26 Eylül 2012 Çarşamba

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE DERVİŞ VE YOLU

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Bir yerde ki şeyh bu delikanlıdır, ona olgunlaşması için daha yıllar gerektir.
Nasıl olur da erlere hizmet eder, gece gündüz yanar yakılır?

Tavaya konmuş sığır yağı gibi uzaktan kokusu geçtikten sonra kıpkırmızı olur?
Allah erlerinin raksı lâtif ve hafiftir.
Su üstünde yaprak gibi yürürler.

İçerde dağ gibi, yüz bin dağ gibi ağır, dışarıda saman çöpü gibidirler. Hak benim elimdedir, ama benimle birlikte değildir.
Hutbede okuduğun bütün Allah sıfatları

«O öyle bir görücüdür ki, hiç bir şey, onun görüşünden gizli değildir
 Evet, bütün bu sıfatlar görüyorum ki benim de sıfatlarımdır

Şiir:
İçi fesat dolu bu köpeklerden size utanç gelmez mi?
Siz, bu yularsız eşeklerden hiç arlanmaz mısınız?

Öbürü dinin süsüdür, ama küfrün de rengi ve kokusu;
Öteki mülkün kıvancı ama ülkenin de yüz karası, utancı…

Şu halde dizgin gerektir ki dikkatle çekesin şimdi başka bir şair de şöyle söyler:

Beyit:
Âlim ile cahil arasındaki ayrıcalık, ancak şu kadardır:
Birinin dizginini çekersin, öteki başıboş ve yularsızdır.

Şimdi nerede o dizgin çekme.
Şimdi beni kendi halime bırak!

Onu en azından zahir (Görünen) yönünden yemekten içmekten yasaklıyorum.
Çok düşünüyorum ama gerektir ki, bana hiç ayak bağı olmasın; yemek içmek düşüncesi, elbise ve çamaşır derdi bende olmasın.

Yani sizin önünüzde olmasın, birlikte olalım.
Bir vakit hizmet etsin, işte bu çirkin bir şeydir, şüphelidir de.

Kul için bundan daha iyi bir sığınak var mıdır ki, elini Allah erlerinin ellerine uzatsın da kurtuluşa ermesin?

«Dervişin her iki cihanda yüzü karadır,» buyrulmuştur.
Eğer doğru söylüyorsan, halkı neye davet ediyorsun?
Kara yüzlülüğe mi?

Eğer yalan söylüyorsan senin tokadın hiç bir şey değildir.
Başka biri, «Tahammül et!» der.
Söz Allah’ın sözüdür, Allah sevgililerinin sözüdür.

Alâeddin’e satranç tahtası alma!
Mevlana’nın dostu isen bunu yapma!

Çünkü onun öğrenim çağıdır.
Onun vakti dardır.
Geceleri uyku uyumuyor.

Ancak gecenin üçte ikisini yahut daha az bir zamanını uyuyabilmekte. Her gün gerektir ki, bir şey okusun, bir satır bile olsa bu lâzım. (M.190)
Ama işitirse benden incinir.
Bana, işimi öğretiyor, der.

Bu sebepten Hakkı düşman bilirler, işlerine gelmeyen doğru sözü dinlemezler.
Onlara bir kâr kokusu gider, ürkerler.
Bu çok garip şeydir.

Bazılarına vakit geçirmek hoş gelir.
«Karanlıkta yürüyen yolunu şaşırır,» demişlerdir.

Bütün vücudu dil kesilmişti.
Soruda, cevapta terbiyesizce davranırdı, Hak âleminden hiç haberi yoktu.

Sizden sonra, ne malını satan satış yapacak, nede mal alan müşteri alacak mal bulacaktır.

İnsan, Semâ vaktinde başkalarının giyinmediği elbiseleri giyinir.
Namazda da başka zaman giyinmediğini giyinir.

Su dağıtılan yerde bana bir, üveyik sesi ile bunlar ilham olundu. Onunla benim aramda eskiden beri bir hekim var ki, o başkalarına söz verir, sözünden dönerdi.

O, böyle yerde nasıl olur?
Peygamberlerin, velilerin aradıkları vecd (ilâhî sarhoşluk) halini onlara anlatsaydım, mest olurlar, neşelenirler.

Hak onların yüzlerinde, vücutlarında parlar, onlarda açıkça belirirdi.
Şiraz dervişleri biraz insafsızdırlar.
Ancak iş iyi gitmedi derler.

Vakti gelince gazelden sonra raks edeceksin diye kararlaştırıyorsun. Bunda da zorluklar çıkarırlar size.
 «Ne türlü nefesler vuruyor, baş sallıyorsunuz,» deyince, söz söylemez, gazel okumaz.

«Bu nasıl raks?» deseniz, «Yandım bu ıstıraba, dayanamadım,» derler. Allah, «Ben seni bu iş için tutuyorum,» buyuruyor.

Derviş de, «Yarabbi yandım artık, bu kulundan ne istiyorsun?» diyor. Mademki yanıyorsun, bu, cevheri kırma hikâyesini andırır.

Sevgili aşıkına sorar, cevheri niçin kırdın?
Sevgili cevap verir: «Ben, cevheri benden sorasın diye kırdım.»

Bu: sır içindeki hikmet, şuradadır:
Rahmet deryası daima coşmak, dalgalanmak ister.
Bunun sebebi de senin yalvarman, ağlayıp feryat etmendir.

Senin gamının bulutları gelmedikçe, ilâhî bilginin denizi dalgalanmaz, coşup köpürmez.

Şiir:
Anne yavrusuna meme verir mi söyle,
Yavru aç kalıp da ağlamayınca?

İçinde ve dışında geçen değişiklikleri göremeyen, görmede, işitmede ve akıldaki hikmeti anlamayan, âlemin nasıl idare edildiğinde şüphesi olan kimseler, bütün peygamberlerin mucizeleri, velilerin kerametleri ile vahiy ve ilham getirmelerini anladığı halde, henüz şüphede olanlar derler ki:

«Acaba neden benim kısmetim geç kaldı?
Yahut bu iş neden böyle oluyor?

Kendiliğinden mi oluyor? (M. 191)
Allah’ın dilemesi yeter mi?»
Sonra eğer Allah’ın merhametli, bilgin ve güçlü olduğunu (Kendini) bir aciz görürse işi kabul eder.

Bir topluluk Fırat ırmağının kaynağını görmeye gittiler.
Tam iki yıl yol yürüdüler.
Nihayet ırmağın, bir dağın tepesinden çıktığını gördüler.

 Biri hemen, «Ne hoş!» diye çarh vurarak suya atıldı.
Öteki de arkadan atladı.

Bazılarını, (onlara ne olduğunu Allah bilir), galiba onları aşağı çektiler.
Başka ne olmalı?
Bazıları da geri dönerek haber getirdiler.

Dediler ki: «Oraya kadar gittik, âmâ arkadaşlar daha önce gitmişler. Başka bir şey bilmiyoruz.

Denize dalan kurbağa gibi bir ses çıkardılar.»
Adamların anneleri kardeşleri toplandılar; bir türlü bu işe razı olmuyorlardı.

Nasıl ki, kaz yavruları yumurtadan çıkınca anneleri karada gezerken yavruları da anneleri ile birlikte dolaşırlar, denize girince de beraber girerler.

Su kenarına gelenlerden bunları görenler:
«Vay yavrucuklar gitti, boğuldu!» derler.

Zaman-zaman dostları anmak ne gariptir.
Sen de bu ayıklık makamında mest olup kalma!
Ola ki, onun maksadı odur.

Yani istiğrak (Allah’ sal hayale dalmak) makamında kalma; daha üstün bir mertebe ve makam iste!
Ama hayır bu onun işi değildir.
O, olduğu yerde sayar, başka bir şey yapamaz.

Eğer o yüksek mertebeyi isteseydi, o mertebe şarapla dolu bir testi gibidir.
Onu boşaltırsan kadehe dolar ve der ki:
«Yine senin yanında olayım, başka bir yere gidemem

Hâlbuki onun küpü onun gibi yüzlercisiyle dolup boşalmıştır.
Ama yalnız küp, taşın karşısında zavallı kalır.
Pek açık bir gerçektir ki, küp, taştan daima sakınır.

Kırıtırsa, aslındaki parçalar yerinde kalır ama içindeki berbat olur; etrafa yayılır ve bulaşır.

Yani sır (gizlilik), küpün fitnesidir onlara açık ve susturucu bir cevap vermek gerekir.
Çünkü susmak suretiyle verilen cevaptan anlamazlar.

Yani hoş geldin, güle-güle, sefalar getirdin gibi açık sözlerden anlarlar.

Kuran’da, «Görmez misin senin Rabbin gölgeyi nasıl uzattı?» anlamındaki ayetin yorumu nedir? (M. 192)

Sonra, «Allah semaların ve yeryüzünün nurudur,» Anlamındaki ayet ne diyor bize?

Mısra:
Gönlüm öyle bir yere düştü ki, hiç sorma!
Eğer benden faydalanmak istiyorsan gizlice alçak gönüllük gösterip de Firavun gibi, yalnız kaldığın zaman,

«Allah’ım!
Sen benim ilâhımsın, ben de senin kulunum!» deyip, sonra herkese karşı:
«Sizin en büyük Allah’ınız benim!»
(Naziât suresi, 24) deme.

Zahirde de batında da, hayır, demek gerektir.
(İç âleminde ve dışa çıkardığın söz ve davranışta böyle bir hata yapılmamalıdır)

Cevapta biraz düşüneyim de o vezir gibi hataya düşmeyeyim.
Acele, şeytan işidir.
Acele edenler, bir nakış ve suretten başka bir şey göremezler.

Çünkü onlar, hep görünüşe bakar, nakısı ve sureti görürler. Günahlarından dolayı da mağfiret dilemezler.

Tövbe, Âdemin ve evlâdının sıfatıdır.
Hatada, günahta direnmek de iblisin ve onun yavrularının sıfatıdır.

 Allah ona, «Yemin et!» deyince, o «Başın için!» diye ant içer.
Rumî’yi Anadolu halkını ben yarattım; Türkü, Hintliyi, Arap’ı da; ama lanet olsun o alçağa ki, senin gibi birini doğurmuş. 

                  ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Tanrı’nın sıfatlarını görende Tanrı sıfatları oluştuğunu öğrendik.

2.   Ahlak bozukluğundan kendimizi kurtarmamız gerektiğini öğrendik.

3.   Doğruya, hakikate yönlenmekte direnenlerden uzaklaşmamız gerektiğini öğrendik.

4.   Bileni, bilmek isteyeni, öğrenmek yolunda olanı yönlendirebileceğimizi öğrendik.

5.    Cahil olana ne yapsak onun yönlenmediğini, başıboş bir şekilde davrandığını öğrendik.

6.   Ahlaklı olana dinin güzel bir süs verdiğini öğrendik.

7.   Muhakkak surette yönlenebilir olmamız, cahilliğin ve benliğin inadından kurtularak, doğruyu kabul etmemiz ve söylememiz gerektiğini öğrendik.

8.   Mevlana Hazretlerinin devamlı okuduğunu öğrendik.

9.   Selçuklu sultanı Alâeddin’le fazla vakit geçirirse çalışmalarından, okumasından geri kalacağını öğrendik.

10.           Çok kişinin kâr kokusuna göre hareket ettiklerini, doğru sö işine gelmezse Tanrı erlerine düşman kesileceklerini öğrendik.

11.           Gideceğimiz yolu bilsek bile bu yolu aydınlıkta gitmemiz gerektiğini öğrendik.

12.           Sema vaktinde sema yapan kişinin dünyalık örtülerden arınarak             nurdan elbiseler giydiğini öğrendik.

13.           Namaz kılınacağı zaman helal para ile satın alınmış elbise giymemiz gerektiğini öğrendik.

14.           Sema’da ruhaniyetine ulaşamayan, ayak uyduramayan olunca sema edenlerin zevk alınamadığını, istenilen sarhoşluğa ulaşılamadığını öğrendik.

15.           Sema edenlerin yalvarmaları, ağlayıp sızlamaları, ah etmeleri, feryat etmeleri ile ilahi bilginin coşup geldiğini öğrendik.

16.           Sema yaparken ve namaz kılarken Tanrı’nın merhametli, bilgin ve güçlü olduğunu söyler ve inanır, kendinin de aciz biri olduğunu söyler ve inanırsak, Tanrı’dan gelecek olan kısmetinin gecikmeden geleceğini öğrendik.

17.           Acele etmememiz gerektiğini, işimizde düşünceli ve bilgili davranmamız gerektiğini öğrendik.

 İşte böyle yaren,

Tanrı’yı aramak yolunda değişik çalışmalar ile davranışlarımızın ve kişiliğimizin, sözümüzün değiştiğini ve ilerlemeye devam etmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.

 Bu yol Tanrı’yı bulmaya kadar gider ama yol bitmez.
Tanrı’yı bulduktan sonra Tanrı ile yol sonsuza kadar devam eder.  

Her an kendimizi Tanrı yolunda yenilemek ve değiştirmek gerekir.
Sadece derviş olarak kalmak yeterli değildir.

Dervişlik meyve ağacının meyve vermesi ancak yenecek kadar tatlılaşmamış durumudur.
Olgun olmamız için çalışmalarımıza devam etmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.

                               *

RAVLİ

 

Popüler Yayınlar