Bana bir yufka yüreklilik,
bir ağlama hali geldi.
Hoylu Muhammed sana:
“ Şemseddin, ben Sadettin’in
yanında idim.
Kuran’daki:
“ Cinleri
ve insanları yarattım ki, bana kulluk etsinler” anlamına gelen ayeti
yorumluyordu.” Dedi.
Ondan sordum:
Bu Tanrı’nın hiçbir niyaz
dileği (İhtiyacı, muhtaç olduğu) yok mudur?
Diyorlar ki, hiç dünyaya
gelmeseydim bu yaratılan varlıkların bana göre bir yaban eşeği kadar değeri
olmazdı.
Şu halde bu nasıl dileksizlik
olur, ona ne demeli?
Bu yüzden de, söylediklerin
gerçeğe uygun düşmüyor.
Sadettin güldü.
Ona demiş ki:
“ Bu işe gülmek gerektiğini
bildiğim için ben de gülüyorum”
Bana:
“ Bu gece bizimle birlikte
kal” dedi.
“ Burada ne yapalım” dedim.
“ Beynimi kurutuyorsun (Boş sözlerle aklımı meşgul ediyorsun), Müridleri (İsteklileri)
de kuru kafalı (İşe yaramaz, içi boş sözlerle ) yetiştiriyorsun, daha ne
olsun!” dedim.
“ Bari gideyim bir çorba
içeyim.”
“Git” dedi.
Karar verildi.
O istiyordu ki, senin bir
zındık (İnançsız) olduğuna fetva verilsin.
Ona ne güveniyorsun?
“ Ne diyorsun?” dedim.
Bana, sen küfürdesin (Dine
uygun davranmayan) diyenin önünde ayağa kalkarak el bağlamak gerektir.
O, zahirde (Görünüşte)
göründüğü gibi değildir.
Ben de, böyle sanıyor ve
korkuyorum ki, önce beni şahnenin (Polisin) önüne çıkarır astırırlar.
Bu ondan değildir, o
bizimledir.
“ Eğer bana gelirse koyver
gitsin” dedi.
Ama ben korkmayan ancak Tanrı’dır, diyemedim.
İş verir, anlamaz, sorar:
Allah nasıldır?
Mevlana Celaleddin:
“ Ona sus dedim hele” dedi.
“ Ama benim derimi yüzerler,
ben onunla bir şey konuşamam”
“ O halde şimdi konuşma”
dedi.
Dedim ki:
“ Şu kadehi eline al, sana
secde edeyim”
(Sözü sen söyle de sana saygıda
bulunalım)
Onu öyle bir durumda gördüm
ve dedim ki:
“ Kadehi ben çekiyorum, sen
hiç konuşma”
(Sözü ben söylüyorum, sen
sus)
Hoşuna gitmedi dedi ki:
“ Aydınlığı kızıl altında
arıyorsan dibi kurşun çıkar”
(Altınla kurşun birbirine
karışıktır, potada erittiğin zaman kurşun potanın altında kalır)
(Parlaklığı, aydınlığı
altında arıyorsan
Şemseddin diyordu ki:
Bu bilgelerin hiçbir değeri
yoktur.
Hep, biziz-biziz diye bıyık
burup dururlar.
Bizim bu Şahap da ahmaktır.
O da, ben şöyleyim böyleyim
diye bıyık burar.
O şey ki yoktur, sen kim
oluyorsun?
Şirin bir zındıkçık!
Şems’in sözünü başkalarından
işitiyorum, bana hiç gayret gelmiyor.
Ben bilmiyorum.
Ben onun baş tarafını
alıyorum sana geliyorum.
Mevlana Celaleddin, bendeki
büyük korkuyu altüst eder diye korkuyorum.
Dua ediyordu.
Erkekliğin devamlı olsun, bu
boğanın kıçı sıkıdır.
Ben yüz türlü çareye başvuruyorum.
Tanrım diyorum kendi kendime
üç dört gün kadar vezirin tekkesine gideyim bari.
Ama büyük ziyan olacak.
Gazneli Mahmut’un Hindistan
savaşına giderken büyük bir çadırı vardı.
Onu kurmak için çok doğru
birisi çıkageldi:
“ Ben bu çadırı tek başıma
kurayım” dedi.
Sabah namazından önce çadırı
kurdu.
Ama padişahın yüzü ekşidi, o
güzel huylu Sultan Mahmut, öfkeden yaratılmış bir insan olmuştu.
Vezir korkusundan hiçbir şey
söyleyemiyordu.
Ağzını açsa, bin kelle bir
pula giderdi.
Böylece yapılan iş boş
değildir.
Âlemde bu kadar büyük iş
yoktur.
Fakat bütün bunlar bir nişan veya dilek uğrunda yapılmıştır.
Bunda dilekten hiçbir nişan
yoktur.
Âlemde, o Mansur (Hallac)
kendini bir şüpheye kaptırdı.
O Bayezid’de, ölümü sırasında
cesaretsiz davrandı.
Derler ki:
Büyükler ki ömürlerinin
sonunda tam bir inançla ona yüz çevirdiler, o
sevgili nerede?
Halis inkârcılar nerede?
Yol o cihetten (Yön) ruh
yönüne gider.
(Sıra dışı davranışlar ve
ruhsal hastalıklar)
Bu cihet ise saliklerin (Bir
yola giren, bir tarikata girmiş) yürüdüğü yoldur.
Salikler (Bir yola giren, bir
tarikata girmiş) o yoldan giderler.
Bu iş medreseye gelmez, başka
bir yönden de anlatılamaz.
Bu dünyayı görüyorsun, bir
yılın durumu bile onlara soğukluk verir.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri
Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1.
Büyüklerin de
sohbette, inancını açıklamada, ölüm halinde saçma sapan konuştuklarını ve iş
yaptıklarını öğrendik.
2.
Bu tür konuşmalar
ve davranışlar kişinin kendisinin bile tanımlayamadığı ince işaret ve isteklerin
olduğunu öğrendik.
İşte böyle yaren,
Kimi zaman dengesiz, kimi
zaman ters çıkış, kimi yaman beklenilen davranışın olmadığını görürüz ve buna
akıl erdiremeyiz, kitaplarda bunu açıklayacak yardımcı bilgi bulamayız.
Bu sıra dışı davranışlar ruh
ile ilgilidir ve bir nişan sahibi olmak isteyenlerin, istek peşinde olanların
davranışlarıdır.
Yani onlar isim yapmak
uğrunda yanlışa düşmüşlerdir.
Ancak Ahlak ve insaniyetçe
beğenilen hakkı ve yetkisi olan kişilerin tarikat yolunu, yani Tanrı’yı sevgili
bilip ona kavuşmak, sevgilide yok olma yolunu seçtiklerini öğrendik anladık.
Hakikat yolunun ikinci kapısı
olan tarikat, şeraitten içeri bir makamdır.
Hak yola girip pirine teslim
olmakla başlanır.
Kibir ve kinden temizlenerek
aydınlanma yoluna tarikatla girilir.
Uzun ve zorlukları çok olan
bir yoldur.
Kişi bir yol gösteren pirine
bağlanır, onun yetiştirmesine kendisini teslim eder.
Tıp ilmi uygulanarak ebedi
sıhhate kavuşmak için eğitim görmektir.
Tevbe etmek,
Yetiştirene teslim olmak,
Zorluklar karşısında rıza
göstermek,
Her zaman ümitli olmak,
Devamlı olan ibadeti yerine
getirmek.
Pirine hizmet etmek,
Pirin izniyle konuşmak,
Nasihat dinlemek.
Başkalarından kendini
ayırmak,
Kendini aşağıda görmek,
*
RAVLİ