20 Eylül 2012 Perşembe

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE SEVDİĞİN NERDEYSE SENDE ORADA OL

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Bazı şeyler var ki, söyleyemem.
Ancak o sözlerin üçte biri söylenmiştir.

Yallah!
Aslan gibi erkeksin, kudretli bir kişisin.

Birçok has Allah erleri vardır ki, kerametleri gizlidir, sırlarını herkese açıklamazlar.

Nasıl ki, onlar da gizlidirler.
Bir kimse bütün lütuf olsa bile yine eksiktir.

Allah’a bile hep lütuf ve rahmet sıfatı yaraşmaz, onun aksi sıfatı da vardır.
Allah’ın kahir sıfatı içinde hem lütuf hem de kahr vardır.

Ona lütuf da yaraşır kahr da.

Hakikatte bunlardan her biri onda teker-teker belirmektedir.
Böyle bir toplum için çok sert (Kolayca kırılıp, dağılmayan) bir insan gerektir.

Nasıl ki Hazreti Muhammed Aleyhisselâma göre, Hazreti Ali daha cenkçi idi.

Nasıl ki, o gün her biri soruyorlardı:
«Acaba Ebubekr’in elinden kılıç vurmak gelmez mi?»

Sahabelerin her biri Muhammed’in (S.A.) sıfatlarından biri ile vasıflanmış idi.

Ebubekr Ömer’e sormuştu:
«Benden sonra halife olursan ne yaparsın?»

Ömer (Allah ondan razı olsun), buyurdu ki:
«Ben adalet gösterir, hakkı gözetirim.»

«Doğru söylüyorsun,» dedi.
«Senden adalet yağıyor.»

Nasıl ki, kendi oğlunu işlediği zinadan dolayı ceza olarak eliyle sopa atarken öldürdü.
«Böylece fesadı, bozgunluğu önledim,» dedi.

Ömer de Hazreti Ebubekr’e sordu:
«Sen ne yapacaksın?»

«Ben yapabilirsem bir perde örtülürüm (Dünya işlerinin oyalayıcılığından uzaklaşıp, Tanrı ile beraber olmak) » dedi.

Acayip şeyler anlatırlar:
Onun atının dizginlerini omuzladığı halde inanmıyordu, inkâr ediyor ve diyordu ki:
«Filân şeyh, karşısına geldi, selâm verdi almadı.

Ama biraz sonra filân genç selâm verdi, ona çok iltifat gösterdi.» İnanmıyordu, bir çılgın gibiydi.

Sordu:
«Şeyhten yüz çevirdikten sonra, şeyh uzakta mıdır?»
«Çoktan geldi,» dediler.

Şeyhin evinin kapısında reisin oğlu ile satranç oynadığım gördü. Büsbütün inancı sarsıldı ve geri döndü.

O gece Hazreti Peygamberi rüyasında gördü, onu ziyarete koştu.
Ama Hazreti Peygamber kendisinden yüz çevirdi.
Bu sefer feryada başladı.

Peygamber buyurdu ki:
«Bizi daha ne kadar inkâr edeceksin, bize inanmayacaksın sen?»

«Ey Allah’ın elçisi,» dedi,
«Seni ne zaman inkâr ettim?»
«Ama bizim dostumuzu inkâr ettin.» buyurdular.

(M. 173) Kişi sevdiği ile beraberdir.
Hakikatte o bir dosttur.
Müminler tek bir vücut gibidir.

Hakikatte onun eteğinde bir avuç fındık ve kuru üzüm vardı.
Koşarak geldi ve gördü ki, henüz satranç oynamakta.
Kuru üzüm eteğinde duruyordu.

Tekrar inancı bozuldu, istedi ki geri dönsün, şeyh arkasından seslendi. «Artık ne zamana kadar bu imansızlık?
Bari Seyyid-den utan!»

Hemen geri döndü ve şeyhin ayağına kapandı.
«O bir avuç kuru üzümü o tabak içine dök ki, o buradan gitmeye karar vermiştir.»

Bu saatte o mubah-cı (her şeyi hoş gören birisi) olmuştur.
Onun hali nasıl olacaktır ki, bir hafta hamamda kalmış, bir ayağını o delikanlının kucağına, öteki ayağım da reis oğlunun kucağına koymuş. Ateş mangalında kebap pişiriyor.

Bunlardan da kâh birinden, kâh ötekinden şeftali topluyor.
Başka ne kaldı artık!

Minberin üstünde ilk vaiz çıktığı vakit okuduğu tevhit şu anlamdaki rubaî olmuştu.
Rubai:

O put, meclisimizin süsüydü, dilberiydi.
Şimdi mecliste değil, nerelerde salınır?

Yüce bir servidir o, pek levent bir boyu var,
O mecliste olmazsa kıyamet bizden kopar.

O sırada delikanlıyı getiren reisin adamı toprak başına olsun, su döktü ve meclisten dışarı çıktı, sonra içeri geldi, beraberce oturdu.

Vaiz başladı.
Bundan sonra iyileşinceye kadar böyle perhiz edeceğim, iyi olmasam bile böylece perhiz ediyordum.

Bu göz ağrısı sana sefa verdi dediğin güne kadar, perhiz ettim.
İstiyordum ki, başka bir sefer daha söz.

Aşırayım da onları susturayım.
Ama içim çok hararetli idi.

Şimdi bunu tekrarlamazsam şaşılacak şeydir.
Bu zevk sahibi bir adamdır.

Aynı zevk ona da erişti.
Konuşmak düşüncesinde değildir.
Zaten bende söz kalmadı, çabuk kalk!

Ben başka birini buldum.
Bir şeyden anlamaz.
Ama daha çok onunla konuşurum.
Şaşırmış hayran kalmıştı.

Bugün dost ile sevgili ile de benim sabrım böyledir.
Bu biricik sevgili ile nasıl sabredebilirim?

(M. 174) Sana önce çok kuvvetli bir ilgim, sevgim vardı.
Ancak başlangıçta görüyordum ki, o zaman işaret yolu ile söylemek mümkün değildi.

Eğer söyleseydim beni mazur görmezdin.
Bu saatte de zararlı çıkardık.
O zaman bu hal yok idi.

Bana diyorlar ki: Bir topluluk senin hakkında o bidatçıdır (Peygamber zamanında olmayan adetler çıkaran), yapmacık şeylerle uğraşıyor diye beni ayıplamaya başlamış.

Ben de:
«Doğru söylüyorlar, dedim.

 

«Bidatçıyım.
Şimdi sen bana söyle bakayım, bu namazın hakikati, içyüzü nedir?»

 Önce felsefecilerden bazıları:
«Başını yere koymak, vücudunu ayakta tutmak ayıptır, eksikliktir,» derler.

Yüzüstü düştü ki, benim de maksadım bu idi, bunu istiyordum zaten. Maksadım ne idi?

Felsefecilerden naklederek anlattım ki, onlar imanlı kişilerden değildirler.
Şimdi müsaade et de bir söz daha söyleyeyim.

Hazreti Muhammed (S.A.) bile, «Bırak ne söylüyor dinleyeyim,» buyuruyor.
Yersiz bir laf söylerse onu bilirsin.

Asıl söz eri, benim maksadım bu idi diyebilen kişidir.

Bugün mademki o kişi sensin bu da sana yaraşır.
Ben hiç kimse için, «O fasıktır, günahkârdır,» diyemem.

Hiç kimseyi ne kötü işlerle ilgili görürüm, ne de kötülük düşünürüm.
Yarlıganmayı da, ancak kötü düşüncelerin içimden temizlenmesi için Allah’tan dilemekteyim.

Ben diyorum ki, marifet kaynağı bu şeytanın getirdikleridir.
Senin istediğin ve aradığın şeye de engel olur.
Sana, içini o marifetten boşaltmak gerekir.

Öyle ki, o marifetin üzerinde hiç bir şey olmasın.
O zaman-zaman bizi gerçekler; gözünde yaş birikir, külah ister.

 Zaman-zaman da:
«Bize bir eşek kadar değer vermiyorsun, hiçe sayıyorsun,» der.
Biz seni bilgin bir müftü tanıyoruz.

Nasıl ki Şahap Herive:
«Benim bir arzum var,» diyor.

Bundan sana güzel bir yemek pişireyim de ye!
O zaman bende nasıl bir hüner olduğunu göreceksin.

Perhiz yapıyorsun, Kerim’e diyorsun ki:
Ordu kumandanı ölmedi, eteğini boynuna atmış.

Benim, onunla aramızda bir yatak ilgisi vardır.
Birkaç kere gördüm ki, gözlerimi üzerinden ayırınca zavallılık gösteriyor ağlamaya başlıyor, söyleniyordu.

Gizlice kendini dışarı attı. (M. 175) Hem pabuçları ile birlikte çıktı, başına vurarak, «Gerektir ki dışarıda kalayım,» dedi.

Kerim’in, «Otur!» diye söylediği yere gitti.
Kerim ona demişti ki:

«Sana ne söylerse peki razıyım de!»
O tam bir erkektir.

Ona, «Senin oğlun yüz tane kız oğlan kızdan daha iyidir, falanın yanında yatar,» demişlerdi.

Dedi ki, «O gün ve o gece onun yanında olduğunu iyi biliyorum. Allah’a ant içerim ki, bana ondan dolayı hiç bir fesatlık gelmedi.

Bugün tekrar tövbe etti.»
Ona dedim ki:
«Sana söylemedim mi?»
«Evet,» dedi.

Ben kötü ettim.
Şimdi ne yapalım da o hücreye biz de yol bulalım.
Tadı kalmadı ki bir günah işleyeyim.

Bu güne kadar henüz bir suç işlemedik ki tövbemizi yıksın.
Böyle bir adam nasıl başka bir adamı yaratıcı ve yapıcı bilsin?

Bir tasvirci, bir duygulu adam onun karşısına geçer ki ona bir söz söylesin yahut bir fikir ve tedbir beyan etsin.
Her zaman böyle olur.

Zaten onun Allah olması imkânsızdır.
Belki aciz ve zavallı biridir o.
Beni cennetin kapısına götürseler, önce kapıdan bakarım.
O orada mıdır?

Orada yoksa nerede diye sorarım.
Hayır, onu gözümle görmeliyim.
Böylece birlikte olalım.

Eğer cennette bulamazsam cehenneme koşarım.
Cehennem benden sorar.
Kaç kere görmüşüz?

Açık konuşalım:
Benim seninle işim yok.
Onu bana ver.
Sen bilirsin, bundan sonra her ne söyleyecekse o bilir.
Benim onunla görülecek başka işim yok.
Bunu söyleyince gitti.

 Onun tarafından da böyle yapmak gerekirdi.

İçi boş ise, tekrar içeriye uğrar, iman getirir.

O kimseler ki içerden değildir, onlara yüz binlerce mucize göstersen iman etmezler.

Hazreti Ebubekr, (Allah ondan razı olsun) hiç mucize istemiyordu. Diyordu ki: «Peygamber ne söyledi ise inandık ve gerçekledik

 Bana para verdi.
On beş gün sonra tekrar gel o zaman gidelim.

Bu gün beni bırakmazlar ki, gideyim.
Beni niçin serbest bırakıyorsun?

Dostlar elden gider, halk da bizim sözümüzü anlamazlar, anlamak da istemezler.
O ihtiyara, «Bu adama niçin eğri gözle bakıyor?» diye sor.
Halk Yahudilere bile, selâm verirken bugün bizi sormuyor.

Biz onu yüz türlü kurnazlıkla naz ve niyazlarla elde ediyoruz.
Sen onun teveccühüne ( Yakınlık duyma, hoşlanma, sevgi gösterme) layık olduk mu sanıyorsun?

Efendi!
Halk, her şeyi kendi kuvvetleri ölçüsünde görür. (M. 176)
Kendi kendine kıyas yürüterek, cemaat dağılmıştır, der.

Ta camiden onlara sesleniyoruz:
Bu halkı hangi topluluk böyle dağıtmıştır?

Gerekir ki, yine o kimseler toplansınlar.
Bu ne acizliktir?

Güçsüzlüklerinden bir takım kurnazlıklara saparlar, işleri ondan başkadır, gönül açıklığı da onlardan başkalarındadır.
Ben diyorum ki, bana zehir tiryaktır (Panzehir).

Bunu yediğim için sizin vebaliniz benim boynuma olsun, şahit olunuz. Başkalarının günahlarını bana yüklemeyiniz.

Eğer ben suçlu isem, şimdi artık hiç günahım yok.
Benim cehennemim, benden çekinmekte ve korkmaktadır.

Nihayet hadiste buyrulduğu gibi bana, «Geç ey imanlı kişi!
Senin nurun benim ateşimi söndürecek!» diye seslenir.

Diyorum ki, benim sevgilim senin önündedir, onu bana bağışla, benim seninle işim yok, sen bilirsin.

Hazreti Peygamberin buyurduğu gibi, ben bunu kırayım dedim, böyle söyledim kendi işimin aksine hareket ettim.
Eser hemen açıkça görüldü.
Görmedin mi?

Görmüyor musun ki, bunu başkaları yapsalardı onları parça-parça ederlerdi.
O söz bilmez adam niçin boş yere konuşsun.

Yersiz, bilgisiz sözler onun sözleri değildir.
Bunun delili de, söz üretme kurallarını bilmediği için bunu yapamamasıdır.

Gramer okumadığı için söz çekimini de beceremez.
Sözü ters söyleyeyim yahut çevireyim, başka anlamda söyleyeyim, farkında olmaz.

Akıl kapısından dışarı çık perde çok uzakta mı duruyor?
Onların bir adım bile yürümeye cesaretleri yoktur. 

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***

Neler öğrendik:

1.   Söylenen sözlerin bu yolun üçte birisi olduğunu, diğer üçte birisinin kişinin bu yolda kalarak ve yaşayarak öğrendiğini, kalan üçte birisinin de Tanrı tarafından bir şekilde öğretildiğini öğrendik.

2.    Birçok kişinin ve bilginin gizlilik örtüsü içine alındığını, kişinin yoldaki ilerleyişine göre tanıtıldığını, tanıştırıldığını, bilgilendirildiğini öğrendik.

3.   Tanrı’nın birçok sıfatları olduğunu ve bize göstererek ve yaşatarak tanımamızı sağladığını, bundan dolayı başımıza ne gelirse gelsin Tanrı’nın bir özelliğinin kendisini gösterdiğini kabul etmemiz, anlamamız, gönül rızası ile boyun eğmemiz bunun içinde sert ve güçlü bulunmamız gerektiğini öğrendik.

4.   Tanrı erlerinin her birinin Peygamberimizin her özelliği ile beslenmiş ama bir özelliği ile de kendini göstermiş olduğunu öğrendik.

5.   Adalet duygusunun evlat sevgisinden üstün olması gerektiğini böylece yöneticinin bozgunculuğu önlemesi gerektiğini öğrendik.

6.   Tanrı erlerinin güzel olan çocukları sevdiğini, ama bu sevginin cinsellik yönünden olmadığını öğrendik.

7.   Anlatılanları dinlemek gerektiğini öğrendik.

8.    İçi fenalıkla dolu olan kişilerin Tanrı erlerinin sözlerine inanmadıklarını, sohbetlerini sevmediklerini öğrendik.

9.   İnsanları yargılamayı ve kötü düşüncelerden kurtulmayı Tanrı’ya bırakmak gerektiğini, bizim bu konuda yanlışa düşeceğimizi öğrendik.

10.           İşaret yoluyla söylemek anlayışı yüksek olana uygun bir davranış olduğunu öğrendik.

11.           Tanrı sözlerini ve peygamber sözlerine inanmak ve gerçek olduğunu kabul etmek gerektiğini öğrendik.

12.           Başkasının bizde beğeneceği, bizi üstün gösterecek istek ve davranışlardan uzak olmamız gerektiğini, böyle bir davranışın olgunluk yolundan bizi alıkoyacağını öğrendik.

13.           İmanlı kişiysek cesur olmamız ve davranmamız gerektiğini öğrendik.

14.           Halk Mevleviler, Tanrı erleri dağılmışlardır der oysa hepsi bir aradadır ama bunu göremeyenler dağılmış sanır olduğunu öğrendik.

15.           İçi boş istekli olanların imana gelebileceğini, içini çerçöple dolduranların içini boşaltmadıkça imana gelemeyeceklerini öğrendik.

 İşte böyle yaren,

Başımıza hoşumuza gitmeyecek olaylar ve durumlar gelebilir.
Bu Tanrı’nın muradıdır.

Fena olay karşısında şikâyetçi olursak, suçlayıcı olursak olgunluk yolunda bir adım daha ileri gidemeyiz.

Peygamberlerin yaşam hikâyelinden başına gelenler karşısında nasıl davrandıkları bizim için güzel bir örneklerdir.

                                 *
Bizi hakikate ulaştıracak kişileri yüzeysel bakıp hoşumuza gitmeyen davranışları görür de uzaklaşırsak kaybedenlerden oluruz.

Tanrı erleri sineklerin hücumuna uğramamak için yani uygun olmayanları kendine yanaştırmamak için toplumun hoş görmediği görüntüler verirler ve bu sayede rahat ederler.

Bunun için Tanrı erlerinin bu özelliğini bilmemiz ve saygı ve hoşgörü ile yaklaşmamız gerekmektedir.

Müminlerin tek vücut olduğunu, hangi birisine dost olursak hepsine birden dost olduğumuzun farkında olmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

                                      *
Çok kişinin konuşurken maksadını gizlediğini, iki yüzlülük ettiğini bunun da erliğe yaraşmadığını öğrendik.

Anlatırlar, biz de dinleriz.
Peki, ne anlattı dersek çoğu kez bulamayız veya birçok zan etmelerden bir sonuç çıkarmaya çalışırız.

Bakarız bir netlik yok anlattıklarının hepsini çöpe atar değersizleştiririz.
O halde anlattıklarımızda maksadın açık, net ve anlaşılır olması gerekir.

                                         *
Sevdiğimiz cehennemde bile olsa onu arayıp bulmamız ve beraber olmamız gerektiğini öğrendik.

İyi zamanda da kötü zamanda da sevdiğimizle beraber olmamız gerekir.
Böyle yapmazsak yalancılardan, çıkarcılardan oluruz ve sayılırız.

                                          *

Başkalarını suçlamak, yargılamak, gördüklerimizi kötüye yormamız çabuk, kolay ve haz verici kolaycılıktır.

Fakat bu davranış biçimi yanlışa düşmemize ve doğru yoldan ayrılmamıza sebep olur.
Yargıyı Tanrıya bırakmamız ve hoşgörü içinde iyilik için dua etmemizin daha iyi ve doğru olduğunu öğrendik, anladık. 

                                            *
Söz ve akılları ile uğraşanların belli bir mesafeye kadar gidebildiğini, daha ilerisinin inanmakla perdeye ulaşmaları ve perde arkasında olan gerçekliği görmeleri gerekmektedir.

Söz ve akıl hakikate çok yaklaştırır ama arada perde olur, birkaç adım inancıyla atanların bu hakikatlere kavuşabileceğini öğrendik, anladık.

                                           *

Doğru yanlış demeden,
iyi kötü demeden,
Kaliteli kalitesiz demeden,

Uyar ve uymaz demeden dünyaya ait birçok sevgilere kalbimizde (İçimizde) yer veririz.
İçimizi çer çöple doldururuz da çok değerli sevgilere yer kalmaz.

Bu bakımdan her şeyi sevmememiz ve ona layığından fazla değer vermememiz gerekmektedir.

Yaren, burada bahsettiğimiz sevgi ile bağlanmaktır.
Sevgi ile bağlanmak Tanrı’ya ve Tanrı’ya giden yolu aydınlatan, yol gösteren Tanrı erlerinedir.

RAVLİ

Popüler Yayınlar