Zaman-zaman yanlışlıklar
yapan, utancından kıpkırmızı kesilen Serkeş (İnatçı, dik başlı, başkaldıran,
itaatsiz) dedikleri biri vardı.
Benimle pazara gider, oradaki
pis döküntüleri yerdi.
Şimdi de artık mal yiyordu.
Hoş geldin sefa geldin,
demeden öylesine kupkuru davranıyordu. Evet, benim o kervansarayda bir odam
var; eğer buraya gelmese, şaka ve edepsizlikler eder; o zaman da ben oraya
giderdim.
Aynı sofî şakalarına
başlardık.
Eğer başka birisini bulursam
sen elimden kurtulursun, yok bulamazsam elimdesin, derdi.
Ateş yandığı zaman zahmet ve
duman kokusundan çaresiz kalır, ateş yanmadığı zamanlarda da kıştan perişan
olurduk.
Benim hemşerim oluyorsun.
Benden ne ücret istiyorsun,
kime gideceksin?
Nereye kaçacaksın?
Allah ona rahmet etsin
deyiver, bu saatten sabaha kadar burada kal, iyi olursun! Vallah padişahlıktır bu; çok bile.
Eğer daha altı kişi olsa
burada onlara ses çıkarmaz.
O teraziyi, o mihenk taşını
ve aynayı iyi korursan asla bir tarafa eğilmez ve dolaşmazlar.
Biri terazinin önüne geldi
dedi ki: Bu yüz dinarı al bana iki yüz dinar ver ki, sana elli dinar ikram
edeyim.
Bana bir bakış baktı ve uzaklaştı; bir ah çekti gitti.
Ah ve feryat etti, inledi.
Ben damda idim sağıma soluma
baktım; bu kimden bahsediyor dedim. Senden bahsediyorum, dedi.
Senin elinden inliyorum,
dedi.
Tekrar sordum:
Benim için mi
söylüyorsun?
Evet, dedi, senin için.
Hırkasını sırtına almış,
sarığını külahını giymişti.
Onu odasında görmeye geldiğim
zaman karşımda başı kesik tavuk gibiydi. Oturdum.
Beni çağırdılar ki evimi göreyim.
Gönlümde bir şey burkuldu, hoş bir şey.
Öğle sıralarında da gelmişti.
Ona, âşık olacağım, dedim. Bu hadise meydana gelince o küpten aşk şarabını içmiş gibiydim.
Ben zahidim dedim, nasıl olur?
Nur üstüne nur olur, dedi.
İkiyüzlü bir dostluk oldu bu.
Hüsrev ve Şirin hikâyesi gerçi gayret yönünden bana katı gelir.
Ama anlaşma ve muhabbet yönünden hoşuma gider.
O can dostudur.
Böyle değilse bir şey anlayamasın ondan.
Öğle sıralarında acele ile gidiyordum.
Her taraf bom boş.
Sanki melekler halkı o kadar oyalamış, onlarla öylesine meşgul olmuş ki, iki sevgili birbiriyle gizli şeyler fısıldaşır gibi bir sessizlik var.
Ben o acele yürüyüş sırasında
kapıdan girmeye çekindim, yüzümü doğruca binaya çevirdim. (M. 225)
O yüksekten beni gördü,
pencereyi açarak benim yolu bilmediğimi anladı.
Öyle bir delikanlı erkek idi
ki, elini o duvara atsa duvarı titretirdi.
Gönlü her kimi isterse onun
devlet kapısında mutlu yaşamaya razı idi.
Yedi kitap üzerine yemin içti
ve dedi ki: Hiç incinmem söyle!
Allah'a şükür ki, dedi, odur.
Nihayet kanlı bir sarhoş
değildir, iki üç gündür bana mürit olmuştur.
Büyük bir sevinç ve neşe
içindedir. Ancak biraz üzüntüsü var.
Gerçi o üzüntü bana göre önemsizdir.
Ama başkalarının yanında
büyük sayılır.
Olmaya ki yolda hatırıma
gelsin diyordum.
Senin o iyiliğin edebin ve
olgunluğun bizce malûm; geri dönmek de artık mümkün değil.
Orada dileklerimi dinler burada
da bana yalvarırdı.Şam’da bir adam vardı, bizi kabul etmedi, kaçtı.
Başını kervansarayda duvara vurunca ağlamaya başlamış ve beni istemiş.
Aman bu adamı yakalayın, bana
onsuz yaşamak imkânı kalmadı; benim ondan ayrı kalmam çok çetin, eğer benden
incindi ise bir kere olsun bana getirin, her neyim varsa ona vermek istiyorum,
demiş.
Yüce Allah, onu benim karşıma
getirdi.
Zaten ben bu güne kadar o
külahı arıyordum.
Buyurdu ki:
O külahın kimin başında
olduğunu sana göstereyim. Nihayet o külah benim başıma geçerse başım rahat olur.
Bize daha buna benzer birçok tatlı diller döktü.
Ne olur açık söyleyemiyorum,
onu bana bağışlayasın demeye utanıyorum.
Kutup geldi başını önüne
eğdi.
Sürmari'nin oğluna karısı,
niçin bir şey söylemiyorsun, deyince, adam, çocukluk etme, dedi.
Görmüyor musun ki o
oturmuştur, burada söz söylemeye imkân mı var?
Başını yere koydu, bir söz
söyle bir şey emret, dedi.
Onların halinden anlatmaya
başladım.
Bir yerde ki, yoksulluk, dervişlik vardır, orada
sözün ne yeri var? Sürmari'nin oğlu beni övmeye başladı.
Maksadı bir söz söyletmekti.
Kutup, ahmaklık etme, dedi; keyfine bak, burada hazır olduğunu bilmiyor musun?
Bu sözden ona şaşkınlık geldi.
Orada bulunan birkaç Arap da,
vah ey Şemseddin!
Bu ne hal? Bu ne iş? diye mırıldandı.
Musa Peygamber henüz Hakkın içyüzünü anlayamamıştı.
Ona, "kendini bana göster" dedi. "Allah’ım beni Muhammet ümmetinden kıl!" diye yalvardı.
Şu halde halkı neye davet
ediyordu?
(M. 226) Allah nuru ona çakmıştı; beyaz el mucizesi de ondan daha üstün idi.
(M. 226) Allah nuru ona çakmıştı; beyaz el mucizesi de ondan daha üstün idi.
Sultan buyurdu ki:
Sen de köylülerin gibi haraç
ver.
Ama sen diyordun ki, her kim
sürüsünü hoş tutarsa şehir halkından daha tok gözlü olur.
Nihayet o doğan kuşu bin
dinar değer.
Bu gün bir kocakarının evine
uçtu, ayağı bağlı idi. Siyah bir duman içinde kanadı ve gagası kapandı; o kadar duman yuttu.
Özgürlük çok hoştur.
Ama kanatlar açık
ve boş olursa.
İzzeddin, o bütün mavi
boyaları herkese verdi.
Bunlardan biri ile de onun
alnını ve burnunu işaretledi.
O hiç aldırmadı, taklitçi
değildi.
Kendini ona verdi, tekrar ona
verdi.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Yoksul olanın başka bir yoksulla dost olmaya
çalıştığını, mal sahibi olunca da eski dostlarına soğuk davrandığını öğrendik.
2. Yoksulluğun padişahlık olduğunu, yoksul dostun
dostluğunu devam ettirdiğini öğrendik.
3. Ölçülü davranırsak, doğruluk kontrolü devamlı
yaparsak, kendi gerçeğimizi olduğu gibi kabul edersek yaşamımızda zarara
uğramayacağımızı öğrendik.
4. Mevlana Hazretlerinin Şems Hazretlerini gösterdiği
saygıdan, sevgiden, hizmetten Şems Hazretlerinin çok memnun olduğunu,
memnuniyetinden sarhoş olduğunu öğrendik.
5. Anlaşma ve muhabbet can dostluğuna giden hoş bir
davranış olduğunu öğrendik.
6. Şems Hazretlerinin dostluğundan ayrı düşenin ancak o
zaman Şems’in değerinin farkına vardığını öğrendik.
7. Şems Hazretleri incitenin başını duvarlara vurduğunu
öğrendik.
8. Şems Hazretlerinin olduğu bir toplumda hiç kimsenin
konuşmaya cesaret edemediğini öğrendik.
9. Tanrı’nın iç yüzünü anlamak isteyenlerin Muhammed
ümmetinden olmayı istemeleri gerektiğini öğrendik.
10.
Sorumlu olduğu
kişileri hoş tutanın tok gözlü olduğunu öğrendik.
11.
Ne kadar güçlü ve
değerli olursak olalım eğer yanlış bir yere bağlanırsak çok zarar göreceğimizi
öğrendik.
12.
Taklitçi
olmayanın hiçbir kişiye aldırmadan gönlünden geçeni yaptığını öğrendik.
İşte
böyle yaren,
*
RAVLİ