11 Temmuz 2012 Çarşamba

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE DÜNYA ZEVK VE TUZAKLARLA DOLUDUR

.

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Hemşeri nedir ki, benim babamın benden haberi yok!
Kendi şehrimde bile garibim.

Babam bile bana yabancı.
Gönlüm ondan ürküyor.

Öyle sanıyorum ki, üstüme yıkılacak, bana güzellikle söz söylerken bile beni dövecek, evden kovacak sanıyordum ve kendi kendime diyordum ki:

Eğer benim manevi varlığım, onun manasından doğmuş olsaydı, gerekirdi ki, bendeki mana onun yavrusu olsun, onunla uyuşsun, anlaşsın ve olgunlaşsın.

Kümes tavuğunun altına konmuş bir kaz yumurtasıyım sanki.
Gözlerimden yaşlar boşanırdı.

Şeyh, hadis anlatıyor, filan hadis bilginleri ki böyle kimselerin içeride ve dışarıda kırk tane yetiştirmesi vardır, bunlar ya divane yahut sevdalıdır, diyorlardı.

Kulak verdim (Gizlice dinledim) benim halim o hal değildi.
Diyordum ki:

Sen bizim babamızsın.
Nasıl oluyor da bizi götürmelerini uygun buluyorsun?
Beni gizlice divane ediyorsun, kafamı bozuyorsun, ben ne yapabilirim?

Mevlana Celaleddin, sanki beni şu zevk ve istekler âleminden ateşe sürüklüyor
Ancak, beni bağlamak için zincir getiren o zata niyaz için (Beni bağlamaması için istekte bulunmak için) nasıl gideceğim diye düşünüyorum.

İki sevgili arasındaki davranış nasıl olursa, ben de, sana öylece gelip boynuna sarılıyorum.
Başka ne yapabilirim?

Bu niyaz (istemekle) ile elde edilirse, demek ki, Hakk iradesi (Yaptırım gücü) dileğimize göre açıkça belirmiştir.

Çünkü murat yani istek iradeden pek
Ama irade muradı bilemez. gizlidir.
Murat (istek) iradeyi bilir,

Şu halde o ne yaparsa Tanrı iradesi ile yapar.
Onun için, işlerine hiç kimsenin karışmayacağı o sevgilinin yaptığı her şey, iradeye uygundur.

O her ne yaparsa iradeye göre yapar.
Her ne işlerse, iradeye uygun düşer.

Bir kimseyi gördüğü zaman, onun doğuştaki halini, son durumunu, yaşantısı boyunca hangi duraklardan geçeceğini de görür.
Ama asla o işleri yapmayan, Tanrı buyruğunu tutmayan kimse, nasıl olur da onun aksini yapabilir?

O bir yerde umut ışığı görürse belki uyanık davranır.
Nasıl ki; şeyhin nazarı ona erişmiştir dersin.
(Şeyhin nurlu aydınlığından yararlanamamıştır)

Öyle bir insanın işi o yüzden tama olur.
O, bu halin Şeyhten ve kendisi tarafından olduğunu sanır.

Böyle bir şeyhin etkisi nasıl olur?
Bakarsınız ki, onda hiçbir seyir ve süluk yoktur.
Şeyh de kendisine bir şey söylenmemiştir.

Burada Beyazid’e hıyar tarlası hikâyesini anlattılar.
Dediler ki:
“ Adam hiç karpuz yemedi” dedi.

Dedi ki:
“ Ben, Peygamberin karpuzu nasıl yediğini bilmediğim için yiyemem”
İşte Peygambere uygun davranış burada hem suret, hem mana yönündendir.

Peygambere uygun davranışı surette korumak gerektir.
Şu halde bu uygunlukta hem sureti, hem de manayı korumayı nasıl ihmal edebilirsin?

Hazreti Mustafa, (Tanrı’nın selat ve selamı üzerine olsun), şöyle buyurmuştur:
Yüce Tanrım!
Biz sana karşı, senin ululuğuna yaraşan şekilde kulluk edemedik

Bayezid ise:
“ Kendimi kutlarım, şanım ne yücedir!” diyor.
İş böyle olunca bir kimse, Bayezid’in bu sözüne bakıp da, onun hali Hazreti Muhammed (s.a) halinden daha kuvvetli olduğunu sanırsa çok ahmak ve bilgisiz sayılır.

Eğer şeriatın gerçek yönünü arasan, evet şeriat da vardır, tarikat da!
Şeriatın hakikati kandil gibidir.
Kandilin maksat ve manası ise, bir yere gideceğin zaman sana ışık tutmasıdır.

(Şeriat: Doğru yol, Allah emri, ayet, hadis ve zeki, anlayışı yüksek din bilgini olanların din esaslarına dayanan din kaidelerine denir)

Ona (Şeriata) dosdoğru güvenebilirsin.
Ona fitil takarsın havadan asarsın, onunla çevreyi görürsün.

Ama bir yola gitmezsen onun sana ne faydası olur?
Hep yerinde duran ışıkla hakikate nasıl erebilirsin?

Gerektir ki, hakikate eresin!
Tarikat yolundan yürüyesin!

Diyelim ki, bu testi çorak su ile doludur.
Sana “ Bu ırmak suyudur” diyorum.

“ Ver bana “ diyorsun.
Veriyorum.
Ama “ Bunu o acı sudan tamamıyla boşalt” diyorsun.

Sıcaklık soğuklukla, soğukluk sıcaklıkla birliktedir.
O işler soğumadıkça bu iş kolaylaşmaz.

Bu söz sona ermiş değildir.
Ama uykuyu kaçırmıyor.
Uykum kaçsın diye başımı sana dayadım.

Şu su ve toprak âleminin ötesinde gayb âlemindeki dağın arkasında Yecüc ve mecuc’lar gibi birbirimize karışmıştık.
Ansızın oradan bize “ İniniz aşağıyı” sözü geldi.

Oradan bu aşağılık âleme indik.
Uzaktan, karanlık ve yokluk âleminde bir varlık belirdi.

Uzaktan kentler, ağaçlar henüz görünmüyordu.
Bu âlemi hiç görmemiş çocuklar gibiydik, yavaş-yavaş yaklaştıkça, dane ve tuzak belası, derece-derece gözümüzün önünde belirmeye başladı.

Daneye kavuşmanın zevki, tuzağa düşmenin zorluklarına üstün gelmeseydi bu âlem, bu varlık da meydana gelmezdi.

Söylendiğine göre, Âdem, uzaktan bir taş gördü ki (Uzaktan güzel taş gibi gözüken dünyaya) heybetle kendisine doğru geliyordu.
Sevgisi ayaklandı ve ona doğru koşmaya başladı.

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Toplum içinde kendisine bilgi ve kültür açısından yakın olmayanların kendini yalnız hissettiğini, acılar çektiğini öğrendik.
2.    Kümes hayvanının altına konan kaz yumurtası civciv olduğu zaman su görünce suya koşar, anne görevi yapmış tavuk da civciv suda boğulacak diye suya girmesine engel olmaya çalıştığını öğrendik.
3.    Kişi ne yaptığının farkında ve bilincinde ise, bulunduğu topluluk üzerinden kendisine gizlice deli, divane veya kara sevdalı denmesinin moral bozduğunu öğrendik.
4.    Dünya âleminin zevk ve istekler âlemi olduğunu öğrendik.
5.    İstediğimiz oluyorsa Hakkın da bu isteği kendi istediği olarak kabul edip yaptırım için izin verdiğini öğrendik.
6.    Yaptırım gücü olan isteklerin ne olduğunu bilmez, ancak isteyenin kimin gücüyle bu isteğinin olacağını bildiğini öğrendik.
7.    Mevlana Hazretlerinin her ne yaparsa yapsın Tanrı isteği ile yaptığını öğrendik.
8.    Şeraitin gideceğimiz yolu, yapacağımız işi aydınlattığını öğrendik.
9.    Âdem aleyhisselamın sevgiyle dünyaya koştuğunu öğrendik.
10.                      Dünyada tanenin zevki olduğunu, tuzaklarla dolu olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Tanrı“ İsteyin vereyim” diyor.
Bundan anlıyoruz ki verme gücü olduğunu ve vermek istediğini anlıyoruz.

Tanrı isteğimizi kendi isteği olarak kabul ettikten sonra bunu sebeplere bağlayarak bir şekilde bize ulaştırır.
Bu isteğin çabuklaşmasını isteyen çalışmasını daha da çoğaltması gerekir.
Çünkü bize çalışmanın içinde verir.

Testi su konusu:
Şeriatın kanunları uygulamada kişiye bulanık ve acı gelir.
Ama Tanrı hükmü böyledir.

Kişi temiz, tatlı, kolay, çabuk ulaşmak ve hemen sahip olmak arzusundadır.
Bu yol doğruyu olduğu gibi yapmak olduğu için nefsinin hoşlanmayacağı çok şeye razı olmak ve uygulamak zorundasın.

Kendini hiç özeleştiriye almamış, Tanrı kanunlarını ölçü almamış ve uygulamamış, kendine daha önce bir yol seçmemiş kişilere bu yol başlarda acı, bulanık ve zor gelir.

Acıyı tadacağız ki tatlıyı anlayalım.
Bulanıklığı göreceğiz ki suyu tortuyu birbirinden ayıracağız.
Soğuğu göreceğiz ki sıcaklığı tanıyalım.
Yani, zıtlar ile bir arada olarak, biz bilgi ve dikkatimizle ayırıp yararlanacağız.

Âdem aleyhisselamın mavi taş gibi dünyayı gördüğü zaman merakından ve sevgisinden dünyaya doğru koştuğunu hikâye ettiklerini öğrendik.

Dünyanın zevkleri peşinde iken görülmez tuzaklara düşmemek için şeraiti iyi bilmemiz ve uygulamamız gerektiğini öğrendik.

Yaren,
Burada dikkat etmek gereken sana öğretilen kurallardır.
Örnek kişilerin tercihleri ve tavırları kendi zamanına ve ortamına göredir.


Bizim mana dediğimiz doğru kuralları öğrenip durum ve şartlara göre uygulamamızdır.

Tanrı kurallarını uygulayana Tanrı sahip çıkar.
Peygamber sözünü doğru kabul edip uygulayana Peygamber sahip çıkar.
Tanrı erlerinin sözlerini doğru kabul edip uygulayana Tanrı erleri sahip çıkar.

Aslında hepsi Tanrı kaynaklı, Tanrı iradesiyle olur ve kendini gösterir.
Biz merdivenin hangi basamağında isek ona göre bize seyrettirilen manzaradır.
                                           *
RAVLİ

Popüler Yayınlar