16 Temmuz 2012 Pazartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE SÖZ NASIL SÖYLENİR

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:
 Ama çabuk söylemiyorsun.

Diyorsun ki:

Lokmayı böylece ağzına koy, avucuna da yavaşça kuru üzüm doldurayım!

Sarhoşum (Kendimde değilim), avucun dolduysa dökmeyesin.



Elini iyi tut!

Bu üç oldu! Hey! Sana da su getirerek yardım edeyim.



Ey Asım!

Eğer onlara bir şeyler sorarsan susturursun, sen de onlara cevap vermezsin.

Saadettin-i Hamavi, ona niçin cevap vermedi.



Ama o nerede siz neredesiniz?

Onun yazılarında benim sözüm üzerine akla uygun bir cevap varsa ve bu kendi kafasından ve gönlünden konuşsa yerindedir.



Ama eğer bana zorluk çıkarırsa hem şeyhlerin sözünden hem de benden bir nasip bulamaz.

Eğer hiç konuşmasa, kendisine yararlı çok büyük faydalar elde eder.



Ah işte sen de böyle yap!

Ah güzel nasıl olur?

Ben onun kulağına söylerken sen de işittin ah diye bağıramıyorsan, bir ah çek bari!



Sen, başlangıcı bu nükte (İnce anlam) olan o işleri bana anlatmıyorsun.

Siz bunu arzuluyorsunuz, hiç hayır demiyorsunuz.

Ama hep su içer gibi bilmem diyorsunuz.



Şeyhten faydalanmak için iki soru sordum, cevap vermedi.

Acaba bizi, o vereceği cevabın faydasından yoksun mu gördü?



Yoksa onu kavrayacak kadar yeterli olmadığımızı mı sandı.

Yahut da onu bilmek bize kısmet değil miydi?



Dedi ki:

Onun âdeti değildir, böyle sorulara cevap vermez, ancak sırası gelir, neşelenirse söze başlar ve konuşur.



Görüyorsun ki, konuştukları, hep şundan bundan aktarma ve yapmacık şeylerdir.

Ya bir hadis, ya bir hikâye yahut bir şairin şiirini anlatır.

Kendinden bir söz konuşmaz.



Kendi doğuşlarından bir şeyler anlat, bir cevap söyle, diyorum!

Ama o hal diliyle konuşuyor.

Nasıl ki şu duvar, sana:

“ Benden ne ses bekliyorsun?” der.

Kimse bu duvardan bir ses çıkaracağını umar mı?



“ Bu mana açıktır” dedi.

“ Sen niçin hücrede açık şeyleri konuşmuyorsun?”



“ Ben, kulaklarımı tutmak istiyorum, işitmek istemiyorum” dedi.

Eğer o sağ olsaydı ben ondan bir şey dilemezdim.

Çünkü onları senden işitti.



Burada bilginin, kitabın ne yeri var?

“ Nefsini öldürdün mü?” dedim,

Çünkü ölmek tekrar karanlığa düşmemek demektir.

Sende o zevk sürekli olmalı, eğer sürekli ve sonsuz değilse bütün bu haliyle diyorum ki,

“ Nefis ölmüştür!” diyelim.

Ama kendisi yavaş-yavaş ölür.



Şimdi bu öyle bir kimsenin yardımına bağlıdır ki, Tanrı onu da bir sebebe bağlamıştır ama o önceden Tanrı’ya dönmüşse, akla gelen ilk sebep budur.



Şu halde o kimse gelir, seninle onun arasında yerden göğe kadar çekilmiş bir duvar bile olsa, o yardımcı aradan o duvarı aradan kaldırır, bir tekmede o engeli yıkar.



Bundan önceki duvarları nasıl yıktığını da öğretir sana!

Şimdi senin işin onun yardımına bağlı olunca, bu sonuna kadar sürüp gider.

Onun bu ilk yardımlarından sonra da, tanrı cezbesi gelir.



Allah’ın kazasına boyun eğmek sana ne kazandırır?

Onun işlerine razı olmak gerekir.



O ne yapar ve söylerse boyun eğersin, başka bir şey yapmazsın ki, o da yardımını kesmesin!

Bir şey ki yardımı artırır ona karşı saygı ve sevgi çoğalır.



( Şarap: Seni sarhoş eden Tanrı sözü)

( Meyhane: Seni sarhoş eden Tanrı sözlerinin söylendiği yer)





Biz, ölçtük, biçtik, içtik, bardaklar testiler devirdik!

Öyle ki, elimizden kepçe de kâse de bıktı!

Saki herkesi bıktırdı, ama o saki de ancak bir kişiden yıldı, elinden aciz kaldı.



Devamlı şarap, şüphe yok ki aklı kaçırır.

On kadehle sarhoş olmasan on iki kadehle olursun.



Diyelim ki bir küp dolusu içtin, bitirdin, başka bir küpten içersin.

O zaman şarapçı sana der ki:

Bu meyhane boşandı ise şehirde meyhane çoktur, oralara git.



Bunlar söz müdür ki söylüyoruz?

Yoksa bir küp dolusu şarabı kim içebilir?



Yüz kişi bile içemez.

Ama âlemde asla işitilmemiştir ki, içkiye düşkün bir adam şarabını döktüğü zaman daha ayıktır.

Yahut her kim çok sarhoş olur, gırtlağına kadar içerse daha ayıktır.



Bu böyle olunca, kimdir o aklı başında olan ayık ki, aynı zamanda bir cihanı ve âlemi akıllandırsın?

İşte bu şaşılacak bir haldir.



O yiğidi göremez misin ki ilahi şaraba kanmış olduğu halde hep elinde şarap tutmaktadır!

Varlığı baştanbaşa şarap olmuştur.



İşte o yiğit geldi.

İşte görmüyor musun, o şarabı baş aşağı getiren pir geldi, içimize düştü!

Ama onun düşmesi, bin kere kalkışından daha hayırlıdır.



Tanrıya ant olsun ki, bizim kapıp kandırdığımız o yiğidi, Tanrı yine bizden kapacaktır.

Nihayet senin karşına yolda perdeler çekildi.



O şeytan, Tanrı’dan başkasından gelmiş ise o yok demektir.

Şeytan senin karşına çıkamaz, bunu iyi bil!



Görüyorsun ki seni nasıl kaptım, dostlarımızdan biri hatırıma geldi, düşmanlarımızdan demiyorum.

Düşmanlarımızdan deseydim, o, dostlardan olurdu.



Mevlana’nın sözü yerindedir.

Buyurmuştu ki:

O (Şems) kime söverse veli olur.

O sırada hatırımdan geçti ki, sen geldiğin zaman biz de “ O geldi” diye konuşurduk.



Gerekmez ki, bizim sözümüzü kessin.

Ben dedim ki:

Burada bu kadar kuvvet var ki, onları tek renge boyayalım.

İçinde kıyam ve rukû gibi farzlar olmasa bile Allah ile birlikte olursan canına kuvvet gelir.

Tenin aradan gider, gözün akan suya döner.



Kabristana gittiğin zaman ölülere saygı göstermek, onlardan bir şey istemek vacip (Zorunlu) değildir.

Ancak ölülerin halinden sormak diriler üzerine vacip (Zorunlu) olur.



Kabristandan geçerken:

“ Selam sana ey müminler yurdu! Dersin.



Eğer biri dese ki:

“ Sen ölü müsün?

Diriler ölülerle konuşmaz.



Onun sesi bu âlemde değildir.

O başka bir âlemden gelen bir sestir.

Bundan dolayı bana ne buyuruyorsun, ne yapayım bu âlemde?”



Bunun işle ne ilgisi var?

Çok söz eşek yükü gibidir, derler.

Bu bellidir ama sözden iş anlaşılır.



Ama gerektir ki söz hem öğretici, hem de açık olsun.

Konuşurken tatlı, güzel ve zevkli konuşmalı.



Söz, kuru ve tatsız olmamalı, söz ne kadar açık olursa o kadar parlak düşer.



Zaman-zaman hoşa giden bir sözün aksini bile söyleseler yine ona zevksiz bir sözdür diyemeyiz.

Söz vardır ki, her tarafa çekip çevirebilirsin.



Nasıl ki:

“ Minareden atlarken yarı yolda pişman oldu!” dediğin zaman sözünü kesmiyorum.

“ Söyle ama olacak şey değildir” demiyorum.



Sende kuvvet varsa söylediğin sözler bana çok çekici gelir” dedi.

Ona sordum:

“ Artık ne cazibe arıyorsun?

Her ne söylüyorsan dinliyorum, onu doğruluk yönüne çekiyorum, zevk alıyorum



Hazreti Peygamberin:

“ Yarabbi!

Bize eşyayı olduğu gibi göster” anlamındaki duasının içyüzünü anlamayanlar şu taş ve kesek (Hayvan pisliğinin kuru hali) âleminde rahat yaşarlar.



Ancak gözü açık olanlar Tanrı âleminde seyirci olurlar.

Meğer senin de kulağın ve aklın bu yolda değil mi?

“ Evet, evet” dedi.

Ta bugüne kadar yüzlerce askıda kalmış konulara değindik.

Burada sana kim engel oldu?



Her yolda hevesle senin sohbetine koştum.

Senin sohbetinin niteliğini soranlara:

“ Ben onun meclisine Kayseri’de uğradım” dedim.

(Mecliste onun geleceğinin parlak ve zaferlerle dolu olacağını müjdelemişti)



Şeyhin lütfü ve keremi bana erişti, onun bir işareti ile bana tımarlar bağlandı.

Ancak geldiğim zaman o meclise yaraşan nitelikler bende eksikti.



Sen gittikten sonra beni yalnızca yanına çağırdı dedi ki:

“ Ben ona karşı gösterdiğim gönül alçaklığını senin için gösterdim.

Artık bunu yapmama sebep yok, niçin yapayım?



Derler ki:

Müslümanlık gerektir.

Evet, Müslümanlık gerekse ona çalışmalı, yoksa aldatıcı akıldan ne çıkar?

Boş sözler değil mi?



“ Evet “ dedim.

Müslümanlık da keskin düşünceden doğmuştur, çok iyidir.



Allah’ın seçkin kulları yok mudur ki, Müslümanlar arasından yetişmiş olmasın ve yine aynı Müslümanlıktan onlara bir korku gelmesin?



Hepsi küçük yaşlardan beri Müslümanlıktan başka bir işe çalışmamışlardır, çalışamazlar da, Müslümanlık onların yüzlerinden okunur.



Başlarını salarlar, “ Evet, evet” derler.

Ben de başımı sallarım, derim ki:

Böyle aşırı davranışların ne değeri var?



Eğer onu şarap (Sarhoşluk) alçaltıysa, şarabın etkisi altında kalır, söz söyleyemez, söylerse de belli olur, hiç anlaşılmaz, onun başı belaya girmez.



Ancak o kimse ki, susmak yüzünden alçalmıştır, o şaraba dayanamaz, onun ışığından ve kokusundan anlamaz.

Onun başı kendiliğinden tehlikededir.



Hallaç’ı Mansur da bunlardandır.



Ama işte bu Hallaç o yüzden şaraptan yüz çevirdi.

Bunun âlemde bir yankısı yoktur.



Ama âlemde onun sözünü de hiç kimse söylemedi.

İşte Hallaç garip bir kişi oldu.



Bu âleme geldi, gördü ve gitti.

Ama ötekilerden belki daha yüz bin kişi var.



Önce ona bütün yolları kapadım.

Ben şimdi söylenmiş (Gevelenmiş) sözleri dinlemek istemiyorum.



Sana kulak veriyorum, senden yeni sözler istiyorum, senin sözlerin nerede?

Evet, kulaklarım hoşlandı.



Ama kulakları hoşlanan o topluluk da, bu yüzden kavga çıkarırlar.

Mademki, aramızda düşman yok birbirimizle mi vuruşalım?



Ama kıyasıya vuruşmayalım ki, bir yerimiz kırılmasın, kimse ölmesin, birbirimizin yüzünü mosmor etmeyelim dedim.



Ama o, “ Hiç inkâr etmedi” dedi.

Ben de “ Etti!” dedim, hem de manevi inkârda bulundu.



Sema’ın hakkını vermedi, onu tamamıyla anlamadı, işte bu inkârdır.

Yoksa sen önceden bana bu sözü dinlemekten utanç gelmiyor dememiş miydin?



                  ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.

Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.

ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***

Neler öğrendik:

1.   Büyük olanların başkasının sözünü aktarmak yerine kendi sözünü söylediğini öğrendik.

2.   Kendi sözünü söylemeyenlerin, başkasının sözünü söyleyenlere saygı duyulmadığını öğrendik.

3.   Büyük olmayanın öğrendiklerini aktardıklarını, karşılıklı diyalogdan ve sorulacak sorulardan kaçtıklarını öğrendik.

4.   Öğrendiklerini bilen ama anlayamayanların, manasını kavrayamayanların koşuşulmamış bir meselede duvar gibi sessiz kaldıklarını öğrendik.

5.   Nefsi yani kişiyi dünyalık isteklere yönlendiren, bağlayan, aklını ve fikrini bu isteklerle taraftar haline getirenin anlayış, kavrayış ve görüşten yoksun kalacağını öğrendik.

6.   Nefsini öldüren yani dünyalık isteklerden kendini soyutlamış kimsenin görüşünün doğru ve kuvvetli olacağını, akıl ve bilgili olandan daha ileride olacağını öğrendik.

7.   Tanrı yolunda olanların önüne engel çıksa bile Tanrı yardımıyla gönderilen biri engelleri bir tekmede yıkıp yolu açacağını öğrendik.

8.   Tanrı, Tanrı erlerinden birini göndererek senin aşılmaz dediğin duvarları nasıl aşacağını öğrettiğini, sonra Tanrının işlerine razı olduğun zaman cezbe ile kendine çekerek yaklaştıracağını öğrendik.

9.   Tanrı sözlerinden zevk alanların kendinden geçirircesine mutlu olduklarını bunu da şarap, testi, meyhane gibi benzetmelerle anlatıldığını öğrendik.

10.                  Tanrı yolunda olanın karşısına şeytanın çıkamayacağını, çıkarsa da sadece Tanrı’nın gönderdiği şeytan olduğunu öğrendik.

11.                  Canı kuvvetli olanın sözünün de kuvvetli ve inandırıcı olduğunu öğrendik.

12.                  Nefsini öldürenin ahrete gitmişlerle konuşabileceğini öğrendik.

13.                  Sözün öğretici ve açık olması gerektiğini öğrendik.

14.                  Söz doğru kabul edilirse dinleneceğini ve zevk alınacağını öğrendik.

15.                  Müslüman olmanın diğer akıllılardan üstün olduğunu gösterdiğini öğrendik.

16.                  Doğru sözü, hak sözünü söylemeyenler alçalmışlardır.

17.                  Kavgaya vardırmadan münakaşa etmenin yararlı olacağını öğrendik.

18.                  Anlamadan ret etmenin, hakikati gizlemenin, bilmediğini söylememenin, iyi yapılanı saklamanın da inkârcılığa girdiğini öğrendik.



İşte böyle yaren,



Sözümüzün öğretici ve açık olması, anlaşılır olması ve bizim sözümüz olması gerekiyor.

Bu kolay bir iş değil.



Doğru kişiyi, doğru kaynağı ve kaynağın ilk çıktığı yere ulaşmalısın.

Alacağın önerilerle aklını kullanamaz duruma getiren nefsini öldürmelisin.



Nefsi öldürmek yani dünyalık istekleri en aza indirmek yaşam boyu kararlı uğraşınla olur.

Nefsin kontrolünü kendi eline aldıktan sonra Tanrı neyi nasıl yapıyor diye merek ederek keşifçi bir gözle hayata ve hakikatlere bakacaksın.



Hilelerden, tuzaklardan kendini korumaya çalışacaksın, düştüysen nasıl kurtulacağını bileceksin.



Yaren tüm bunlar doğru Müslüman olduğun zaman kendiliğinden oluyor.

Hiç parlak anlatımlarla anlatılanları anlamaya uğraşma.

Müslüman olman çok şeyin özünü anlamış olduğunu gösterir.



Sahte veya göstermelik Müslüman’san canında kuvvet olmaz, hiç kimsede senin sözüne değer verip dinlemez, başka yerde senden söz etmez.

                                                   *

RAVLİ

Popüler Yayınlar