370-
Olabilir ki şimdi o yüce padişah (Şems Hazretleri)
hadde (Sınıra) sayıya sığmaz lütuflarla (İyiliklerle, bağışlarla) o suçların yarlığanmasını (Tanrı’dan affını istemek) dilemek âdetini kaldırır
aradan.
Ona
(Şems Hazretlerine) yüz döndüren (Yönelen, kıble eden) can, Bâyezid’in huyuyla huylanır
(Bütün varlığıyla Allah’a katılır) yahut yüzünü Senâi’ye çevirir (Kur’an’ı kerim’in manalarını anlama yoluna), yahut da
Attar’a kokular verir (Hikâyelerle insanları tanıma ve
ahlak yolunu gösterme özlerini verir).
Tapısında
canın hizmet ettiği sevgili, öylesine bir sevgilidir ki onun kadehi ile günler
bile sarhoştur;
Onun
adını andın mı tekrar-tekrar anmak gerektir artık.
Yüce
padişah Şemseddin’dir (Şems Hazretleri) o, Tebriz
onun yüzünden can ülkesi olmuştur, oturamaklı (Ölçülü,
sağlam) arş gibi o ışıklarla dopdoludur, nurlar bile nuruna haset (Kıskançlık) etmektedir onun.
O
söze başlayan Rûh-ul-Emin’in (Emin, Tanrı onaylı,
temiz, noksandan, kusurdan, eksiklikten arındırılmış, kutsal varlık) şu
sırları açtığı ana yüz binlerce aferin, olsun yüz binlerce aferin o kutluların
en kutlu saatine (Allah’tan buyrukları getirdiği zamana).
Sevgiden
de, kinden (Gizli düşmanlıktan) de arı (Soyutlanmış) olarak onun aşk meclisinde otur da
münkirin (Yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu
saklama, gizleme, kabul etmeme) görmemesi için gerilmiş perdeye bak, o
perde yüzlerce mıhla perçinlenmiştir de.
Seher
çağı padişahı (Duaların Allah tarafından reddedilmeyen,
kabul edildiği zaman), “ Hel etâ” (İlim kaynağı
Hz. Ali) ana caddesinde gördüm, gaflet uykusuna dalmıştı (Dalgınlıktan ileri gelen uyuşukluk içinde olmak),
Abû-Alî’den
(Hemedan’da ölen meşhur filozof İbni Sinâ’dan) haberi yoktu,
Abu-l
Alâ’dan da (Meşhur şair Al- Maarri’den).
Başımı
döndüren şaraptan bir kadeh doldurdum da önüne koydum, padişahım dedim, hadi
iç.
A
filan dedi, bu ne?
Âşıkların
kanı dedim, coşup köpürmüş, aşk ateşinin üstünde can gibi aparı (Birisiyle konuşuyormuş gibi kendi kendine konuşan) bir
hale gelmiş.
Mademki
sen içtin de can kabında köpürüp coştun ey Tanrı sırlarının bağı, bahçesi dedi,
ben de canla, gönülle içeyim o şarabı.
***
DİVAN-I
KEBİR1
MEVLÂNÂ
CELÂLEDDİN
Hazırlayan:
Abdulbaki GÖLPINARLI
İstanbul
REMZİ KİTABEVİ 93
***
(Abu-l
Alâ’nın hakkında daha geniş bilgiyi İLAHİYAT FAKÜLTESİ
DERGİSİ 16:1 (2011), SS.157-175 yazarak Googleden okuyabilirsin.
Neler
öğrendik:
1.
Şems
Hazretlerinin ölçülü ve çok nurlu olduklarını öğrendik.
2.
Şems Hazretlerine
sevgi ve saygı bağlayanın ya bütünüyle Allah’a katıldığını veya Kur’an’ı
kerimin manalarını anlar olacağını ya da insanları tanıyan güzel ahlaka sahip
biri olacağını öğrendik.
3.
Her insanın yanlış
sevgi veya düşmanlık yaptığından dolayı kendi kendine sağlam perde oluşturarak
hakikatti görmekten alıkoyduğunu öğrendik.
4.
Şems
Hazretlerinin diğer Hazreti Ali’nin ilim yolundan gidenleri tanımadığını,
Hazreti Mevlana’nın bu Hak aşıklarını da tanıması gerektiğin söylediğini
öğrendik.
*
İşte
böyle yaren,
Mevlana
Hazretlerinin günahkârın, suçluların, eksik olanların durumlarına bakmadan
kendi güzelliğiyle bu suçluların günahtan kurtulma, eksikliklerini görmeleri ve
gidermeleri için Şems Hazretlerinden yardım etmesini istediğini, öğrendik,
anladık.
Şems
Hazretlerine kendileriyle beraber olunca aşağıya seviyeye inmeyeceğini, bütün
Hak âşıkların kendisini özlediklerini, Padişah kabul ederek davranacaklarını açıkça
beyan ederek davet ettiğini öğrendik, anladık.
Mevlana
Hazretlerinin kendisini ve dostlarını Hak sarhoşu, aklı başında olmayan
kimseler olarak kabul etmesini, kendisine yapılacak kusurları hoş görmesini; bu
ortamında beraber olmak istediklerini öğrendik, anladık.
Şems
hazretlerinin Hak şarabıyla sarhoş olan kişilerin davetini kabul ederek
kendisinin de sarhoş olmak istediğini, bu daveti kabul ettiğini öğrendik.
*
RAVLİ