Her ikisi
de birdir, Allah kelâmıdır.
Ben bir vakit bu türlü söz
söylemiştim.
«Gel de şimdi anlat bakayım,
nasıl diyorsun ki Tebbet nedir ki?»
Ebû-lehep ziyan etti, helak
oldu, Ebûleheb’in iki eli kurusun!
Alevli ateşe götürülecektir. Gün olur ki ateş içinde heybetli bir dille konuşur.
Şimdi bu îhlâs suresi yani söyle ki «Allah tektir,» ayeti ile Tebbet’ten her ikisi bir olur mu?
Bu îhlâs
suresinin anlamı Allah sıfatlardan başka değildir.
Şimdi söylemek gerekir ki,
sen Müslüman olarak öleceksin, kâfir ölmeyeceksin, kurtulacaksın ateşten. Şimdi öyle hoşum, öylesine hoşum ki şu hoşlukla iki cihana sığamıyorum.
Siyah şalvarlı denen, bir din
bilginiydi.
Meliki Âdil ona çok inanırdı.
Bindiği bir eşeğin sahibi ile
kavgaya tutuşmuş, Farsça diyordu ki:
«Bu eşek kötü yürüyor, her
saat yüzüstü kapanıyor. Hâlbuki geçen gün bana iyi bir eşek gösterdin, sonra iyi eşekleri başkalarına verdin.
Topal eşeği bana getirdin.»
Ona dediler ki:
«Bu adam Farsçadan anlamaz,
onunla Arapça konuş!» Acem bir saat kadar düşündü, Arapça konuşacağı kelimeleri zihninde hazırladı.
Eşek sahibi biraz uzaklaşmıştı.
Şeyh ona seslendi.
Kafasında hazırladığı Arapça
sözleri unutmamaya çalışırken, eşekçi: «Ne diyorsun?» dedi. Şeyh, şu anlamdaki Arapça sözleri kekeledi:
«Yarın ben, güzel bir eşek…» Eşekçi sordu:
«Bugün de öyle misin? Ya
Şeyh!»
Onu çekmeyen kıskanç fakihler
(Din ve kanunları ustaları) akşam namazını kıldırması için sözbirliği ettiler.
Biliyorlardı ki, o Fatiha
okumasını bile beceremez.
Onu koruyan Meliki Âdil de
onun kim olduğunu bu vesile ile anlasın. Bu sözleşmeden sonra onu söze tuttular
ki, namaz vakti geçsin. Ama Hoca işi sezmişti, yüzünü Meliki Âdil’e çevirdi,
«Ey ulu sultan,» dedi. «Sen
lük, lük yürümesini bilir misin?»
«Hayır,» dedi sultan. Hoca, oradaki hizmetçiye gözüyle işaret ederek:
«Getir şu pabuçlarımı,» dedi.
Pabuçları giydikten sonra yerinden sıçradı.
Bir ayağını basıyor ötekini
sürüklüyor, arada duraklıyor; sonra öteki ayağını da aynı veçhile tekrar basıp
sürükleyerek aksaklık örneği gösteriyordu.
Şeyhin meclisinde bulunanlardan biri diyordu ki;
«Şimdi bende ne küfür kaldı, ne iman.
Kendimde küfürden de, imandan da bir şey bulamadım.
Senin huzuruna geldim.
Ne Yahudilikten, ne
Mecusîlikten, ne de ana ve babadan kalma inançtan ne kaldı bende?
Gerçi bundan önce de her neye
inandım, iman getirdimse yavaş-yavaş o ilk inançlardan vazgeçtim.»
Bu yol çok çetindir.
Başı sonu belli değildir.
Elbette kolay olmaz onun ilk inançları hatırına gelmediği gibi ona yol da
bulamaz.
Bu tıpkı şuna benzer:
«Adamın biri ırmak kenarında yıkanmak için
elbisesini soyunur ve suya atlar. (M. 170)
Su sertçe akmaktadır.
Onu kaptığı gibi aşağı doğru
sürükler. O ise elbisesinin bulunduğu yere doğru atılmaktadır ki, alsın da giysin diye.
Ne çare ki, keskin akan su onu kapmış ve götürmüştür.»
Muhammed Aleyhisselâmın
ibadeti ve işi istiğrak yani Allahsal düşünceye dalmak idi.
Kendi kendine:
«İş
gönül işidir, hizmet gönül hizmetidir, kulluk da gönülden kulluktur»
buyurdu.
Ama o ilâhi düşünce ve temaşa
(Seyretmek) âlemine ancak Ulu Allah da kendini yok etmekle varılabilir.
Ümmet için bu beş vakit namaz
ile yılda otuz gün orucu ve Hac törelerini emretti ki, onlar da o temaşadan
yoksun kalmasınlar, kurtuluşa ersinler ve başka ümmetlerden üstün olduklarını
anlasınlar.
Ola ki onlara da sözü geçen o
istiğrak mutluluğundan bir koku erişir. Eğer böyle olmasaydı, oruçtaki açlık
nerede, Allah’a kulluk nerede kalır?
Dinin bu açık teklifleri ve
ibadet ne işe yarardı?
Bu şeyhlerin birçoğu Muhammed
(S.A.) dininin yol kesicileridir. Bütün fareler gibi bu dinin evini yıkmaya
çalışırlar.
Ama Allah’ın aziz kullarından
öyle kediler de vardır ki, bu fareleri temizlemeye çalışırlar.
Yüz binlerce fare toplansa
bile tek bir kediye bakmak cesaretini gösteremezler.
Çünkü kedinin heybeti onların
bir araya toplanmalarına imkân vermez.
Kedi ise kendi nefsinde bir topluluktur.
Farelerde eğer toplanma
cesareti olsaydı, birleşebilselerdi, içlerinden bir kaç fedaî fare
çıkabilseydi, kedi nihayet bunlardan birini yakalar, onunla uğraşırken ötekiler
kedinin gözünü tırmalar, başına atlar elbette onun işini bitirebilirlerdi.
Hiç olmazsa kaçarlardı.
Şu halde demektir ki,
onlardaki korku toplanmalarına engel olmaktadır. Fare dağılmanın; kedi topluluğun remzidir (İşaretidir).
Ayette, «Kâbe’nin içine giren güvende olur,» buyrulmuştur.
Hiç şüphe yoktur bunda.
Sonra diğer bir ayette, «Etrafında bulunanları kapan,» cehennemden söz edilmektedir.
Gönülden dışarıda (halkın
yüreğinde vesvese veren) Şeytana işaret buyrulmuştur.
Yüz binlerce vesvese veren
Şeytanlar, feryatlar, korkular vardır, İbrahim Peygamberin ateşe atılması,
Hakkın terbiyesindendir.
Musa Peygamberin yetişmesi ve
onun düşman elinde beslenmesi hep Allah’ın birer cilvesidir.
Evet, Peygamber Allahın lütuf
(Karşılıksız bağış) ve irşadını (Aydınlanma) biliyor muydu ki önce yoldaş sonra yol buyurdu.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Ayetlerin hepsinin Tanrı sözü olduğunu bu bakımdan bir
olduğunu öğrendik.
2. Ayetlerde kimi zaman Tanrı’nın sert ve tehdit eden,
korkutan ifadeler olduğunu öğrendik.
3. Ayetlerde kimi zaman da Tanrı’nın kendini anlatan
ifadeler olduğunu öğrendik.
4. Müslüman olarak ölenin cehennem ateşinden
kurtulacağını, bundan dolayı sevinç içinde olmamız gerektiğini öğrendik.
5. Tanrı’nın güzel, güçlü, bize güzellikler sunan, bize
yaşama sevinci veren ayetlerini göz ardı edip korku veren ayetlerini öne
çıkarmamızın doğru olmadığını öğrendik.
6. Doğruyu tam bilmeyenlerin ve uygulamayanların
anlaşılmayan kelimeler kullanarak kendilerini bilgin gibi gösterdiklerini
öğrendik.
7. Kendine bilgin süsü verenlerin hikâyelerle konuyu
esasından dağıttıklarını öğrendik.
8. Lük, lük yürümenin
sağlam bir adım attıktan sonra yeterli sağlam olmayanları da sağlanmış gibi
takdim etmek olduğunu bunun da sağlam olanı şüpheye düşürdüğünü öğrendik.
9. İnanç yolunda olanın düşüncelere kapılıp gittiğini,
eski doğru diye inandığı inançlarından uzaklaştığını öğrendik.
10.
Ölmeden önce
ölünüz hadisi şerifi ile verilen mesajın yerine gelmesiyle yani kendini ben ve
ben merkezli davranıştan kurtararak Tanrı âlemini seyredebileceğimizi öğrendik.
11.
Namaz, oruç, hac
gibi ibadetlerin Tanrı’dan gelen bir davetin güzelliğini müjdelediğini
öğrendik.
12.
İslam dininin
Tanrı inanışını yanlış anlatan kişilerin inanan kişileri soğuttuğunu, dinden
uzaklaşmalara neden olduklarını öğrendik.
13.
Tanrı’nın
emrettiklerinin tamamen içinde olmak gerektiğini, dışarıda kalanların şeytanın
maskarası olduklarını öğrendik.
14.
Tanrı’nın
takdirinin ne olduğunu bilemeyeceğimizi öğrendik.
*
RAVLİ