Dünyanın vefasızlığına (Sevgi ve dostluğu devam ettirmeyen, çabuk unutan) dair.
Cihanın varlığına, (Hayatın)
darlığına bak da taze rengine aldanma.
Bu delikanlı gibi görünen
pirin (Dünya) gül destesi (Güneş) dikkat edersen
ateştir.
1635- Pınarı seraptır (Çölde uzaktan su gibi görünen ışık yanılması), aldanma!
Kıblesi haçtır, ona secde
etme!
Bütün bu güllerden bir
dikenin bile yok.
Bütün bu varlıklar içinde
hiçbir şeyin yok.
Topladıklarını
götüremeyeceksin.
Ancak evinden (Ruhlar âleminden) getirmiş olduklarını beraber
götürebileceksin.
Yükünü bacını kıyamet
denizine atıp da çıplak kalanlar, ancak canlarını selamete çıkarabilirler.
Bu cihan bir alış-veriş
evidir.
Bunu verenler (Ahreti) alırlar.
1640- İster servet topla,
ister dağıt.
Sana verilen şey
yine geri alınacaktır.
Biri ibrişim (Kalınca bükülmüş ipek iplik) eğirmek kaygısında, öteki ibrişimle boğulma
tasasındadır.
Bu kızıl altınları mum ışığı
gibi saç ki çerağ gibi kendi nurunla aydınlanasın.
Ten denilen dokuz delikli
putu kır, altı başlı altın heykel (İskender şark seferinde bu altın putu
kırmıştı) gibi olma da cömert davran.
Altın üstüne eline değil,
kerem elini bas ki sana “ Azer” (Hz. İbrahim’in babası)
gibi putperest demesinler.
1645- Tanrı yoluna sarf
edilmeyen altının değeri zırnıkla (Küçük ve değersiz)
beraberdir.
Altın sevgisi, onun renk ve
nişanı içindir.
Görünüşte tavus kanadı ile
altın aynı renktedir.
Altın sikkeyi demir
kalıplarla keserler, o halde demirciler (Hünerde)
padişahlardan daha üstün sayılmalıdır.
(Padişahlar
değersiz, pislik insanları kestirirler)
Karun, saltanat nüfuzunu
altınla kuvvetlendirmişti, bu sebeple ansızın kuyuya düştü.
Altını başında taşımak
istersen sana yük olur.
Ayaklarının altına alırsan (Değersiz sayarsan) seni maksadına ulaştırır.
1650- Altın vermek her ne
kadar can vermekle beraber ise de onu almamak da vermekten daha hayırlıdır
(İyidir).
(Vermek
zordur)
Alırken sana cihan hırsı
verir, verirken canına rahatlık getirir.
Onu sarf etmek için
toplamaktansa hiç toplamamaktan daha doğru bir şey yoktur.
Altını saklarsan baş ağrısı
veren safraya benzer, yersen safra getiren meyve gibidir.
Altın doğu ocaklarından
çıkarıldığı halde cahiller ona mağribi (Batı) altını demişlerdir.
1655- Batı ve batı halkı cömertliğe
düşmandır.
Doğu ile doğulular da cömertlikle aydınlanmıştır.
Daima sark sultanının
(Güneşin) verdiklerini garp (Dilencisi) akşamları toplar.
Bütün kuşların kuvvet
vasıtası kanatları olduğu gibi bütün ocakların hayatına hükmeden hâkim de
altındır.
Aşk terazisinde ayarı mihenk
taşıyla (Altın, gümüş vb. madenlerin ayarını anlamak
için sürtüldükleri bir tür taş) anlaşılan Rum altını, her ne kadar
görenlerin gözlerini kamaştırsa da, başına toprak saç, atlatıcıdır.
1660- Dünyada kim var ki
altın denilen bu hırsız bir gün külahını kapmasın?
Bu gulyabani (Karanlık ve ıssız yerlerde, insanın gördüğünü sandığı korkunç
hayalet) er geç yolunu kesmesin.
***
Mahzen-i Esrar
Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13
***
Neler öğrendik:
1.
Dünyadaki
yaşamımızda gençliğimizin, güzelliğimizin kuvvetimizin devamlı olmadığını,
insana aldatıcı bir güven verdiğini öğrendik.
2.
Dünyadaki güzel,
parlak, çekici gördüklerimizin aslında bir hayal oyunlarından başka bir şey
olmadığını öğrendik.
3.
Dünyanın ihtiyar
bir kadının boyanıp, sihir yaparak delikanlıyı kandırdığı, kendine çektiğini
öğrendik.
4.
Her şey aslına
döneceğinden dünya malının dünyada kalacağını, ruhlar âleminden gelenin de
ruhlar âlemine döneceğini öğrendik.
5.
Verilen gençlik,
güzellik, kuvvetin emanet olarak verildiğini, hepsinin geri alınacağını
öğrendik.
6.
Dünyada her ne
verildiyse bunun kullanımından hesap sorulacağını öğrendik.
7.
Parayı değerli
sayar ve güvenirsek, her şeyin üstünde görürsek ansızın mahvolacağımızı
öğrendik.
İşte böyle yaren,
Bizi aldatan, kandıran,
gözümüzü boyayan, tuzağa düşüren, hesap vermeyi zorlaştıran her ne varsa
sakınmamız gerektiğini öğrendik, anladık.
Sağlam bilgiye dayanarak,
kati olarak bilmek suretiyle, kendi gözünle görüp aslını, esasını, içyüzünü,
doğasını bilerek, şüphelerden uzak düşünmemiz, istememiz, yaşamamız gerekmekte
olduğunu öğrendik, anladık.
*
RAVLİ