13 Temmuz 2012 Cuma

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE BÜYÜKLERDE SAÇMA İŞLER YAPAR

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Dün gece üç kere sizi andım.

Bana bir yufka yüreklilik, bir ağlama hali geldi.



Hoylu Muhammed sana:

“ Şemseddin, ben Sadettin’in yanında idim.

Kuran’daki:

Cinleri ve insanları yarattım ki, bana kulluk etsinler” anlamına gelen ayeti yorumluyordu.” Dedi.



Ondan sordum:

Bu Tanrı’nın hiçbir niyaz dileği (İhtiyacı, muhtaç olduğu) yok mudur?



Diyorlar ki, hiç dünyaya gelmeseydim bu yaratılan varlıkların bana göre bir yaban eşeği kadar değeri olmazdı.

Şu halde bu nasıl dileksizlik olur, ona ne demeli?



Bu yüzden de, söylediklerin gerçeğe uygun düşmüyor.

Sadettin güldü.



Ona demiş ki:

“ Bu işe gülmek gerektiğini bildiğim için ben de gülüyorum”

Bana:

“ Bu gece bizimle birlikte kal” dedi.



“ Burada ne yapalım” dedim.

“ Beynimi kurutuyorsun (Boş sözlerle aklımı meşgul ediyorsun), Müridleri (İsteklileri) de kuru kafalı (İşe yaramaz, içi boş sözlerle ) yetiştiriyorsun, daha ne olsun!” dedim.



“ Bari gideyim bir çorba içeyim.”

“Git” dedi.

Karar verildi.

O istiyordu ki, senin bir zındık (İnançsız) olduğuna fetva verilsin.

Ona ne güveniyorsun?



“ Ne diyorsun?” dedim.

Bana, sen küfürdesin (Dine uygun davranmayan) diyenin önünde ayağa kalkarak el bağlamak gerektir.



O, zahirde (Görünüşte) göründüğü gibi değildir.

Ben de, böyle sanıyor ve korkuyorum ki, önce beni şahnenin (Polisin) önüne çıkarır astırırlar.



Bu ondan değildir, o bizimledir.

“ Eğer bana gelirse koyver gitsin” dedi.



Ama ben korkmayan ancak Tanrı’dır, diyemedim.

İş verir, anlamaz, sorar: Allah nasıldır?



Mevlana Celaleddin:

“ Ona sus dedim hele” dedi.

“ Ama benim derimi yüzerler, ben onunla bir şey konuşamam”



“ O halde şimdi konuşma” dedi.



Dedim ki:

“ Şu kadehi eline al, sana secde edeyim”

(Sözü sen söyle de sana saygıda bulunalım)



Onu öyle bir durumda gördüm ve dedim ki:

“ Kadehi ben çekiyorum, sen hiç konuşma”

(Sözü ben söylüyorum, sen sus)



Hoşuna gitmedi dedi ki:

“ Aydınlığı kızıl altında arıyorsan dibi kurşun çıkar”

(Altınla kurşun birbirine karışıktır, potada erittiğin zaman kurşun potanın altında kalır)

(Parlaklığı, aydınlığı altında arıyorsan

Şemseddin diyordu ki:

Bu bilgelerin hiçbir değeri yoktur.

Hep, biziz-biziz diye bıyık burup dururlar.



Bizim bu Şahap da ahmaktır.

O da, ben şöyleyim böyleyim diye bıyık burar.



O şey ki yoktur, sen kim oluyorsun?

Şirin bir zındıkçık!



Şems’in sözünü başkalarından işitiyorum, bana hiç gayret gelmiyor.

Ben bilmiyorum.



Ben onun baş tarafını alıyorum sana geliyorum.

Mevlana Celaleddin, bendeki büyük korkuyu altüst eder diye korkuyorum.



Dua ediyordu.

Erkekliğin devamlı olsun, bu boğanın kıçı sıkıdır.



Ben yüz türlü çareye başvuruyorum.

Tanrım diyorum kendi kendime üç dört gün kadar vezirin tekkesine gideyim bari.

Ama büyük ziyan olacak.



Gazneli Mahmut’un Hindistan savaşına giderken büyük bir çadırı vardı.

Onu kurmak için çok doğru birisi çıkageldi:

“ Ben bu çadırı tek başıma kurayım” dedi.



Sabah namazından önce çadırı kurdu.

Ama padişahın yüzü ekşidi, o güzel huylu Sultan Mahmut, öfkeden yaratılmış bir insan olmuştu.



Vezir korkusundan hiçbir şey söyleyemiyordu.

Ağzını açsa, bin kelle bir pula giderdi.



Böylece yapılan iş boş değildir.

Âlemde bu kadar büyük iş yoktur.



Fakat bütün bunlar bir nişan veya dilek uğrunda yapılmıştır.

Bunda dilekten hiçbir nişan yoktur.



Âlemde, o Mansur (Hallac) kendini bir şüpheye kaptırdı.

O Bayezid’de, ölümü sırasında cesaretsiz davrandı.



Derler ki:

Büyükler ki ömürlerinin sonunda tam bir inançla ona yüz çevirdiler, o sevgili nerede?

Halis inkârcılar nerede?



Yol o cihetten (Yön) ruh yönüne gider.

(Sıra dışı davranışlar ve ruhsal hastalıklar)



Bu cihet ise saliklerin (Bir yola giren, bir tarikata girmiş) yürüdüğü yoldur.

Salikler (Bir yola giren, bir tarikata girmiş) o yoldan giderler.



Bu iş medreseye gelmez, başka bir yönden de anlatılamaz.

Bu dünyayı görüyorsun, bir yılın durumu bile onlara soğukluk verir.



                  ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.

Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.

ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***

Neler öğrendik:

1.    Büyüklerin de sohbette, inancını açıklamada, ölüm halinde saçma sapan konuştuklarını ve iş yaptıklarını öğrendik.

2.    Bu tür konuşmalar ve davranışlar kişinin kendisinin bile tanımlayamadığı ince işaret ve isteklerin olduğunu öğrendik.



İşte böyle yaren,

Kimi zaman dengesiz, kimi zaman ters çıkış, kimi yaman beklenilen davranışın olmadığını görürüz ve buna akıl erdiremeyiz, kitaplarda bunu açıklayacak yardımcı bilgi bulamayız.



Bu sıra dışı davranışlar ruh ile ilgilidir ve bir nişan sahibi olmak isteyenlerin, istek peşinde olanların davranışlarıdır.

Yani onlar isim yapmak uğrunda yanlışa düşmüşlerdir.



Ancak Ahlak ve insaniyetçe beğenilen hakkı ve yetkisi olan kişilerin tarikat yolunu, yani Tanrı’yı sevgili bilip ona kavuşmak, sevgilide yok olma yolunu seçtiklerini öğrendik anladık.



Hakikat yolunun ikinci kapısı olan tarikat, şeraitten içeri bir makamdır.

Hak yola girip pirine teslim olmakla başlanır.



Kibir ve kinden temizlenerek aydınlanma yoluna tarikatla girilir.

Uzun ve zorlukları çok olan bir yoldur.



Kişi bir yol gösteren pirine bağlanır, onun yetiştirmesine kendisini teslim eder.

Tıp ilmi uygulanarak ebedi sıhhate kavuşmak için eğitim görmektir.



Tevbe etmek,

Yetiştirene teslim olmak,

Zorluklar karşısında rıza göstermek,

Her zaman ümitli olmak,

Devamlı olan ibadeti yerine getirmek.

Pirine hizmet etmek,

Pirin izniyle konuşmak,

Nasihat dinlemek.

Başkalarından kendini ayırmak,

Kendini aşağıda görmek,



                                             *

RAVLİ


Popüler Yayınlar