2 Temmuz 2012 Pazartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE ALLAH’IN HAKKI ÜÇTÜR

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Hazreti Peygamber buyurmuştur:
Siz gelecek olan o zatın yüzünün rengini hatırınızda tutun.
O, gam, vaktinde bana sevinç verecektir

Bulunduğunuz topluluk derin bir uykuya dalmıştır.
O evde, sende hoş ve yüksek bir hal vardı, yüzün kızarmıştı, sarhoşluk ediyordun.

Ben de sana:
“ Şimdi sarhoşluk etmenin yeri var mı?” diyordum.
O sırada oraya, beni ziyaret için başka bir cemaat geldi.

Ben önlerine çıktım, gelmesinler diye oyaladım.
İmad (Dil bilgini, sözlük âlimi) da onlarla beraberdi.

Sultan o kişidir ki, sultan olduğunu bilir.
“ H”, nefsine düşkün bir sofudur.

İsterse gelir, istemezse gelmez.
Geciken vaatler unutulur derler,

Aşıkın hali böyle değildir.
İşe önceden başlamak gerektir.

Bu günün işi, yarına bırakılmamalıdır.
İşe başlarken de Tanrı’dan yardım dilenmelidir.

Artık bundan daha açık söz, bundan daha beyaz yoğurt olmaz.

Kadı işaret yolu ile şöyle demiştir:
Diken asla yenilmez, kendin de yiyemezsin

Şeyh İbrahim’e dedim ki:
“ Bu tatsızlık hep senden mi?”
Onu kendime muhatap (Kendisine söz söylenen) ettim.

Ahvalin (Durumun) ne olduğunu zaten biliyordum.
O kimdir ki, onun gönlüne perdeler çekilsin.
Onda bizim âlemimizden bir hayal, o hayalden başka bir hayal doğsun.

Ben bu manaları öylesine söylüyorum.
Hazreti Peygamber aleyhisselam bile bu kadar açık söylemez.

Gerçi bu onun güçsüzlüğünden değil, belki onun bu sözü fazla uzatmak ve incelemek için yeterli vakit olmadığındandır.

Çünkü o çok meşguldü.
Ama benim için o manayı olduğu gibi, açıkça söylemekte hiçbir engel yoktur.

Ben her ne kadar kendimi sözle oyalamaktaysam da, o mana bana şu beyitten geliyor.
Beyit:

İşlediğim günahtan nereye kaçsam bilmem,
Her günahın ardından karşıma gufran (Tövbe, af, merhamet) gelir.

Nasıl ki Kuran’da:
“ Rabbiniz size güzel bir şehir verdi.
O çok bağışlayıcı Tanrı’dır”
(Sebe suresi15) ve

Ya Muhammed!
Biz senin için aşikâr bir fetih ve zaferin yolunu açtık, bundan önce ve bugüne kadar gelip geçmiş günahlarını bağışlamak ve sana nimetlerini tamamlamak için Allah seni en doğru yola yönetti” mealindeki ayetler bu gufrana (Tövbe, af, merhamet) işarettir.

Peygamber aleyhisselam, içki içmezdi, onun günahı ancak şu sözdeydi.
O buyurdu ki:
“ Gufran (Tövbe, af, merhamet) senden daha eksik ve güdük değildir.
Sen ne zaman dilersen, bu günahı işle ve söyle”

Bu, Peygamber için görünüşte bir nevi ayrılma ve uzaklaşmadır, diyebilirsin.
Ama onun bu uzaklığından binlerce yakınlık doğar.

Hazreti Peygamber, bu nükteyi (Herkesin anlayamayacağı ince mana) daha tatlı söyleyebilirdi.

Ancak daha fazla açıklayamazdı.
Çünkü o açık beyanın halka bir faydası olmaz, belki yalnız anlayışı yüksek olanlara faydalı olurdu.
Böyle olmasaydı o zaman iş çığırından çıkar neticesine takat getiremezdi.

Ama onun dostları, bu tatsız görünen korkutucu sözlerinde de, tatlı sözlerinde de, yüz bin lezzet bulur, son derece hoşlanırdı.

Ebubekir mest  (sarhoş) olur, Ömer’e bambaşka bir hal gelir, Ali keskin kılıç karşısına göğüs gererdi.

Onun o tatsız (Korkutucu) gibi görünen sözlerinden o kadar kuvvet alır ve o derece beslenirlerdi.

Bazılarının aradıkları şey arzularına uygun olarak karşılarına çıkar.
Bazılarına da, ölüm sırasında yüz gösterir.

Bazıları da, onu arama yolunda can verir giderler.
Ama bu yolda dileğine kavuşma hevesiyle ölmek de büyük bir iştir.

Önce senin bir işin yoktu.
Ayağına el uzattın.
Bugün mademki gidiyorsun hiç olmazsa kendine meşgul olacak bir iş buldun, kârın bu oldu.

Hazreti Ayşe bir rüya görmüştü.
Onu Hazreti Peygambere anlatmayı unuttu.

Eğer o rüyayı Peygambere söyleseydi, asla o evden dışarı çıkmazdı.
Semadan beş yüz vahiy gelse bile!

Bütün Peygamberin ve velilerin özledikleri bir sevgili, kavuşmak için çırpındıkları bir dilekti bu.
Bu öyle yüce bir Tanrı Peygamberi, öyle ulu bir zat olduğu halde, böyle zatları niçin özlüyordu?
Ah!
Kardeşlerime bir kavuşabilseydim!” diye hep onları sayıklardı.

Bu bir kaç meseleden ancak en kudretli peygamberlerin haberleri oldu.
Bir gün, onları yakından yahut uzaktan görmek bunlara nasip oldu.

Ama geri kalanlardan bir kısmının onlardan haberi olmadı, bir kısmı da onları görüp, görüşmek mutluluğuna erişemediler.

Mevlana’ya dedim ki:
Bu konuyu destekleyici birkaç söz söyle, meclistekilerden biri gitti ama yeni gelen bir şeyler dinlemek ister.

Mevlana’da konuşmak arzusu yoktu, sözünü bitirmişti.
Ancak emrimi yerine getirmek için şu birkaç sözü söylemeye ve şu öğütleri vermeye başladı:

İblis, sizinle çok savaşlar yapar.
Bundan sonra öyle görünüyor ki, size vesvese (Kuruntu) vermekte zorluk çekecektir.
Onu görmekten, sözünü dinlemekten çok zahmet çekeceksiniz ki, size bir ziyan vermesin.

Hazreti Peygamber şöyle buyuruyor:
“ Ulu Tanrı’ya kırk sabah içten ibadet edenlerin kalbinden hikmet kaynakları fışkırır, lisanından dökülür”
Bu kırk sabah, müminin gönlünün anahtarıdır.
Yoksa yüz bin sabahın bile ona faydası olamaz.   

Şeytan Yahya’ya, İsa’ya gizlice secde etti.
Bu nedir?

Korkudan, umutsuzluktan ileri gelen iman makbul değildir, derler.
O halde Tanrı’ya gerçek iman hangisidir?

Gerçek iman, bu cihanın renklerine boyanmadan, o cihanın nakışlarını görenlerin ve o ilahi âlemin seslerini işitenlerin imanıdır.

O halde Firavun için neden böyle olmadı?
Onun imanının da kabul olması gerekirdi.

Mademki son nefesinde, tek kelime ile imanlı gitmek mümkündür.
Firavun da öyle olmalıydı.
Kuran’da bu konuda üç kereden başka müsamaha (Görmemezliğe gelme, göz yumma, hoş görme, aldırış etmeme) yoktur.

Nasıl ki şöyle buyrulmuştur:
O kimseler ki, önce iman ederler, sonra kâfir (Dinsiz, imansız) olurlar, (1)
Sonra yine iman ederler ve tekrar inkâr (Reddetme, tanımama, saklama, gizleme)
Olurlar, (2)
Sonra yine iman ederler ve tekrar inkâr ederler, küfürlerini (Dinsiz, imansız)  artırırlar. (3)
Allah onları bağışlamaz, doğru yola da yöneltmez.”
(Nisa suresi 135)

Allah, kâfirin küfründe devam ve ısrar etmesini istemez.
Belki iki defa imandan uzaklaştığı için üçüncü defasında kâfir olmuştur.
Onun geçmişteki küfrü imandan artık bir dereceye varmış, yani küfrü imandan üstün gelmiştir.

Küfrün o kadar fazla gelmesi onun imandan yoksun kalması sonucunu doğurmuştur.
Ama eğer işin öteki tarafını anlatırsam, ortada hiçbir şey yokmuş gibi olur.

“Kuran’daki bu müjdelerden, korkutmalardan, ürkütmelerden hangisini dilersen onu yap;
Hangi gidişte ve yolda yürümek istersen yürü;
Nihayet ömür bakımından, şeriat yönünden iman sözü dile gelince, mümin olarak gidersin” demek, halka cesaret vermek ve onu ölüme götürmektir.
Kuran’a aykırı konuşmaktır.


Bu yolda konuşmalar, şu cihetten doğru değildir ki, neticesi halkı uyutmak, onları gaflete sürüklemek, işinden gücünden alıkoymak olur.
Zaten halk, tarife sığmayacak kadar tembeldir.

Halk, bu” Her ne istersen yap!” sözünü işitince “ Son nefeste bir kelime ile anadan yeni doğmuş gibi olursun, mümin olarak gidersin” sözüne güvenir.

Evet, filan zat görünüşte kâfir olarak gitmiştir ama gerçekte o imanla gitmiş olabilir.
Hatta o zat üçüncü defasında dil ile inkâr etse kâfirdir.
Ama hakikat yönünden o, gerçek mümin olabilir.

Çünkü hakikatte, ayette bildirilen” Küfürlerini artırır” yolundaki açık ifadenin dışındadır.
Ama “ Bu ne biçim şeriattır ki, halkın mahvolmasına sebep oluyor?” denirse, biz de deriz ki:
Onları bu gibi korkutucu öğütlerden güvenli bir halde bırakmak, yüz bin kere daha korkunçtur.
Bu onları kuyuya düşürmektir.

Eğer bu yolda yürür, bu yolda savaşır ve gece gündüz uğraşırsan, gittiğin yol doğrudur, gerçektir.

Ama niçin başka birine bu yolu göstermiyorsun, onu tavşan uykusuna yatırıyorsun?
Yoksa bu işte taklitçi misin?
Yoksa doğru yol bu değil midir?
Gel söyle bu nasıl olur!
Onunla konuşmanın ne yeri var?

Yetmiş yıllık bir Mecusi’ye bu yol üzerinde, o aranan kutlu varlığın nazarı ilişse;
Ona, hoşuna gidecek ufacık bir sevgi gösterse, o Mecusi’de Mecusilikten eser kalmaz.
Her işi Müslümanlık olur.

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Peygamberimizin kendi yaşamından sonra gelecek zamanda gelecek olan Tanrı velilerini müjdelediğini ve bunları görmek için özlediğini öğrendik.
2.    Tanrı sözlerinin verdiği zevkten sarhoşluk bazen de divanelik tesiri olduğunu ve bunun önlenemez olduğunu öğrendik.
3.    İşimizi Tanrı yardımı isteyerek hemen yapmamız gerektiğini, sonra yaparım diye geciktirirsek unutacağımızı öğrendik.
4.    Kendimizin korkutulmak, tiksindirmek zarara uğramak, sıkıntıya uğramak istemediğinden başkasına da böyle tatsızlık yapmamamız gerektiğini öğrendik.
5.    Günah işlenildiği zaman Tanrı’dan uzaklaşıldığının farkına varan pişman olursa tövbe eder ve Tanrı’dan af ve suçunun bağışlanma geldiğini öğrendik.
6.    Af ve bağışlanmanın sayısı ve sınırı olduğunu, suç işleyip af dilerim nasıl olsa Tanrı beni affeder diye Tanrı kararını kendimiz kullanmaya kalkarsak iman sınırından dışarı çıkarılacağımızı bilmemiz gerektiğini öğrendik.
7.    Peygamberimize günah işlemesi Tanrı tarafından serbest edilmiştir ama onun sözünden başka günahının olmadığını öğrendik.
8.    Amacı uğrunda ölmenin büyük bir iş olduğunu öğrendik.
9.    Rüya ile bildirilenleri önemsememiz gerektiğini öğrendik.
10.                      Gerçek imanın bu dünyanın güzelliklerine kapılmadan, ilahi âlemin güzelliklerini gören ve ilahi âlemin seslerini dinleyen, doğru kabul edip uygulayan olduğunu öğrendik.
11.                      İmanın küfürden üstün gelmesi gerektiğini öğrendik.


İşte böyle yaren,
Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge) unutmamalıyız.

 Birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanı kötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız kalmaz.

Arzularımıza kavuşmak için çalışır çabalarız.
Kimi zaman kâfir kimi zaman imanlı oluruz.

Yanlışı doğru diyerek yaparız.
Günahı iyilik diye yaparız.

Burada dikkat etmemiz gereken kendi ölçülerimizle yaptığımızı onaylamak değil, yaptığımızın Tanrı ölçülerine uygun olup olmadığına dikkat etmektir.

Kişinin ne yaptığının, ölçülere, sınırlara uyup uymadığının farkında olması gerekir.
Öz eleştiri başlangıçta çok zor olmasına rağmen yapılmalıdır ve çok faydalıdır.

Kendi yanlışlarımızı bize söyleyecek doğru sözlü yaşlı birinin olması bulunmaz bir nimettir.

Kimse beni eleştiremez, ben bilirim, benim yaptığım doğrudur diyorsan benlik davası gütmektesin ki bizden çok uzaklaşmışsındır demektir.

Söylenenler canını sıksa da, hoşuna gitmese de nefsine doğruyu kabul etmeyi öğretmelisin, zorlamalısın, mecbur bırakmalısın.

Bu yol göstermelik tören veya çok taraftar bulmak yolu değildir.
İstediğine dünyada ulaşabilmek için savaşmalısın uğraşmalısın.

Arzuna kavuşur musun?

Belki bu dünya kavuşursun.
Belki ölüm anında kavuşursun
Belki mana âleminde kavuşursun.

Ama çalışmanın bu uğurda savaşmanın karşılığını iyilik olarak muhakkak alırsın.
                               *
RAVLİ

Popüler Yayınlar