Görüyorsun
ki, şahitler meclistekiler benden uzakta.
O
gece, onun gönlünde parlayan, nurun etkisiydi.
İstedim
ki o zaman ona sorayım:
Kim
ne dedi de ona güldün? Sert bir bakışla ona baktım.
Ama kendimi tutabildim.
Öfkem
geçsin diye, çünkü hastaydı.
Geçen
gün de kendisine gülerek bir göz attım. Eğer bu doğru bir bakış olsaydı iş kolaydı.
Bununla beraber zordur.
Toprak
altındaki nazeninlerden (Görünmeyen nazlı olarak yetiştirilmiş) birkaç tayfamız
var.
Öyle
nazeninler ki, karanlıktadırlar. O başka mesele.
Benim
sultanlığımda bu türlü şeyler olur.
Bu
saatte ne var ki, hatibin kılıcı gibiyim! Ne keserim ne batarım.
«O
bilip de sükût ettiğin şeyi bu saatte görürsün,» dedi.
Sordum
ona:«Neler söylüyorsun?
Benim
hatırım için ona gerekli olan şeyi bir kere söylemez misin?» Evet ben çağırdım,
ben söyledim, Alâeddin’e, Kerim’e söyledim. Benden çok incindiler.
Ondan
sordum.
Sen
bana şöyle diyorsun: Kiminle çağırdın?
Nasıl çağırdın?
Seni
böylece hoş karşılayınca, ne yaptım ki, beni takdir ediyorsun? Şimdi gel ki,
sana bir öpücük vereyim!
Ahi’ye
dememiş miydin ki, Şemseddin sizden bahsediyor.
O
bizden atılmıştır.
O
Hâcegî denilen, kılı kırk yaran, fakr mertebesinde biricik bilginden bir kaç
kat daha iyidir.
Ben
meclise geldiğim zaman elini ağzına koyar:«Susun, biz ne biliyoruz,» der.
Şimdi
dedim ki:
Bizim aramızda bir bilirkişi gerektir ki, bu meseleleri kesip atsın,
o ayırt etsin. Ama o bilirkişi dışarıdan olmalı.
O, neye karar verirse inayetle baş
eğmek, karara saygı göstermek gereklidir.
Yoksa
onun azıcık da bir gücü olamaz.
Ama
burada karar iş arasında veriliyor, iş arasında el çırpanlara, gemiye
atlayanlara, satranç oynayanlara, hepsine hüküm veren o bilirkişi olmalı.
Şeyhin
biri bir gün eline bir elma almıştı, Zeyneddin Kelusî’den sordu ve dedi ki:
«Ben
Allah’ı gördüm, ondan bir elma istedim, bana verdi. Sen Allah’ tan ne istersin?
Bayezid-i Bistamî, Allah’tan Allah’ı istedi; filan kişi filanı istedi.» Zeyneddin de dedi ki:
«Ben de Allah’tan Allah’ı istiyorum.»
«Öyleyse, sen Bayezid’in mertebesindesin,» dedi.
(M. 188)
Ben
çocuktum, bana sordu; ben de başımla işaret ettim, seni isterim dedim.
Başım
salladı, artık hiç bir şey söyleyemedim. Bir daha ağzım açılmadı.
Ama
bütün içim sözlerle, deyimlerle, manalarla dopdolu idi.
Öyle
acayip bir hale gelmiştim ki, bu hal çocuk yaşında pek az kimselere nasip
olmuştur.
Horasan’dan
gelen büyüklerden biri yönünden üstada bir gönül açıklığı gelmişti, ona bir
şeyler doğuyordu.
«Bana gel, benim babam ol!» diyordu, beni buna
zorluyordu.
Onun
çocukları için oldum; ne yapayım, onun hastası olmuştu.
Bu
saatte hastaların başına gidersek orada rahat vardır.
Çünkü
ulu Allah karşına ne çıkarırsa onu kendine tam bir
mutluluk sayarsın.
Bizim
nazenin kullarımızdan biri, uygunsuz bir toplum içinde tutsak düşmüştür diye
beni gönderdiler; ona bir ziyan erişirse yazık olur, dediler.
Eğer
iki dost, birbirinin yanında yahut karşı karşıya oturmuş konuşuyorlarsa o
muhabbetin tadı ile onları uzaktan seyretmenin tadı bir olur mu?
Ama o uzaklık, eğer sende gönül sefası var da arada engel olmuyorsa, onun zevkine göre yakınlık zevki nerede kalır?
Bir
kimse ki, uzaktan huzurda olursa, yakında nasıl olur?
Falan
yere gidelim derler ona. «Hele bir sor,» der,
«Şemseddin orada mıdır?
Eğer yoksa şimdilik işim var…»
Filan
kuyumcu dedi ki:
«Senin
hakkında uygunsuz sözler söylediklerini işittim.»
O övmeye
başladı, ben, onu övünce:
«O
nasıl olur?» dedi ve ilâve etti:
«Sen
böyle değildin ancak onun sohbeti bereketi ile böyle oldun.
O
seni açtıkça açılıyorsun.»
Parmakla
dokundum, böylece eğildi ve dedi ki:
«Sen
sohbete lâyık bir insansın.»
Ben
hemen atıldım ve dedim ki:
«Eğer halvet olur da yalnız ikimiz beraber
olursak, bana on pabuç vurur musun (verir misin?)?
Her
açılışta daha parlak bir hale geleyim.
Sen
büyükler hakkındaki sözlerinle sohbete en lâyık bir zatsın.»
Ona
inanmıştım, işitmiştim ki, büyük bir bilgindir, şöyledir böyledir.
Ama
bununla değil.
Şimdi
iyi sohbete dikkat et.
İster
ki siz mescitte olasınız; oraya gelsin sizi görsün ve beni de övsün.(M. 189)
Bana dedi ki:
«O, iyi olur ama falan kuyumcu da şeyh olmuştur, ne dersiniz?» Herkes kendi makamında büyüktür.
Ama onunla ne ilgisi var?
Bu
hiç kimse hakkında uygunsuz söylemek değildi, bize göre onun âlemi başkadır.
Derviş ham
hayaller peşindedir.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Şems Hazretlerinin insanların gönlüne baktığını, orada
olan durumlardan haberdar olduğunu öğrendik.
2. Şems Hazretlerinin bir toplulukta ondan bahsedildiği
zaman haberdar olduğunu öğrendik.
3. Şems Hazretlerinin kendini göstermeyen, gizleyen
hizmet eden öğrencileri olduğunu, onları yetiştirdiğini öğrendik.
4. Her zaman beraber olduğun dostunun yanlışını yüzüne
söylediğin incineceğini bildiğimiz zaman daha az yüzünü gösteren başka bir
dosta rica ederek onun söylemesini sağlamak gerektiğini öğrendik.
5. Bir büyüğü çağıracağımız zaman kiminle çağıracağımızı
ve nasıl çağırdığımıza özen göstermemiz gerektiğini, hoş ve takdir edilen bir
şekilde yapılmasının gerektiğini öğrendik.
6. Şems Hazretlerini kendisini alçaltmaya dışlamaya
çalışanlara meydan okuduğunu öğrendik.
7. Tanrı’dan kendisini istememiz gerektiğini, Tanrı’nın
imkânlarını istemenin aşağıda olan bir istek olduğunu öğrendik.
8. Bize ders verenin öğreticinin bilgisinden daha fazla kendisini
istememiz (Bağlanmak) gerektiğini öğrendik.
9. Tanrı’nın bizim karşımıza her ne çıkarırsa bir
mutluluk kaynağı olarak kabul etmemiz ve razı olmamız gerektiğini öğrendik.
10.
Yüz yüze sohbetin
çok kıymetli olduğunu, uzaktan sevmekten çok daha kıymetli ve faydalı olduğunu
öğrendik.
11.
Hakkında kötü
şeyler söylenen kişi bile olsa o kişiyle yüz yüze gelmek suretiyle
kıskançlıktan ve iftiradan oluşan kötü sözlerin yok edilerek asıl gerçekliğinin
ortaya çıkmasını sağlamamız, sevgi ve saygının gerçeklikle değerini bulmasının
gerektiğini öğrendik.
Biri
başkası hakkında bir şeyler söylediği zaman kendi bilgi ve görüşü ile
duygularını katarak başkasına aktarır.
Bu
adı geçen kişi hakkında ne kadar yorum yapılırsa aslından uzaklaşılır.
Bazen
iyi çok kötü, bazen de kötü çok iyi durumuna getirilir.
Her
iki durumda hakikatten uzak olduğu için kabul edilmemelidir.
Doğru
olan yüz yüze gelmek ve birebir kendisini tanımak için konuşmaktır.
*
Bir
insan ne istiyorsa istediğinden hareketle o kişinin neyi sevdiğini, ne olmak
istediğini, neyi ele geçirmek istediğini, yani bir şekilde seviyesini anlarız.
O
kişinin şu andaki durumunu ve izlediği yolu ve hedefini açıkça anlarız.
İstekler
arif olanlar için anlayış ve kavrayış olarak çok büyük ip ucu verir.
*
RAVLİ