklerini taşımak için
yediklerini, bazıların ise vücudunu ayakta tutmak için yediklerini öğrendik.
8. Olgun insanların başkalarını sırtında taşımadığını,
kendine bağlayarak kararsız hale getirmediklerini, özgür kılarak o kişileri
kendi kendine yeterli hale gelmeleri için öğüt vererek yollarını
aydınlattıklarını öğrendik.
9. Kişilerin doğduğu yeri önemseyerek yargıda bulunmanın
yanlış olduğunu öğrendik.
10.
Bir takım mantık
sözleriyle kişinin davranışlarını kapatarak değiştirmenin geçici bir algı
olduğunu, davranışlarına bakıldığı zaman söylediği mantıklı sözlerin hiçbir
değer ifade edemeyeceğini öğrendik.
11.
Söz, mantık ve
davranışın birbirini doğrulayan durumda olmasının gerektiğini öğrendik.
12.
İmkânsızlık
olmadığını, ancak mantık sınırının dışına çıkamayanların imkânsızlıklar
gördüklerini ve kendilerinin kendilerine engel koyduklarını öğrendik.
13.
Sözler yönünden
düşünmenin dar bir alan olduğunu, Tanrı sanatını görmeye çalışmak lazım
geldiğini öğrendik.
14.
Peygamber efendimizin
bize sundukları manaların her iki cihan için (Dünya ve ahret) yettiğini çünkü
yüzünün iyiliğe dönük olduğunu öğrendik.
15.
İnsanları şüpheye
düşürenleri Peygamber yoluna ve sözlerine davet etmek gerektiğini öğrendik.
Kendimizi olgun hale getirirsek yüzlerce kişiyi
yanlıştan, şüpheden kurtararak yokluk âlemine taşırız.
Kendimizi kurtarmakla kalmaz birçoklarını da
kurtarırız.
Her okuduğumuz büyüklerimizin sözlerinden ve
yaşanmışlarından bazı şeylerin ters, bazı şeylerin örtülü, bazı şeylerin açık,
bazı şeylerin sırayla, bazı şeylerin zıddıyla birlikte anlaşıldığını, doğru
anlayışın da böyle çoğaldığını ve oluştuğunu, olgunluğa bu şaşırtmaları anladıkça
oluştuğunu öğrendik, anladık.
Aklımız doğru ve kaliteli bilgilerle doldukça sağlıklı
görüş sağladığını öğrendik, anladık
RAVLİ YOKLUK yazarak Google
den bu konuda yazılmış büyüklerimizin anlattıklarını öğrenmelisin.
*
RAVLİ