Bir gün Mevlana Hazretleri, Çelebi Hüsameddin’in bağında idi.
O günü dostlar, hadden aşırı sema yapıp heyecanlar gösterdiler.
Birdenbire Mevlana “ Ey
müritler!
Ziyaeddin’in,
hanikahının (tekke) bizim Çelebi Hazretlerinin olmasını istiyorum “ buyurdu.
Ertesi sabah erkenden şehirden gelen arkadaşlar “ Ziyaeddin’in hanikahının
şeyhi öldü, minarede sala verdiler.
Onun
hiçbir hastalığı ve acısı yokmuş “ diye haber getirdiler.
Dediklerine göre ölen şeyh, kibirli, zorba, dünya sevgisinden ve garazı
yüzünden arkadaşların aleyhinde sözler söyler, onları kötülerdi.
Bu kötülemenin uğursuzluğundan Cennet ehlinin okuna hedef oldu ve ölüp
gitti.
Üç gün sonra Mevlana’nın emriyle Çelebi Hazretlerini, o hanikaha (Tekkeye) şeyh yaptılar.
Çelebi Hazretleri için büyük bir posta oturma töreni yapıldı.
Mevlana o gün şu mısrayı okudu.
“ Ey
hazinenin üzerinde oturduğu halde dilencilikten ölen….”
Bununla, onun içi su ile dolu olduğu halde dudakları kupkuru olan bir küp
gibi olduğunu söylemek istedi.
Güneş, sert bir taşın üzerine ziyasını (İçinde oluşan nurunu) salar ve onu kendi
keremiyle ( Ululuğuyla) ısıtır.
Fakat güneş batınca o taş yine eskisi gibi soğur.
İşte velilerin, Tanrı erlerinin hikmetinin güneşi, münkirlerin ve kalbi
bozukların ruhları üzerinde aynı işi yapar.
ŞİİR:
“ Güzel
sözler, körlerin gönlünde durmaz.
Nur
yine aslına gider “
Bunun üzerine orada bulunan ve Mevlana’yı inkâr edenlerden bir topluluk
boyun eğip, zünnarlarını (Başkasına bağlarını) kopardı, halis mürit oldular.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
Neler öğrendik:
1. Veliliğe inanmayıp
aleyhte konuşanların kaza okuna geldiklerini öğrendik.
2. Bulunduğu yerin nimetini
bilmeyenlerin, farkında olmayanların, o nimetle yaşamasını beceremeyenlerin elinden
alındığını, yoksul bir duruma düşürüldüklerini öğrendik.
3. Velilerin nurundan
ayrılmamız gerektiğini öğrendik.
4. Kendimizi, gönlümüzü,
kalbimizi, canımızı, ruhumuzu velilerden gelen nurun kalması için hazırlamamız
gerektiğini öğrendik.
5. Kendimizi hazır etmezsek
gelen nurun bir müddet sonra geldiği yere gittiğini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Mevlevilikte kendimi yetiştirmek için bir taraftan İbrahim Şahidin’ in
Gülşen-i Tevhidini okurken kendine yol gösteren bir kılavuz bul emriyle
karşılaşınca baba dostlarından, halen Afyon’da kendime şeyh arayışına girdim.
Lakin sorularıma cevap verecek, sırları açıklayacak kimse bulamadım.
Muhakkak vardır ama ben bulamadım.
Hayal kırıklığıyla kitabı okumaya devam edeyim, ileride belki bulurum
dedim.
Kaldığım sayfadan sayfayı çevirince “ Dizine kadar su içindeyken başkasından bir
bardak su bekleyenin şaşkın “ olduğunu okuyunca okuduğum kitabın rahmet akışı
sağlayan bir kaynak olduğunu, eşilirsem göreceğimi, başımı içine sokarsam
rahmetten içeceğimi, vücudumu mu sokarsam temizleneceğimi anladım.
Geç olsa da anladım.
Şükürler olsun.
*
RAVLİ