22 Ocak 2012 Pazar

ULU ARİF ÇELEBİ VE GÖSTERİLEN SAYGI

Ediplerin sultanı, hikmet fenlerinde zamanın nadir kişilerinden olan Malatyalı Mevlana Selahaddin (Tanrı rahmet etsin) hikâye etti ki:

Celaleddin Arif Hazretleri (Tanrı onun sırrını kutlasın) altı yaşında olup benim önümde Kur’an okuyordu.

Medresenin kapısından içeriye girdiğimde Sultan Veled çocuk yaşındaki Arif Çelebiye görünce atağa kalkar, mihrabında yer verirdi.

Bir gün küstahlık ucundan:
“ Ne de olsa Emir Arif sizin oğlunuzdur, bir çocuğa bu derece izaz (Aziz kılma, saygı göstermek, ikram etmek, ağırlamak) etmek gerekmez, ulular bunu yapmamışlardır, belki ayıp ediyorsunuz” dedim.

Buyurdu ki:
“ Yok, yok, böyle değil, yanlış üzerine düşünme, halkın darılmasından geç…
Vallahi, vallahi, Arif’in medresenin kapısından girdiği saat, sanıyorum ki babam hazretleri (Mevlana) giriyor, onun salınması, nazlı gitmesi, ölçülü hareketleri, tıpkı babamın tavrıdır.

Daima, delikanlılıkta babamı hep bu sıfatla ve surette görürdüm.
Sema hareketleri mutlak Mevlana’nın Sema’sına benziyor.
Arif onun zamanında süt emerdi.
Eğer büyük olsaydı çok görmek ile kazanılmıştır diye tevil (Başka mana vermek) ederdim.

Mevzun tabiatlı insan (Hesaplı, düzgün, düzenli) birbirinden şiveler, hareketler kapar, kendilerini birbirine benzetirler.
Fakat Arif’imizin ki, fetanet (Çabuk ve doğru anlamak), rezanetten (Ağır başlılık) değil,….
Belki vehbidir (Allah vergisi).” Buyurdu.

ŞİİR:
“ Bu rüşvetsiz verilen padişah ihsanıdır,
Bu lütuf yüzünden verilen hususi bir bağışlamadır.
(Mesnevi 4 cilt, 320/717)

Onun verdiği, Tanrı’nın verdiği bahşişi de onun (Tanrı’nın bağışlayışı olarak anla) bahşişi bir bil.

Bu dünyada gördüğün ata (Beş duygu ve altı yönle gördüğün vergi) ve bahşiş Tanrı vergisinin aksidir (Yüceltme eseri).
(Mesnevi 6 cilt, 452/3161)

                                     ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***

Neler öğrendik:
1.    Tanrının peşinen büyüklük, ululuk, yücelik verdiği çocuk dahi olsa, kendi çocuğun bile olsa saygı göstermemiz gerektiğini öğrendik.
2.    Doğru olanı yapmak gerektiğinde halkın ayıplayacak diye davranışımızdan vazgeçmememiz gerektiğini öğrendik.
3.    Görülerek veya duyularak taklitten arınmış bir söz veya davranış, daha önce yaşamış bir büyüğü anımsatıyorsa o kişide o büyüğün ruhunun misafir olarak onda konakladığını anlamamız gerektiğini öğrendik.


İşte böyle yaren,

Tanrı peşinen bir kuluna bir şeyler vermiş ve o kişi de sana bir şeyler veriyorsa bunu Tanrı ikramı saymalıyız, Tanrı sözü saymalıyız.

Tanrı o kalbi beğendiyse onda konaklamıştır.
Onunla konuştuğun zaman Tanrı ile konuşmuş olursun.

Onu gördüğün zaman Tanrı’yı görmüş olursun.
Ona bir şey ikram edersen Tanrı’ya ikram etmiş olursun.

Ona küfredersen Tanrı’ya küfretmiş olursun.
Onu inkâr edersen Tanrı’yı inkâr etmiş olursun.

Netice olarak ister hayatta olsun, ister ahrette olsun bu böyledir.
O büyük kişi kendini Tanrı’da yok etmiştir, kendi yoktur, Tanrı vardır.

Veya Tanrı o kalbi sevmiş ve o kalbe yerleşmiştir.
Kendi aklınca bu hükümlerin içini boşaltmaya çalışma, Tanrı ne dilerse yapar.

Doğru olduğunu kabul et de terbiyeli, nezaketli yaklaşımlarda bulun.
Sakın Ha!
O Tanrı değildir.
Tanrı’dan da ayrı değildir.
                                              *
RAVLİ

Popüler Yayınlar