31 Ekim 2011 Pazartesi

MEVLANA VE ŞEMS BULUŞMASI

Bir Mevlana fazıllardan bir gurupla birlikte Pembe Furuşan medresesinden çıkarak Şekerrizan hanının önünden geçiyordu.

(Bunu gören ) Şems, yerinden kalktı, Mevlana’nın önüne gelip katırın dizginin tuttu ve :” Ey Müslümanların imam!

Ebu Yezid (Beyazıd-ı Bistami) mi büyüktür?
Muhammed mi? Diye sordu.

Mevlana (Bu vakayı anlatırken) .” Bu sorunun heybetinden sanki yedi kat gök birbirinden ayrılıp yere yıkıldı ve içimden çıkan büyük bir ateş kafatasımın içini kapladı.

Oradan bir dumanın çıkıp Arşın ayaklarına kadar yükseldiğini gördüm” buyurdu.

Sonra Mevlana, Şems’in sorusuna: “ Tanrı’nın elçisi

Sonra Mevlana Hazretleri Şems’in bu sorusuna: “ Tanrı’nın elçisi Muhammed Hazretleri, bütün yaratıkların en büyüğüdür.
Burada Beyazıd’ın sözü mü olur” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Şems: “ O halde bu ne demektir?
Peygamber bu kadar büyüklüğü ile: “ Biz seni layık olduğu veçhile bilemedik “ buyuruyor.

Beyazıd ise: “Ben kendimi tenzih ederim.
Benim şanım ne kadar büyüktür.
Ben sultanların sultanıyım “ diyor dedi.

Mevlana: “ Ebu Yezid’in susuzluğu bir yudumla dindi ve suya kandığından dem vurdu.
Onun idrak destisi o kadar suyla doldu.
O nur da onun evinin penceresinin büyüklüğü nispetinde içeri girdi.

Hazret-i Mustafa’ya gelince, O, müthiş bir suya doymazlık hastalığına tutulmuştu.

Susuzluk içinde susuzluktan içi yanıyordu ve onun mübarek göğsü: “ Biz senin göğsünü açmadık mı? (İnşirah suresi 1) şerhiyle “ Tanrı’nın yeri geniştir” (Zümer suresi 10) haline gelmişti.

Tabii bunun için, susuzluktan dem vurdu ve her gün daha çok yakınlık istedi.
Bu iki davadan, Mustafa’nın ki (Selam onun üzerine olsun) daha büyüktür.
Beyazıd hakka ulaştığı için kendini o nurla dolmuş gördü ve daha çok bakmadı.

Mustafa’ya (Selam onun üzerine olsun) gelince, o her gün onu daha çok görüyor, daha çok ilerliyordu.
Günden güne ve saatten Tanrı’nın hikmet (gerçeği bilme ve bildiği gerçekle hareket etme), kudret ve ululuk nurlarını daha çok görüyordu.
Bundan dolayı: “ Biz seni layığı veçhile bilemedik dedi “ buyurdu.

Nitekim buyurmuştur.
ŞİİR:

“ Kumlar suya kandı.
Maşallah ben kanmadım.

Bu dünyada benim bu yayım için bir kiriş yoktur.
Benim için dağ küçük bir lokma, deniz de bir yudum sudur.

Yarabbi ben nasıl bir köpek balığıyım.
Bana bir yol göster.”
                                   
Bunun üzerine Mevlana Şemseddin bir feryatla yere yuvarlandı.
Mevlana, katırdan aşağı indi.

Etrafındaki imamlara emir verdi, tutup Şems’i kaldırdılar.
Mevlana’nın medresesine götürdüler.

Şems kendine gelinceye kadar mübarek başının Mevlana’nın dizinde kaldığını söylerler.
Sonra onun elinden tutarak çıkıp gittiler.
Uzun bir müddet birbirleriyle görüşüp konuştular ve arkadaş oldular.

Her ikisi halvethanede tam üç ay gece ve gündüz visal (buluşma) orucu ile oturdular, hiç dışarı çıkmadıkları gibi kimse de yanlarına girmeğe cesaret edemedi.

Bundan sonra Mevlana okutmak, öğretmek ve vaaz etmekten el çekerek kuddus (Temiz, pak) olan Tanrı’yı takdisle (Saygı göstermek) meşgul oldu.

Konya’nın bütün bilginleri, büyükleri: “ Bu ne haldir?
Mevlana’yı bütün eski dostlarından, en yakın akrabasından ve yüce mevkiinden elini çektirip kendisi ile meşgul eden bu adam kimdir?
Nereden gelmiştir?
Diye kıyametler kopardılar ve “ Böyle bir büyük ve ulu kişinin oğlu ayak takımının oyuncağı oldu “ dediler.  

Bu hal karşısında bütün halk hezeyanlarda bulundu, söylenmeyecek sözler söyledi.

Tanrı’nın bu cilvesi karşısında aciz kaldı.
Müritleri hiçbirisi de bu adamın kim olduğunu bilemedi.

Bulundukları bu halvetin celvetinde* Şems tarafından sorulan sorular, verilen cevaplar ve yapılan imtihanlara benzer bir hal ve söz, hiçbir şeyh ve kutupta ne görülmüş ne de işitilmiştir.

                                         ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki M.E. B. yay. 489
                                         ***
·       Halvet: Kişinin kendi isteği ile bedenini ve yerde hapsedilmesi demektir. Önemsediği dünyaya ait, kendini bağlayan, hareketlerine, Tanrı’ya ulaşma yolculuğuna engel olan her ne varsa gönlünden çıkarmak. Öz eleştiri yaparak kendini değersiz ve zamana bağlanmışlıktan kurtulmak için kişinin kendisiyle uğraşarak hakikate ulaşmasıdır. Alt noktadır.

·       Celvet: Hakikat elbisesini halvette giydikten, Tanrı sıfatlarına büründükten sonra, Tanrı’da yok olmak için en üst noktaya doğru yaptığı yolculuktur. Üst noktadır.


·       Halvetin celveti: İki kişinin oruç tutarak bir arada kalmasıyla birbirine aynalık ederek bağlayan son bağlardan birbirine yardım ederek ve kurtulmasını sağlayarak ve eksikliklerini tamamlayarak, şüpheden en ufak bir şey bırakmadan Tanrı’da kendilerini yok etmesidir.

Neler öğrendik:
1.    Her şeyin kabına göre doluluk oranının olduğunu öğrendik.
2.    Susuz kalmışın su arayışı gibi Tanrı’yı aramamız gerektiğini öğrendik.
3.    Mevlana Hazretlerinin söz zıpkınıyla Şems Hazretlerini avladığını öğrendik.
4.    Arayış içinde olanın er-geç aradığını bulduğunu öğrendik.
5.    Şems Hazretleri tanınmadığı ve bilinmediği için halk onu ayak takımından sandığını öğrendik. 

İşte böyle yaren,

Devlerin aşkı böyle olur.
İki büyük birbirini buldu mu, her şeyi unuturlar, ne yemek akıllarına gelir, ne su içmek.

Hele ikisinin de sevgilisi aynı olunca, o sevgiliye birlikte ulaşmak için el birliği ederler.

Kıskançlıktan temizlenen için yol açılmıştır.
İnşallah Tanrı bize de bu yolu açar ve kolay kılar.
Kendi sanımıza göre değil de hakikate göre görürüz.
Âmin.
                                     *
RAVLİ

Popüler Yayınlar