31 Ekim 2011 Pazartesi

ŞEMSİ TEBRİZİ HAZRETLERİ KİMDİR

Bir gün Mevlana Şemseddin-i Tebrizi şöyle buyurdu::
Ben ilk mektepteydim.
Daha ergenlik çağına gelmemiştim.

Otuz kırk gün geçtiği halde, canımın, Muhammed’in (Peygamberimizin)  siyretine (İç haline, yaptıklarına, ahlakına) olan aşkımdan ötürü hiç yemek arzu etmediğim olurdu.
Yemek lafı edilse bile yüzümü çevirirdim.

Ben bir tarafta, dünyanın insanla şenlenmiş dörtte bir kısmının halkı da bir tarafta olsa ve beni sorguya çekse, onlara cevap vermekten kaçınmam ve daldan dala sıçramam.

Dünyanın dörtte bir kısmı, halkın sakin olduğu kısımdır.
Geri kalan dörtte üçü, güneşin sıcağından yanar.
İnsanlar burada oturamazlar.(Çöl, buz)

Ne kadar zor şey sorsalar cevap üstüne cevap veririm.
Benim sözüm on cevap ve hüccet (delil, şahit, senet) olur.
          
                               *
Derler ki:
Bir gün Mevlana Hazretleri:
“ Zahiri bilenler, Peygamberin haberlerine (ayet ve hadislere),
Mevlana Şems-i Tebrizi (Selam onun üzerine olsun)  ise, sırlarına vakıftır.
Ben de Peygamberin nurlarına mazharım” buyurmuştur.

ŞİİR:
 Tanrı’nın elçisinin sırlarına vakıf olan Şems-i Tebrizi sensin.
Senin tatlı adın (elden) giden her gönül için derman olsun “

                               *
Eski pirler derler ki:
Mevlana Şems-i Tebrizi’ye Tebriz şehrinde, tarikat pirleri ve hakikat arifleri, “ Kamil-i Tebrizi “,
Gönül sahibi seyyahlar ise, yolu tayy (Her şeyin üstünden geçtiği) ettiği için “ Şemseddin-i perende” (Uçan Şemseddin )” derlerdi. 

                             *
Derler ki:
Mevlana Şems-i Tebrizi önceleri Şeyh Ebu Beki Tebrizi’yi Sellebaf’ın (Tanrı rahmet etsin) müridi olmuştu.

Şems, seyr ve sulukü tamamladığı, vecd (kendinden geçiş) ve heyecanı, kavrayışlı halkın anlayışını geçtiği vakit, daha olgun, daha üstün ve olgunların noksanını tamamlayacak bir mürşit (Yol gösterici) bulmak maksadıyla yola çıktı.

(( Seyr: Öğreteninin emir ve rızasını kazanarak birçok aşamalardan geçtikten sonra Tanrı’nın sıfatlarına boyanma ve onun nur perdelerinde ilerlemek Tanrı ile buluşuncaya kadar yolculuğudur. (Kişinin kendi başına giderse 50.000 yıllık yoldur).

Suluk: Tanrı’ya gidişte 100 yerde duraklanarak kişinin kendini tamam edip bir üst basamağa çıkarak Cenab-ı Hakkın kişisel yakınlığına ulaşmanın duraklarıdır.
Bu durakların başı kocakarı imanı, ortası ihlâs ve amel ve teslimiyet, sonunda Tanrı ile buluşmadır))

Tanrı erlerini aramaya koyuldu ve “ Sıhhat bulmanız ve ganimetler elde etmeniz için seyahat ediniz “ hadisi uyarınca bütün iklimleri birkaç kez dolaştı ve yerin doğusu ve batısı bana gösterildi.

“ Benim ümmetimin mülkü bana gösterilen bu doğu, batı, yakın, uzak denizler ve karaları kaplayacaktır  “ sözünün uyarınca her tarafı gezip temaşa etti (seyretti).

Birçok Abdal (Allah’a bağlanmış derviş), Evtad (Bilgili büyük insan), Aktab (Aziz, ulu, tarikat kurucusu, kutup), Efrad (Başka bir örneği olmayan), Futur (Zayıf, gevşek, bezmiş, usanmış, kederli, ümitsizlik içinde olan) ve Mestur (yazan, çizen) ehline suret ve mana büyüklerine ulaştı.
Fakat kendi yüceliğinin benzerini bulamadı.

Dünya şeyhlerini kendine mürit ve kul yapıp seyahatte bulunuyor, sevgilisini ve gönlünün dilediğini arıyordu.

Dünyanın görenlerinden, vücut aynasını bir keçeye sararak, gayıp örtüsü ve Tanrı’nın kıskançlık kubbeleri altında saklandı.

Nitekim Mevlana onun belirtisi olmayan adı sanı hakkında şöyle buyurmuştur.

ŞİİR:
“ Yusuf, güzellik bakımından bütün mahlûklar arasında en meşhuru sayılır,
Fakat benim sevgili efendimin bir yanağı vardır ki, o Yusuf’un güzelliğini dehşet içinde bırakır.

Sabah kuşları onun ziyasını (İçinde oluşan parlaklığı) görmeğe tahammül edemezler;
Nerede kaldı ki gece kuşları ( Karanlıkta görmeğe çalışan) onu görmeğe tamah (Tek ve eşsiz olanı yerine çokluğu görmeye çalışanlar) etsinler.”

“ Ey Âdem’in ve zürriyetinin rüyada bile görmediği güzel!
Ben senin güzelliğinin vasfını kimden sorayım?
Beni, herkesten sormuş farz et “

Şems daima kara bir keçe giyer ve her gittiği yerde bir hana inerdi.
O âlemin canı, dünyayı dolaştıktan sonra konak-konak Daru’s Selam (2. Cennet) olan Bağdat’a geldi.

Naklonulur ki:
Şems, Şeyh Evhededdin-i Kirmani’yi (Tanrının rahmeti onun üzerine olsun) orada buldu ve “ Ne ile meşgulsün “ diye sordu.
O da: “ Ay’ı leğendeki suda görüyorum” buyurdu.

Bunun üzerine Şems: “ Boynunda çıban yoksa niçin başını kaldırıp onu gökte görmüyorsun.

Kendini tedavi ettirmek için bir doktor elde et.
Bu suretle neye bakarsan gerçekten bakılmaya değer olanı orada görürsün.” Buyurdu.

Bunun üzerine Evhededdin: “ Tam bir arzu ile bu günden itibaren senin kulluğunda bulunmak istiyorum “ dedi.

Şems: “ Sen benim arkadaşlığıma tahammül edemezsin “ dedi.
Evhededdin: “ Beni kulluğuna ve arkadaşlığına kabul et “ diye ısrarda bulundu.

Şems. “ Bağdat pazarının tam ortasında herkesin gözü önünde benimle beraber nebiz (Hurma şarabı) içmek suretiyle kabul ederim” buyurdu.
Evhededdin: “ Bunu yapamam” dedi.

Şems “ Benim için hususi bir nebiz bulup getirebilir misin?” dedi
Evhededdin: “ Hayır, onu da yapamam” dedi.

Sonra Şems: “ Ben içerken, benimle arkadaşlık edebilir misin? Dedi.
Evhededdin “ Edemem “ dedi.

Bunun üzerine Şems ona: “ Erlerin huzurundan uzak ol” diye bağırdı ve “ Ben sana benimle beraber arkadaşlık etmeğe sabredemezsin demedim mi” (Kehf suresi 75) suresini okudu ve “ Sen bunu yapacak adam değilsin.
Çünkü sende bu kudret yoktur.

Tanrı sana bu kudreti vermediğine ve hasların kudretine malik olmadığına sevin.

O halde benimle arkadaşlık senin işin değildir.
Bana arkadaş olamazsın.

Bütün müritlerini ve dünyanın bütün namus ve şerefini bir kadeh şaraba satmalısın.

Bu, (aşk) meydanı erlerinin ve bilenlerin işidir ve şunu da bil ki ben mürit değil, şeyh istiyorum.

Hem de rastgele bir şeyh değil, hakikati arayan olgun bir şeyh” dedi.

                                      *
Yine nakledilmiştir ki:
Bir gün Şeyh Evhededdin’in heva ve hevesini tamamlamağa kıl kalmıştı.

Firavun’un sihirbazlarının heva ve hevesleri tamdı.
Şüphesiz onlara ruhun kokusu ulaştı.

Firavun tam değil, mantıki ve mantık ehli idi.
Fakat sihirbazlardan, onlarda olmayan bir hüner vardı.

Seyyid’deki ruh kokusu ve mestliği Evheddeddin’den çoktu.
Şu şeyh Ebu Bakr’de Tanrı’dan mestlik vardır.
Fakat onda mestlikten sonra gelen ayıklık yoktur.

Evhededdin ne kadar yalvardı ise de, Şems onu arkadaşlığa kabul etmedi ve “ Senin elinden bir iş gelmez.

Sen benim latif arkadaşım değilsin.
Benim arkadaşım, ancak Bahaeddin-i Belhi’nin oğlu (Tanrı onun sırrını kutlasın) olabilir (Mevlana Celaleddin-i Rumi) “ dedi.

Uzun bir müddet sonra ilkin Mevlana’ya Şam’da şehir meydanında rastladı.
Mevlana, o zaman ilimler tahsiliyle meşguldü.
                          
                                          *
Eski dostlar şöyle anlatmışlardır:
Bir gün Mevlana, Şam’da halkın arasında, Mevlana Şemseddin’in mübarek elini yakaladı ve ona:
“ Dünya sarrafı beni anla” dedi.
Mevlana Şemseddin istiğrak âleminden (Tanrısal düşünceye dalmak) kendine gelinceye kadar Mevlana geçip gitmişti.

Uzun bir süre sonra, Mevlana Şemseddin Hazretleri 29 Kasım 1244 de sabahleyin Konya’nın Şekerrizan hanına indi.

O zaman Mevlana, din dersleri vermekle meşguldü ve dört tanınmış medresede müderristi ( Şimdiki ordünarüs öğretici profesör).
Bütün bilginlerin uluları onun atının üzengisi yanında giderlerdi.

                                         ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
                Ahmet Eflaki M.E. B. yay. 489
                                         ***
Neler öğrendik:
1.    Şemsi Tebrizi Hazretlerinin kendini tamamen vererek Peygamberimizin zatıyla ilgilendiğini öğrendik.
2.    Aç kalarak hedefine ulaştığını öğrendik.
3.    Sorulan sorulara evirmeden, kıvırmadan, çevirmeden ikna ve tatmin edici cevaplar verdiğini öğrendik.
4.    İnsanların yaşamadığı alanlara gidip seyrettiğini ve bilgilendiğini öğrendik.
5.    Başka insanların gidemediği âlemlere gidip bizzat bilgilendiğini öğrendik.
6.    Kimsenin sahip olamayacağı bilgilere sahip olmasına eksiğim var diye arayışa devam ettiğini öğrendik.
7.    Şems Hazretlerinin Peygamberimizin sırlarına sahip olduğunu öğrendik.
8.    Mevlana Hazretlerinin Peygamber nuruna (ışığına) sahip olduğunu öğrendik.
9.    Veliliğini gizlediğini öğrendik.
10.                      Bir veliyle arkadaş ve kul olmak için tüm seni bağlayan bağlardan, makamlardan ve kurallardan kurtulmak gerektiğini öğrendik.
11.                      Şems Hazretlerinin hakikati arayan şeyhleri yetiştirdiğini, âlimlerin uğraşısı olan aşağı tabaka ile uğraşmadığını yani “ Hâkim “ olduğunu öğrendik.
12.                      Kendinden geçişten sonra ayıklık olması gerektiğini öğrendik.
13.                      Mevlana Hazretlerinin her seviyeye ders verdiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Ben Kuran’ı okur anlarım diyenleri çok duymuşsundur.
Ben diye başlarsan Kuran’ı anlaman için 50.000 sene durmadan öğrenmek, anlamak, hakikati görmek için çalışmak gerekir.

Tanrının verdiği ömür 150 sene ile sınırlandığına göre biliyorum, öğrendim, öğreteyim asla diyemezsin.

Kalbini bağladığın Tanrı erleri bu uzun zamanı ana çevirerek Tanrı izniyle kısaltırlar.


El elden üstündür atasözünü bir daha hatırlamalıyız.
Her ne kadar bildikse, olgunlaştıksa bilmediğimizi daha ham olduğumuzu anlarız.

Biliyorum diye meydana çıkmışlara bu gözle bak.
Genelde başka bir yerden öğrendiğini sana aktarırlar da biliyorum tavrına girerler.

Hakikat çok başkadır, göründüğü gibi değildir.
Mana âlemi üç beş bilgiyle öğrenilemez.

Daima kendimizde eksiklik olduğunun farkında olarak, öğrenmeğe, keşfetmeğe istekli olara çalışmalıyız.
                                    *
Şemsi Tebriz’i Hazretleri’ni rüyamda gördüğüm gibi arz ediyorum.
Gördüğüm yer Afyon Karahisar Mevlevi Camii ve türbesi içi.

Onu takip eden çevresinde aynı giyside 6 kişi,
Beyaz diz altına kadar uzun entari giymiş.

Uzun boylu,
Zayıf,

Omuzları geniş ve düz.
Yüzü orta Asya yüzü,

Teni rengi beyaz,
Başı büyük,
Alnı geniş çenesi dar,

Gülmeyen ama asık da olmayan ciddi, vakurlu, saygı uyandıran parlak bir yüz,
Sakalsız.

Bıyıkları virgül gibi ince, dudak kenarından aşağıya doğru kibarca inmiş,
Sağ bıyığı diğerine nazaran daha aşağıda gözüküyor.
                                               *
RAVLİ

Popüler Yayınlar