21 Temmuz 2012 Cumartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE HÂL

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:
Merhaba ey biricik dost!

Nefsin bendedir, gönlün de hükmüm altındadır.
Kâh bunun sözünü dinlerim, kâh onun sözünü kabul ederim.

Bana diyor ki:
“ Gel Yasin oku seni hâl mertebesine yükselteyim!”
Ben açım, sende de hal mertebesi var, bende bu yoktur.
                                    *
O kadın öğretmen çocuklara Arap alfabesini öğretirken:
“ Elif iki üstün, elif iki esre” diye bir ezgi tutturuyor, el çırpıyordu.

Bana bir hâl geldi, raks etmeye başladım.

Dedim ki:
Benim üstümde hiçbir şeyim yok ama elifin iki üstünü var.
Benim kış gününde postum bile yok!

Hep şeyhlerden kalma gelenekleri anıyordum.
Diyordum ki:

Eğer yolculuk ederse, onunla birlikte gideyim.
Onlarla demiyorum.

Bununla beraber bin türlü bahane buluyordum.
Gelemeyeceğim,

Biz birisine bir şey söylüyoruz, onun bir işle ilgisini göremiyorsak uzaklaş diyoruz.
Çünkü zorluk olur.

Böylece kurtarıyoruz.
Ancak onda kendi benliğinden bir şey kalmadığı zamana kadar bekliyoruz.
Nasıl ki, benin yarası sağılınca üzerindeki pamuk düşer.

Çelik çomak oyunu zamanında bir kere bana Cüneyt ile Bayezid’ın hâli geldi, onlar ne yaptılar diye düşündüm.

Şimdi sultanın oğlu sultan olur, meydanda top oynar, topa çomak vurur.
Bu nasıl oluyor?

Herkes bilir ki, çelik çomak oynamak nerede, devlet topunu oynamak (Ululuğu, büyüklüğü, mutluluğu elde etmek) nerede?

Yani ikbal topunu kapmak ( Birine yönelip işlerinin yolunda gitmesi ve mutluluğa ulaşması) ve onu dilediğine vermek başka, başka şeylerdir.

Tanrı dilerse görülecek, görülmüş olacaktır.

Mevlana alnımdan öptü.
Ben benim, ama şimdi ben sen oldum.
(Hemhal: Bir halde bulunan, halleri birbirine benzeyen, bir halli)

Tıpkı öyle görmüyor musun?
Bu birliği bir kaynaşma farz et.

Kalk gidelim.
Benim ne kadar kardeşim oldun?

Benle sen hangi mescitte namaz kıldık?
Şimdi de ağlamak zamanıdır.

Ağlamıyorum.
Ancak Perir ağlıyordu.

Çeşme başında oturttum sustu.
Birkaç sarık parçası verdim.

Kulağını bük de ağlasın.
Sen ve ben hoşuz ya!

Allah beni senin için yaratmış.
Bütün âlemi sana sattım!

Gidin arayın!
O Şems’i görmedim.

Halep’te mi acaba?
O iradesini yitirmiş müritlerin üzüntüsünden olacak ki, o da onlar gibidir.
Birkaç adım gider, sonra buz gibi soğurlar.

Ama eğer beni göreydi hizmetlerde bulunurdu, bırakmazdı geleyim.
Bu gümüşler de yanımda kalırdı.   

Aman bir tuhaf bakıyorsun!
Evet, ne diyorsun?

Yarabbi olmaya ki bir gün bile gönlümde ona ait saygı ve sevgiler azalsın!
Allah izin verirse sakın gitmeyi düşünme.
Ta bir hafta onu oyaladım.

Parlak, aydın bir güzeldi.
Mademki insaflı davranıyorsun, ondan yüz bin nişan bulacaksın.

Kâh hayal kuruyor, kâh şaşkın duruyorsun.
İnsanoğlunun azığı gecikse de yine kendi önüne gelir perde olur dedim.

Kötü hayaller, kötü hayal değildir.
Sana da temiz, güzel ve aydın bir hayal böylece perde olur.

Ama nereye gider?
O senindir.

Ancak o azık bugün vermiş olsaydı, gelecek hafta başka bir şey olurdu.
O azık, bu gün sana ulaşır, çünkü senindir o!

Senin olmasaydı bile yine sana erişirdi.
Çünkü böyle olmasını Tanrı dilemiştir.

Tanrı’nın işi böyledir.
Olmayacak şeyleri olanaklı kılar.

Anadan doğma körleri bile gördürür.
Göze tam bir beyazlık gelince filozofların aklı bu gözün artık görebilmesini kabul etmez.

Ama bu, Peygamberlerin aklına sığar.

Hakk’ı elinde tutan felsefeci:
“ Bu benim işim değildir, bende o kudret yoktur” der.

Ama böyle söylersen kendiliğinden Müslüman olursun.
Kul öyle bir durumda kalır ki, düşer, yüzüstü kapanır, ama Tanrı yardımı onun elinden tutarsa yine kalkar.

Tanrı o kulunu zikir yönünden de sorumlu tutmaz, özrü vardır, der.

İnsan sevdiğini çok anar.
Hele o sevgili, Tanrı olursa!

Ama onu gereği gibi anabilmek kimin elinden gelir?
Biz hep sizi anmaktayız, sizin aşkınızla doluyuz.

İstersen vur onun parmağını kır, ben derim ki:
O parmak eskisinden daha iyi olur.

Lakin sana el uzatan o edepsizlerden seni Allah korusun.
Cebrail’in bile bundan sonra onun ilhamlarını elinden almaya gücü yetmez.

Bir “ Euzu Besmele” çekerek parmaklarını tut, öylece kaldır.

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
HÂL İLMİ:
Özü sözü bir olarak kalbe dolan mana, cezbe (kendinden geçiş), baygınlık, coşkunluk gibi manevi geçişe denir.

Kulun kastı olmadan meydana gelir.
Allah vergisidir.

Hal sahibinin halinde değişiklik yapar ve onu renkten renge sokar.

HÂL DİLİ:
Kişi gönlünden geçirdiklerini kalbinden söyler, bu dili bilen bu sözü kalbinden duyar, anlar ve yine gönlünden geçirerek kalbinden cevaplar.

(kalp gözü, kalp kulağı, gönül gözü, gönül kulağı, can gözü, can kulağı) arasındaki işletişimdir.

Mesafenin önemi yoktur.
Söz yoktur, vücut dili yoktur.

Ağız oynamaz, kulak duymaz.
Gönülden gönül’e konuşmadır.

Tanrı, Peygamberimizin gönlüne vahiy olarak sözlerini koymasının diline hal dili diyoruz.
(Can gözü, can kulağı ile iletişim)

Hz. Mevlana için kitabı var ama peygamber değil demelerinin sebebi bu dilde konuşmasıdır.

Baha Veled hazretleri bu dili Seyyid Burhaneddin Tirmizi’ye öğretti ve bağışladı, o da Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye öğretti ve bağışladı.

Yaren (Hâl) ilmini bağışladım demekle bu konuda bu sahip olduğu ilahi sırları Mevlana hazretlerine anlatması, gözden göze nur aktarımı ile verilmiş olduğu manasınadır.
                                               *
Neler öğrendik:

1.   Hâl ilmi öğrenmekle olmadığını, bu ilme sahip olanın uygun gördüğü birine bu sırları bakışlarıyla verdiğini, aktarılan sırların başka biri tarafından duyulmadığını öğrendik.

2.   Öğretilecek kişide bu işle ilgisinin olması gerektiğini öğrendik.

3.   Öğretilecek kişide benliğinden tamamen kurtulmuş olması gerektiğini öğrendik.

4.    Ululuğa, büyüklüğe, mutluluğa Tanrı dilerse kavuşulacağını öğrendik.

5.   Öğrenenin bir kendi iradesini yok ettiğini, öğretici iradesine girdiğini öğrendik.

6.   Öğreticinin nazlı davrandığını öğrendik.

7.   Öğreticiye ve öğrendiklerine aşkla bağlanmayanların birkaç adım uzaklaşınca soğuduklarını öğrendik.

8.   Yiyecek ve içeceğin bir şekilde bizi bulacağını, ama kaygısına düşenin bu öğrendiklerine engel olacağını öğrendik.

9.   İnsanın olamaz dediği şeyleri Tanrı’nın olur kıldığını peygamberlerin aklından öğrendik.

İşte böyle yaren,

İnsan aklının kabul etmediği denen aslında aklın anlayıp kavrayamadığı HÂL olayını Şems Hazretleri özetle bize anlattı.

Aklın anlaması için görmek veya yakinen yaşamak gerekir.

İnanmazsak zaten peşinen ve kolaycılığa kaçarak ret ederiz ki buradan bir şey elde edemeyiz.

Sır konusunu işlemiştik.

Sır Tanrı’nın özel kullarına bahşettiği ve gizliliğine çok dikkat edilen ruh gibi latif olan ve kalbimizde bir yerdir.

Bu tür olayları ne Meleklerin, ne Şeytanın ne Cinlerin nede diğer varlıkların bilmesinden ve anlamasından gizlenilen bir oluşum yeridir.

Bu aktarım işaret sözleriyle istekli hazırlanır ve aktaracak olan sözsüz, sessiz gerekli ve yeterli olduğu biçimde aktardığını öğrendik.

Bunu yapacak olanın olgun, alacak olanın uygun olması gereklidir.
Allah’ın izni ve emri ile olur.

Bu konuyla ilgili ve bağlantılı konuları işledik ve devam ediyoruz.

Yaren, bir anlatımla bitmeyecek çoklukta ve büyüklükte olduğundan konuları okumaya devam etmelisin.

RAVLİ (Konuyu……. ) Yazarak ilgili konuları Goole dan okumalısın.   
                                           *
RAVLİ                   


Popüler Yayınlar