16 Ekim 2012 Salı

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE MEVLANA HAZRETLERİNE MEKTUP 10

Elbise karşılığı için ne derler? (M, 224)

Zaman-zaman yanlışlıklar yapan, utancından kıpkırmızı kesilen Serkeş (İnatçı, dik başlı, başkaldıran, itaatsiz) dedikleri biri vardı.

Benimle pazara gider, oradaki pis döküntüleri yerdi.
Şimdi de artık mal yiyordu.

Hoş geldin sefa geldin, demeden öylesine kupkuru davranıyordu. Evet, benim o kervansarayda bir odam var; eğer buraya gelmese, şaka ve edepsizlikler eder; o zaman da ben oraya giderdim.
Aynı sofî şakalarına başlardık.

Eğer başka birisini bulursam sen elimden kurtulursun, yok bulamazsam elimdesin, derdi.

Ateş yandığı zaman zahmet ve duman kokusundan çaresiz kalır, ateş yanmadığı zamanlarda da kıştan perişan olurduk.

Benim hemşerim oluyorsun.
Benden ne ücret istiyorsun, kime gideceksin?

Nereye kaçacaksın?
Allah ona rahmet etsin deyiver, bu saatten sabaha kadar burada kal, iyi olursun!
Vallah padişahlıktır bu; çok bile.

Eğer daha altı kişi olsa burada onlara ses çıkarmaz.
O teraziyi, o mihenk taşını ve aynayı iyi korursan asla bir tarafa eğilmez ve dolaşmazlar.

Biri terazinin önüne geldi dedi ki: Bu yüz dinarı al bana iki yüz dinar ver ki, sana elli dinar ikram edeyim.

Bana bir bakış baktı ve uzaklaştı; bir ah çekti gitti.
Ah ve feryat etti, inledi.

Ben damda idim sağıma soluma baktım; bu kimden bahsediyor dedim. Senden bahsediyorum, dedi.
Senin elinden inliyorum, dedi.

Tekrar sordum:
Benim için mi söylüyorsun?
Evet, dedi, senin için.

Hırkasını sırtına almış, sarığını külahını giymişti.
Onu odasında görmeye geldiğim zaman karşımda başı kesik tavuk gibiydi.
Oturdum.
Beni çağırdılar ki evimi göreyim.
Gönlümde bir şey burkuldu, hoş bir şey.

Öğle sıralarında da gelmişti.
Ona, âşık olacağım, dedim.

Bu hadise meydana gelince o küpten aşk şarabını içmiş gibiydim.
Ben zahidim dedim, nasıl olur?
Nur üstüne nur olur, dedi.
İkiyüzlü bir dostluk oldu bu.

Hüsrev ve Şirin hikâyesi gerçi gayret yönünden bana katı gelir.

Ama anlaşma ve muhabbet yönünden hoşuma gider.
O can dostudur.
Böyle değilse bir şey anlayamasın ondan.

Öğle sıralarında acele ile gidiyordum.

Her taraf bom boş.
Sanki melekler halkı o kadar oyalamış, onlarla öylesine meşgul olmuş ki, iki sevgili birbiriyle gizli şeyler fısıldaşır gibi bir sessizlik var.

Ben o acele yürüyüş sırasında kapıdan girmeye çekindim, yüzümü doğruca binaya çevirdim. (M. 225)

O yüksekten beni gördü, pencereyi açarak benim yolu bilmediğimi anladı.
Öyle bir delikanlı erkek idi ki, elini o duvara atsa duvarı titretirdi.

Gönlü her kimi isterse onun devlet kapısında mutlu yaşamaya razı idi.
Yedi kitap üzerine yemin içti ve dedi ki:
Hiç incinmem söyle!
Allah'a şükür ki, dedi, odur.

Nihayet kanlı bir sarhoş değildir, iki üç gündür bana mürit olmuştur.
Büyük bir sevinç ve neşe içindedir.
Ancak biraz üzüntüsü var.
Gerçi o üzüntü bana göre önemsizdir.

Ama başkalarının yanında büyük sayılır.
Olmaya ki yolda hatırıma gelsin diyordum.

Senin o iyiliğin edebin ve olgunluğun bizce malûm; geri dönmek de artık mümkün değil.
Orada dileklerimi dinler burada da bana yalvarırdı.

Şam’da bir adam vardı, bizi kabul etmedi, kaçtı.

Başını kervansarayda duvara vurunca ağlamaya başlamış ve beni istemiş.

Aman bu adamı yakalayın, bana onsuz yaşamak imkânı kalmadı; benim ondan ayrı kalmam çok çetin, eğer benden incindi ise bir kere olsun bana getirin, her neyim varsa ona vermek istiyorum, demiş.

Yüce Allah, onu benim karşıma getirdi.
Zaten ben bu güne kadar o külahı arıyordum.

Buyurdu ki:
O külahın kimin başında olduğunu sana göstereyim.
Nihayet o külah benim başıma geçerse başım rahat olur.
Bize daha buna benzer birçok tatlı diller döktü.

Ne olur açık söyleyemiyorum, onu bana bağışlayasın demeye utanıyorum.
Kutup geldi başını önüne eğdi.

Sürmari'nin oğluna karısı, niçin bir şey söylemiyorsun, deyince, adam, çocukluk etme, dedi.
Görmüyor musun ki o oturmuştur, burada söz söylemeye imkân mı var?

Başını yere koydu, bir söz söyle bir şey emret, dedi.
Onların halinden anlatmaya başladım.

Bir yerde ki, yoksulluk, dervişlik vardır, orada sözün ne yeri var? Sürmari'nin oğlu beni övmeye başladı.

Maksadı bir söz söyletmekti.
Kutup, ahmaklık etme, dedi; keyfine bak, burada hazır olduğunu bilmiyor musun?
Bu sözden ona şaşkınlık geldi.

Orada bulunan birkaç Arap da, vah ey Şemseddin!
Bu ne hal?
Bu ne iş? diye mırıldandı.

Musa Peygamber henüz Hakkın içyüzünü anlayamamıştı.

Ona, "kendini bana göster" dedi. "Allah’ım beni Muhammet ümmetinden kıl!" diye yalvardı.

Şu halde halkı neye davet ediyordu?
(M. 226) Allah nuru ona çakmıştı; beyaz el mucizesi de ondan daha üstün idi.

Sultan buyurdu ki:
Sen de köylülerin gibi haraç ver.

Ama sen diyordun ki, her kim sürüsünü hoş tutarsa şehir halkından daha tok gözlü olur.

Nihayet o doğan kuşu bin dinar değer.
Bu gün bir kocakarının evine uçtu, ayağı bağlı idi.
Siyah bir duman içinde kanadı ve gagası kapandı; o kadar duman yuttu.

Özgürlük çok hoştur.
Ama kanatlar açık ve boş olursa.

İzzeddin, o bütün mavi boyaları herkese verdi.
Bunlardan biri ile de onun alnını ve burnunu işaretledi.

O hiç aldırmadı, taklitçi değildi.
Kendini ona verdi, tekrar ona verdi.

                  ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Yoksul olanın başka bir yoksulla dost olmaya çalıştığını, mal sahibi olunca da eski dostlarına soğuk davrandığını öğrendik.

2.   Yoksulluğun padişahlık olduğunu, yoksul dostun dostluğunu devam ettirdiğini öğrendik.

3.   Ölçülü davranırsak, doğruluk kontrolü devamlı yaparsak, kendi gerçeğimizi olduğu gibi kabul edersek yaşamımızda zarara uğramayacağımızı öğrendik.

4.   Mevlana Hazretlerinin Şems Hazretlerini gösterdiği saygıdan, sevgiden, hizmetten Şems Hazretlerinin çok memnun olduğunu, memnuniyetinden sarhoş olduğunu öğrendik.

5.   Anlaşma ve muhabbet can dostluğuna giden hoş bir davranış olduğunu öğrendik.

6.   Şems Hazretlerinin dostluğundan ayrı düşenin ancak o zaman Şems’in değerinin farkına vardığını öğrendik.

7.   Şems Hazretleri incitenin başını duvarlara vurduğunu öğrendik.

8.   Şems Hazretlerinin olduğu bir toplumda hiç kimsenin konuşmaya cesaret edemediğini öğrendik.

9.   Tanrı’nın iç yüzünü anlamak isteyenlerin Muhammed ümmetinden olmayı istemeleri gerektiğini öğrendik.

10.           Sorumlu olduğu kişileri hoş tutanın tok gözlü olduğunu öğrendik.

11.           Ne kadar güçlü ve değerli olursak olalım eğer yanlış bir yere bağlanırsak çok zarar göreceğimizi öğrendik.

12.           Taklitçi olmayanın hiçbir kişiye aldırmadan gönlünden geçeni yaptığını öğrendik.

İşte böyle yaren,

 Doğru kişi ile beraber olmanın, doğru yolu seçmenin, doğru hedeflere gitmenin, doğru kişilerin yanında edepli olmanın önemini ve kazancını öğrendik, anladık.

 Anlaşma ve muhabbet yapmamız gerektiğini, daima özgür kalmamız gerektiğini, yanlış yere düşmekten ve bağlanmaktan kaçınmamız gerektiğini öğrendik, anladık

                                        *
RAVLİ

Popüler Yayınlar