Bazı şeyler var ki,
söyleyemem.
Ancak o sözlerin üçte biri
söylenmiştir.
Yallah!
Aslan gibi erkeksin, kudretli
bir kişisin. Birçok has Allah erleri vardır ki, kerametleri gizlidir, sırlarını herkese açıklamazlar.
Nasıl ki, onlar da
gizlidirler.
Bir kimse bütün lütuf olsa
bile yine eksiktir. Allah’a bile hep lütuf ve rahmet sıfatı yaraşmaz, onun aksi sıfatı da vardır.
Allah’ın kahir sıfatı içinde hem lütuf hem de kahr vardır.
Ona
lütuf da yaraşır kahr da.
Hakikatte
bunlardan her biri onda teker-teker belirmektedir.
Böyle
bir toplum için çok sert (Kolayca kırılıp, dağılmayan) bir
insan gerektir.
Nasıl
ki Hazreti Muhammed Aleyhisselâma göre, Hazreti Ali daha cenkçi idi.
Nasıl
ki, o gün her biri soruyorlardı:
«Acaba
Ebubekr’in elinden kılıç vurmak gelmez mi?»
Sahabelerin
her biri Muhammed’in (S.A.) sıfatlarından biri ile vasıflanmış idi.
Ebubekr
Ömer’e sormuştu:
«Benden
sonra halife olursan ne yaparsın?»
Ömer
(Allah ondan razı olsun), buyurdu ki:
«Ben
adalet gösterir, hakkı gözetirim.» «Doğru söylüyorsun,» dedi.
«Senden adalet yağıyor.»
Nasıl
ki, kendi oğlunu işlediği zinadan dolayı ceza olarak eliyle sopa atarken
öldürdü.
«Böylece
fesadı, bozgunluğu önledim,» dedi.
Ömer
de Hazreti Ebubekr’e sordu:
«Sen
ne yapacaksın?» «Ben yapabilirsem bir perde örtülürüm (Dünya işlerinin oyalayıcılığından uzaklaşıp, Tanrı ile beraber olmak) » dedi.
Acayip
şeyler anlatırlar:
Onun
atının dizginlerini omuzladığı halde inanmıyordu, inkâr ediyor ve diyordu ki: «Filân şeyh, karşısına geldi, selâm verdi almadı.
Ama
biraz sonra filân genç selâm verdi, ona çok iltifat gösterdi.» İnanmıyordu, bir
çılgın gibiydi.
Sordu:
«Şeyhten
yüz çevirdikten sonra, şeyh uzakta mıdır?» «Çoktan geldi,» dediler.
Şeyhin
evinin kapısında reisin oğlu ile satranç oynadığım gördü. Büsbütün inancı
sarsıldı ve geri döndü.
O
gece Hazreti Peygamberi rüyasında gördü, onu ziyarete koştu.
Ama
Hazreti Peygamber kendisinden yüz çevirdi. Bu sefer feryada başladı.
Peygamber
buyurdu ki:
«Bizi
daha ne kadar inkâr edeceksin, bize inanmayacaksın sen?»
«Ey
Allah’ın elçisi,» dedi,
«Seni
ne zaman inkâr ettim?» «Ama bizim dostumuzu inkâr ettin.» buyurdular.
(M.
173) Kişi sevdiği ile beraberdir.
Hakikatte o bir dosttur. Müminler tek bir vücut gibidir.
Hakikatte
onun eteğinde bir avuç fındık ve kuru üzüm vardı.
Koşarak
geldi ve gördü ki, henüz satranç oynamakta. Kuru üzüm eteğinde duruyordu.
Tekrar
inancı bozuldu, istedi ki geri dönsün, şeyh arkasından seslendi. «Artık ne
zamana kadar bu imansızlık?
Bari
Seyyid-den utan!»
Hemen
geri döndü ve şeyhin ayağına kapandı.
«O
bir avuç kuru üzümü o tabak içine dök ki, o buradan gitmeye karar vermiştir.» Bu saatte o mubah-cı (her şeyi hoş gören birisi) olmuştur.
Onun hali nasıl olacaktır ki, bir hafta hamamda kalmış, bir ayağını o delikanlının kucağına, öteki ayağım da reis oğlunun kucağına koymuş. Ateş mangalında kebap pişiriyor.
Bunlardan da kâh birinden, kâh ötekinden şeftali topluyor.
Başka ne kaldı artık!
Minberin
üstünde ilk vaiz çıktığı vakit okuduğu tevhit şu anlamdaki rubaî olmuştu.
Rubai:
O put, meclisimizin süsüydü, dilberiydi.
Şimdi mecliste değil, nerelerde salınır?
Yüce bir servidir o, pek levent bir boyu var,
O mecliste olmazsa kıyamet bizden kopar.
O
sırada delikanlıyı getiren reisin adamı toprak başına olsun, su döktü ve
meclisten dışarı çıktı, sonra içeri geldi, beraberce oturdu.
Vaiz başladı.
Bundan sonra iyileşinceye kadar böyle perhiz edeceğim, iyi olmasam bile böylece perhiz ediyordum.
Bu
göz ağrısı sana sefa verdi dediğin güne kadar, perhiz ettim.
İstiyordum ki, başka bir sefer daha söz.
Aşırayım
da onları susturayım.
Ama
içim çok hararetli idi.
Şimdi
bunu tekrarlamazsam şaşılacak şeydir.
Bu
zevk sahibi bir adamdır.
Aynı
zevk ona da erişti.
Konuşmak
düşüncesinde değildir. Zaten bende söz kalmadı, çabuk kalk!
Ben
başka birini buldum.
Bir
şeyden anlamaz. Ama daha çok onunla konuşurum.
Şaşırmış hayran kalmıştı.
Bugün
dost ile sevgili ile de benim sabrım böyledir.
Bu
biricik sevgili ile nasıl sabredebilirim?
(M.
174) Sana önce çok kuvvetli bir ilgim, sevgim vardı.
Ancak
başlangıçta görüyordum ki, o zaman işaret yolu ile söylemek mümkün değildi.
Eğer
söyleseydim beni mazur görmezdin.
Bu
saatte de zararlı çıkardık. O zaman bu hal yok idi.
Bana
diyorlar ki: Bir topluluk senin hakkında o bidatçıdır (Peygamber zamanında
olmayan adetler çıkaran), yapmacık şeylerle uğraşıyor diye beni ayıplamaya
başlamış.
Ben
de:
«Doğru
söylüyorlar, dedim.
«Bidatçıyım.
Şimdi
sen bana söyle bakayım, bu namazın hakikati, içyüzü nedir?»
Yüzüstü
düştü ki, benim de maksadım bu idi, bunu istiyordum zaten. Maksadım ne idi?
Felsefecilerden
naklederek anlattım ki, onlar imanlı kişilerden değildirler.
Şimdi
müsaade et de bir söz daha söyleyeyim.
Hazreti
Muhammed (S.A.) bile, «Bırak ne söylüyor dinleyeyim,»
buyuruyor.
Yersiz
bir laf söylerse onu bilirsin.
Asıl söz eri, benim maksadım bu idi diyebilen kişidir.
Bugün
mademki o kişi sensin bu da sana yaraşır.
Ben
hiç kimse için, «O fasıktır, günahkârdır,» diyemem.
Hiç
kimseyi ne kötü işlerle ilgili görürüm, ne de kötülük düşünürüm.
Yarlıganmayı
da, ancak kötü düşüncelerin içimden temizlenmesi için Allah’tan dilemekteyim.
Ben
diyorum ki, marifet kaynağı bu şeytanın getirdikleridir.
Senin
istediğin ve aradığın şeye de engel olur. Sana, içini o marifetten boşaltmak gerekir.
Öyle
ki, o marifetin üzerinde hiç bir şey olmasın.
O
zaman-zaman bizi gerçekler; gözünde yaş birikir, külah ister. Biz seni bilgin bir müftü tanıyoruz.
Nasıl
ki Şahap Herive:
«Benim bir arzum var,» diyor.
Bundan
sana güzel bir yemek pişireyim de ye!
O
zaman bende nasıl bir hüner olduğunu göreceksin.
Perhiz
yapıyorsun, Kerim’e diyorsun ki:
Ordu
kumandanı ölmedi, eteğini boynuna atmış.
Benim,
onunla aramızda bir yatak ilgisi vardır.
Birkaç
kere gördüm ki, gözlerimi üzerinden ayırınca zavallılık gösteriyor ağlamaya
başlıyor, söyleniyordu.
Gizlice
kendini dışarı attı. (M. 175) Hem pabuçları ile birlikte çıktı, başına vurarak,
«Gerektir ki dışarıda kalayım,» dedi.
Kerim’in,
«Otur!» diye söylediği yere gitti.
Kerim
ona demişti ki:
«Sana
ne söylerse peki razıyım de!»
O
tam bir erkektir.
Ona,
«Senin oğlun yüz tane kız oğlan kızdan daha iyidir, falanın yanında yatar,»
demişlerdi.
Dedi
ki, «O gün ve o gece onun yanında olduğunu iyi biliyorum. Allah’a ant içerim
ki, bana ondan dolayı hiç bir fesatlık gelmedi.
Bugün
tekrar tövbe etti.»
Ona
dedim ki: «Sana söylemedim mi?»
«Evet,» dedi.
Ben
kötü ettim.
Şimdi
ne yapalım da o hücreye biz de yol bulalım. Tadı kalmadı ki bir günah işleyeyim.
Bu
güne kadar henüz bir suç işlemedik ki tövbemizi
yıksın.
Böyle
bir adam nasıl başka bir adamı yaratıcı ve yapıcı bilsin?
Bir
tasvirci, bir duygulu adam onun karşısına geçer ki ona bir söz söylesin yahut
bir fikir ve tedbir beyan etsin.
Her
zaman böyle olur.
Zaten
onun Allah olması imkânsızdır.
Belki
aciz ve zavallı biridir o.Beni cennetin kapısına götürseler, önce kapıdan bakarım.
O orada mıdır?
Orada
yoksa nerede diye sorarım.
Hayır,
onu gözümle görmeliyim. Böylece birlikte olalım.
Eğer
cennette bulamazsam cehenneme koşarım.
Cehennem
benden sorar. Kaç kere görmüşüz?
Açık
konuşalım:
Benim
seninle işim yok. Onu bana ver.
Sen bilirsin, bundan sonra her ne söyleyecekse o bilir.
Benim onunla görülecek başka işim yok.
Bunu söyleyince gitti.
İçi boş ise, tekrar içeriye uğrar, iman getirir.
O
kimseler ki içerden değildir, onlara yüz
binlerce mucize göstersen iman etmezler.
Hazreti
Ebubekr, (Allah ondan razı olsun) hiç mucize istemiyordu. Diyordu ki: «Peygamber ne söyledi ise inandık ve gerçekledik.»
Bu gün beni bırakmazlar ki, gideyim.
Beni
niçin serbest bırakıyorsun?
Dostlar
elden gider, halk da bizim sözümüzü anlamazlar, anlamak
da istemezler.
O
ihtiyara, «Bu adama niçin eğri gözle bakıyor?» diye sor. Halk Yahudilere bile, selâm verirken bugün bizi sormuyor.
Biz
onu yüz türlü kurnazlıkla naz ve niyazlarla elde ediyoruz.
Sen
onun teveccühüne ( Yakınlık duyma, hoşlanma, sevgi gösterme) layık olduk mu
sanıyorsun?
Efendi!
Halk, her şeyi kendi kuvvetleri ölçüsünde görür. (M. 176) Kendi kendine kıyas yürüterek, cemaat dağılmıştır, der.
Ta camiden onlara sesleniyoruz:
Bu halkı hangi topluluk böyle dağıtmıştır?
Gerekir ki, yine o kimseler toplansınlar.
Bu ne acizliktir?
Güçsüzlüklerinden bir takım kurnazlıklara saparlar, işleri ondan başkadır, gönül
açıklığı da onlardan başkalarındadır.
Ben
diyorum ki, bana zehir tiryaktır (Panzehir).
Bunu
yediğim için sizin vebaliniz benim boynuma olsun, şahit olunuz. Başkalarının
günahlarını bana yüklemeyiniz.
Eğer
ben suçlu isem, şimdi artık hiç günahım yok.
Benim
cehennemim, benden çekinmekte ve korkmaktadır. Nihayet hadiste buyrulduğu gibi bana, «Geç ey imanlı kişi!
Senin nurun benim ateşimi söndürecek!» diye seslenir.
Diyorum
ki, benim sevgilim senin önündedir, onu bana bağışla, benim seninle işim yok,
sen bilirsin.
Hazreti
Peygamberin buyurduğu gibi, ben bunu kırayım dedim, böyle söyledim kendi işimin
aksine hareket ettim.
Eser
hemen açıkça görüldü. Görmedin mi?
Görmüyor
musun ki, bunu başkaları yapsalardı onları parça-parça ederlerdi.
O
söz bilmez adam niçin boş yere konuşsun.
Yersiz,
bilgisiz sözler onun sözleri değildir.
Bunun
delili de, söz üretme kurallarını bilmediği için bunu yapamamasıdır.
Gramer
okumadığı için söz çekimini de beceremez.
Sözü
ters söyleyeyim yahut çevireyim, başka anlamda söyleyeyim, farkında olmaz.
Akıl kapısından dışarı çık perde çok uzakta mı duruyor?
Onların
bir adım bile yürümeye cesaretleri yoktur.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Söylenen sözlerin bu yolun üçte birisi olduğunu, diğer
üçte birisinin kişinin bu yolda kalarak ve yaşayarak öğrendiğini, kalan üçte
birisinin de Tanrı tarafından bir şekilde öğretildiğini öğrendik.
2. Birçok kişinin
ve bilginin gizlilik örtüsü içine alındığını, kişinin yoldaki ilerleyişine göre
tanıtıldığını, tanıştırıldığını, bilgilendirildiğini öğrendik.
3. Tanrı’nın birçok sıfatları olduğunu ve bize göstererek
ve yaşatarak tanımamızı sağladığını, bundan dolayı başımıza ne gelirse gelsin
Tanrı’nın bir özelliğinin kendisini gösterdiğini kabul etmemiz, anlamamız, gönül
rızası ile boyun eğmemiz bunun içinde sert ve güçlü bulunmamız gerektiğini
öğrendik.
4. Tanrı erlerinin her birinin Peygamberimizin her
özelliği ile beslenmiş ama bir özelliği ile de kendini göstermiş olduğunu
öğrendik.
5. Adalet duygusunun evlat sevgisinden üstün olması
gerektiğini böylece yöneticinin bozgunculuğu önlemesi gerektiğini öğrendik.
6. Tanrı erlerinin güzel olan çocukları sevdiğini, ama bu
sevginin cinsellik yönünden olmadığını öğrendik.
7. Anlatılanları dinlemek gerektiğini öğrendik.
8. İçi fenalıkla
dolu olan kişilerin Tanrı erlerinin sözlerine inanmadıklarını, sohbetlerini
sevmediklerini öğrendik.
9. İnsanları yargılamayı ve kötü düşüncelerden kurtulmayı
Tanrı’ya bırakmak gerektiğini, bizim bu konuda yanlışa düşeceğimizi öğrendik.
10.
İşaret yoluyla
söylemek anlayışı yüksek olana uygun bir davranış olduğunu öğrendik.
11.
Tanrı sözlerini
ve peygamber sözlerine inanmak ve gerçek olduğunu kabul etmek gerektiğini
öğrendik.
12.
Başkasının bizde
beğeneceği, bizi üstün gösterecek istek ve davranışlardan uzak olmamız
gerektiğini, böyle bir davranışın olgunluk yolundan bizi alıkoyacağını
öğrendik.
13.
İmanlı kişiysek
cesur olmamız ve davranmamız gerektiğini öğrendik.
14.
Halk Mevleviler,
Tanrı erleri dağılmışlardır der oysa hepsi bir aradadır ama bunu göremeyenler
dağılmış sanır olduğunu öğrendik.
15.
İçi boş istekli
olanların imana gelebileceğini, içini çerçöple dolduranların içini
boşaltmadıkça imana gelemeyeceklerini öğrendik.
Başımıza
hoşumuza gitmeyecek olaylar ve durumlar gelebilir.
Bu
Tanrı’nın muradıdır.
Fena
olay karşısında şikâyetçi olursak, suçlayıcı olursak olgunluk yolunda bir adım
daha ileri gidemeyiz.
Peygamberlerin
yaşam hikâyelinden başına gelenler karşısında nasıl davrandıkları bizim için
güzel bir örneklerdir.
*
Bizi
hakikate ulaştıracak kişileri yüzeysel bakıp hoşumuza gitmeyen davranışları
görür de uzaklaşırsak kaybedenlerden oluruz.
Tanrı
erleri sineklerin hücumuna uğramamak için yani uygun olmayanları kendine
yanaştırmamak için toplumun hoş görmediği görüntüler verirler ve bu sayede
rahat ederler.
Bunun
için Tanrı erlerinin bu özelliğini bilmemiz ve saygı ve hoşgörü ile yaklaşmamız
gerekmektedir.
Müminlerin
tek vücut olduğunu, hangi birisine dost olursak hepsine birden dost olduğumuzun
farkında olmamız gerektiğini öğrendik, anladık.
*
Çok
kişinin konuşurken maksadını gizlediğini, iki yüzlülük ettiğini bunun da erliğe
yaraşmadığını öğrendik.
Anlatırlar,
biz de dinleriz.
Peki,
ne anlattı dersek çoğu kez bulamayız veya birçok zan etmelerden bir sonuç
çıkarmaya çalışırız.
Bakarız
bir netlik yok anlattıklarının hepsini çöpe atar değersizleştiririz.
O
halde anlattıklarımızda maksadın açık, net ve anlaşılır olması gerekir.
*
Sevdiğimiz
cehennemde bile olsa onu arayıp bulmamız ve beraber olmamız gerektiğini
öğrendik.
İyi
zamanda da kötü zamanda da sevdiğimizle beraber olmamız gerekir.
Böyle
yapmazsak yalancılardan, çıkarcılardan oluruz ve sayılırız.
*
Başkalarını
suçlamak, yargılamak, gördüklerimizi kötüye yormamız çabuk, kolay ve haz verici
kolaycılıktır.
Fakat
bu davranış biçimi yanlışa düşmemize ve doğru yoldan ayrılmamıza sebep olur.
Yargıyı
Tanrıya bırakmamız ve hoşgörü içinde iyilik için dua etmemizin daha iyi ve
doğru olduğunu öğrendik, anladık.
*
Söz
ve akılları ile uğraşanların belli bir mesafeye kadar gidebildiğini, daha
ilerisinin inanmakla perdeye ulaşmaları ve perde arkasında olan gerçekliği
görmeleri gerekmektedir.
Söz
ve akıl hakikate çok yaklaştırır ama arada perde olur, birkaç adım inancıyla
atanların bu hakikatlere kavuşabileceğini öğrendik, anladık.
*
Doğru
yanlış demeden,
iyi
kötü demeden,Kaliteli kalitesiz demeden,
Uyar ve uymaz demeden dünyaya ait birçok sevgilere kalbimizde (İçimizde) yer veririz.
İçimizi çer çöple doldururuz da çok değerli sevgilere yer kalmaz.
Bu
bakımdan her şeyi sevmememiz ve ona layığından fazla değer vermememiz
gerekmektedir.
Yaren,
burada bahsettiğimiz sevgi ile bağlanmaktır.
Sevgi
ile bağlanmak Tanrı’ya ve Tanrı’ya giden yolu aydınlatan, yol gösteren Tanrı
erlerinedir.
RAVLİ