İşitiyoruz ki bu Konya’da
birçok sema âlemleri, davetler oluyormuş.
Biz görmedik.
Yani onlarda Hâl ve Kal’den
bir şey yok.
Göreceksin dedi.
Sizin cemalinizi (Yüzün
güzelliği) gördüğüm günden beri, gönülde size karşı bir ilgi ve sevgi yerleşti.
Eğer hiç yazı yazmak
bilmiyorsan, sana yazı öğreteyim.
Ancak sen bunu biliyorsun.
Ben öyle birini
istiyorum ki, hiçbir şey bilmez, ama öğrenmeye heveslidir.
Bunu söylediğim şu anda sen gönül
alçaklığı gösteriyorsun, bu ilgi sana neden gösterilmedi diye üzülüyorsun.
O senin nefsini, nefsinle
buldu ki, Peygambere karşı hâşâ (Olmaz),
“ Yolunu şaşırmış” demeyesin.
Ne Tanrı’yı
terk edip tekrar bulmakla ilgili sözlerden, ne de çeşitli söz
yorumlarından başın dönmesin!
Bu her ne kadar açık manalı
sözdür ama buradan Hakk yolcusuna yüz milyon sır meydana çıkar.
Bu manadan, Tanrı isimlerinin çevrelediği engellerin nasıl
aşılacağını öğretir.
Nefis kelimesi için “ Dişil”
dememişler miydi?
Ben buradaki gizli nükteyi
saklayabilirsem onu saklı tutayım.
Muhammed Gûyanî, “ Bu ne
oluyor?” diye soruyor ve tekrar diyordu ki:
Evet, o onlardan daha
bilgindir.
Yakışık alır mı ki, o onların
kadın gibi olan nefislerini bir Mevlana Celaleddin yapsın?
Onlar bilmezlerdi ki onların
nefisleri yaratılışta inci gibiydi.
Tusi, o buzağıyı benden
soruyordu:
“ Ne diyorsun bu konuda?”
Biri pek aşağı düştü diyor,
öteki bu zikir yüzünden olmalı diyor.
Demiş ki:
Hayır, bu mezkûr yani Tanrı
yönünden olmuştur.
O minber üzerinde birkaç nara
atar.
Şu halde bilmiyor musun ki,
neden bu?
Ne bağırıp duruyor?
Önünde başka iki buzağı daha
oturmuş ama onları kendine yakın görmüyor.
Onlar da bizi kendi postuna
oturtacak diye çabalıyorlar.
O, özürler diliyor,
“ Ben onun şehrine geldim,
evine konuk oldum.
Bana nimetler verdiler,
hizmetler ettiler” dedi.
Bir bahane ile onları dışarı
gönderdi.
Benden sorular sordu.
Dedim ki:
İç âlemle meşgul olan bir insan Kuran’ı
ezberinde tutamaz.
Zeyneddin-i Tusi benim
müridim idi.
Onun da bir müridi vardı ki
divane olmuştu.
Onu daha beter bir hale
getirdim.
Dedi ki:
“ O kim oluyor ki, benim
müridim olabilsin?
Ben onun gibi kimseleri hiç
müritliğe kabul eder miyim?”
Çünkü o ancak kendi hayatını
gördü.
Ama o
kimse ki kendini feda eder, şüphesiz diri kalır.
Çünkü kendi hayatını orada
görür ve nereye gideceğini sonunda kestirir.
Ama kendi hayatını göremeyen,
bu hayatı nasıl havaya verebilir?
Meğer divane olsun ki, ölümü
hayattan üstün tutsun.
Bu noktayı açıkça gören kendi
hayatını ve onunla ilgisini düzenine koyar.
Kâfirler ve onlara uyanlar,
ilişiklerini kesmişlerdir.
Ölüden kimse namaz bekler mi?
Biri gelse de ölüye:
“ Kalk namaz kıl” dese, bütün
akıllılar:
“ Bu adam delidir, bunu tımarhaneye götürmeli, zincirlere
vurmalı, her gün sopa atmalı ki, aklı başına gelsin” derler.
Ama yarı deli olan kimse bunu
işitse:
“ Hayır” der.
Bu divanedir,
bunu ya tımarhaneye götürmeli yahut öldürmeli.
Sendeki o kutsal kuş, beden
kuyusundan bir uçtu mu, artık oruç düşüncesinden, namazın utancından kurtulmuştur.
Çünkü ruh uçtu mu, beden
ölüdür.
Kim, ölüye, kalk, namaz kıl!
Diyebilir?
Şu halde buna nasıl öyle bir
teklifte bulunmak gerekmezse, aynı sebeple, yaşayan
ölülere de bir teklif yapılmaz.
Meğerki taklit yoluyla
hatırında bir şeyler kalsın.
Ama şüphe yok ki buna da bu
saatte doğrudur demek yaraşmaz.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Bir şey öğreneceğimiz zaman o konudaki eski bilgileri
yok sayarak gönlümüzü alçaltmamız ve o konuyu o kişiden öğrenmek hevesinde ve
isteğinde olmamız gerektiğini öğrendik.
2. Bizi eğitecek, öğretecek olana nefsimizi teslim
etmemiz (Onun isteği bizim isteğimiz olmalı)
gerektiğini ve böylece hızlı bir düzenlemenin kolayca yapılmasına olanak
sağlamamız gerektiğini öğrendik.
3. Büyüklerin bazı söylediği sözlerin kâfirlik olduğunu
ancak bu ters yolun imana götürdüğünü, bu ara birçok sırra sahip
olunabileceğini öğrendik.
4. Nefsin dişil olduğunu yani benzer ama değişik birleşimler yaparak yeni oluşumlar
sağladığını ve şaşırtan sonuçlar verdiğini öğrendik.
5. Mevlana Hazretlerinin sonradan değil, yaradılışından
inci (Eritilip şekil değiştirmeyen kıymetli cevher) olduğunu öğrendik.
6. Bazılarının dini bilgileri kendine saygın bir makam
veya gelir sağlamak maksadıyla öğrendiğini, halkı etkilemek için de şov
yaptıklarını öğrendik.
7. Kendi iç âlemiyle uğraşanın söz ezberlemekle
uğraşmadığını öğrendik.
8. Kendi hayatını gören, yani kendi kazanımını düşünenin
kendini feda edemeyeceği için sınırlı bir kazançta kalacağını öğrendik.
9. Çok kişinin vücudunu diri tutmak için ruhunu
öldürdüğünü öğrendik.
10.
Diri: ruhunun
bedeninde olduğu zaman olduğunu öğrendik.
İşte
böyle yaren,
Tanrı isimlerinin çevrelediği engel:
Tanrı isimlerini ve etkilerini okuyup öğrendiğin zaman
öyle bir hale gelirsin ki kılını bile kıpırdatamayacak duruma gelirsin.
Tanrı’nın her şeyi yaptığını, her şeye gücü olduğunu
anlar ve kabul edersin.
Bu durum karşısında kendimizin hiçbir şey yapmadan
beklememizin doğru olacağına inanır pasif duruma düşersin.
Yaren işte kendi kendine öğrendiğinle aptallaşır,
şaşkın bir hale düşerek kendini kendin hapsedersin.
(Meczuplar bu durumdadır)
Yol gösteren, gönülden bağlandığın pir sana bu
hapisten kurtulup özgürce uçmanı, istediği dala tehlikesizce konmanı sağlar.
*
Ölü: Bedeni olduğu halde ruhu ölmüş kişi olduğunu
öğrendik.
“ Ölmeden önce ölünüz” hadisi şerifinin manasının
vücudu diri tutmak için uğraşma o nasıl olsa ölecektir, önemli olanın ruhun diri
tutulması olduğunu öğrendik.
Yaren,
Kafan karışmasın.
Kişi dünya isteklerinden kendini arındırırsa buna
ölmek denir.
Hadis bu manadadır ve burada kast edilen ruhun diri ve
etkin olması içindir.
Kişi bu dünyaya ait isteklerle çok uğraştığı vakit
ruhunu besleyemediği ve bakım yapamadığı için ruhu ölür.
Vücudun ve ruhun için de ölü tabiri kullanılır
buradaki ince manayı karıştırmamak gerekir.
Ruhumuzu önemsememiz gerektiğini öğrendik.
Ruhu diri olmayanın yaşayanların ölü hükmünde
olduklarından bu kişilerden bir şey beklenmeyeceğini ve istenmeyeceğini
öğrendik, anladık.
*
RAVLİ