22 Eylül 2012 Cumartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE BİLGİNİN PERDE OLMASI

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:

Muhammed Emirci anlatıyordu:
«Bir adam gelir, söylenir durur.

Kaynanama şöyle dedim, karıma böyle dedim, cariyeme bunu söyledim, diye bulaştırmadık kimse bırakmaz.»

Bu adam kadın istiyorsa on tane bile alsın.
O temiz yürekli bir erkek bana da gelir kendi evinde de böylece konuşur.

Adamın sakalını tuttum, birer-birer yoldum, ona öyle bir şey yaptım ki, başkaları da ibret alsın.

Bunlar kadınların ve Müslüman ailelerinin adlarını kötüye çıkarmasınlar.
Ben bu evin temiz adını ve çocuklarınızı düşünerek üzülüyorum.
Siz nasıl razı oldunuz?
Benim haberim olmadı.

Eğer konuşuyorsun dersem, tekrar söyle.
Ne dedim ki, evet diyorsun, bunun manası nedir?
Manası bu demektir o kadar.

«Eğer evet demekte geç kalıyorsam, niçin evet demiyorsun,» diye soruyorsun.
Bu itiraz demektir.

Ben zaten itiraz ediyorum.
Eğer varsa söyle; itirazda bir eğrilik varsa doğrultayım.

Bir adam vardır ki başka bir üstadın işinin kalıbı olur (Uzmanı). (M.179)
O kimse candır.
Bundan keder yoktur.

Allah’tan üstün kimse var mıdır ki, hem kalıp olsun, hem can olsun? Bu imkânsızdır.
Ben seninle birlikte azap duyuyorum bunu filan zat ile birlikte konuştuk.
Bu işten dolayı özür dilemektedir.

Ben ona dedim ki:
Yüzünü görünceye kadar bu sözlerle avunmam ancak Mevlana o görüştüğümüz yerde üzüldü.

Ben kılıç ile teklifsizim.
Beni bilirler.
Bunu yapmıyorsam erkekliğim icabıdır.
Yoksa sizin yaptığınız gibi yapmadım.

Belki onu sevdiğim zamanlarda bile yapmadım.
Bir daha hastalığın bana yol bulmasına fırsat verme. «Aman işitiyor,» dedim. «Ne dedim ki işitsin,» dedi.
«Bu açık sözleri işitir,» dedi.

«Yani bir şey işitmeyeyim bir söz olmasın.
Bir zamiri, (gizli bir sözü) var,» dedi.
Görüyorsun ki, gizli sözü anladı.

Eğer bu sözün dış anlamına arif itiraz ederse bundan doğacak üzüntü benim elimde değildir.
O, elimde olmadan kendi kendine bana musallat oluyor ve yine elimde olmadan geçip gidiyor.
«Nasıl olur?» dedi.

Ona, kendi bilgisi perde oldu.
İşte Kuran’da buyrulduğu gibi:
«Onu bir Allah bilir, bir de bilgide uzman olanlar

Çünkü «Bilgide uzman olanlar sözün yorumunu bilirler.» dedi.
Bunu, soru yönünden söylemişti, ona gülmüştünüz.
Bu söz her iki anlamın dışında değildir.

Söz yapıcı olduğu zaman uyku getirir.

Nasıl ki, uyanık gönüller uykuda da iş görür.
Aman tekrar söyle bu mısranın baş tarafı ne idi?

Sahabe (Peygamberin dostları) hiç itiraz etmezlerdi.
Hazreti Mustafa’ya (S.A.) karşı inançları dolayısıyla onu dinlerken mest olurlardı.

O güzel sözlerden, Hazreti Ebubekr yedi hadisten başkasını nakletmedi.
Eğer sorsalardı, aldıkları cevaptan çok faydalanırlar, birçok gizli noktalar açıklanırdı.
Bundan bizim sözümüzün kokusu geliyor.

 Hallac’ın «Ben Hakkım,» sözü pervasızcadır
Bayezid’in, «Kendimi kutlarım,» sözü daha kapalıcadır, insanlar arasında hiç kimse yoktur ki kendinde az çok benlik olmasın.

Hazreti Musa (Allah’ın selâmı üzerine olsun):
«Ben yeryüzünde olan insanlardan daha bilginim,» diye biraz benlik gösterince Allah onu Hızır Aleyhisselâma havale etti ki, bir kaç gün onunla birlikte dolaşsın; o benlik davası kendisinden gitsin.

(M. 180) Hazreti Muhammed (S.A) Hazreti Ali’ye buyurdular ki, «Sen niçin vuslat orucu tutmakta bana uydun da böyle arık ve güçsüz düştün?»

«Ben, her hangi biriniz gibi değilim.
Allah’ımın yanında gecelerim, O beni yedirir içirir,» buyurdu.

 Bazı gerçekçi araştırmacılar, Kuran’ın şu ayetinin inmesini araştırmışlar ve demişlerdir ki:
«Ey Resulüm, de ki, şüphesiz ben de sizin gibi bir insanım!..»
 (Kehf suresi, 110) anlamındaki Allah hitabının özeti şudur:
«Ey Resulüm!

Sen Allahsal tecelli ile dolu olduğun vakit benliği kendinden uzaklaştır, böyle söyle.»
Ama ulu Allah sevgili Peygamber’inin kutlu gönlünü kırmamak için de ayetin sonuna şunu ekledi:

«Ancak bana vahiy gelir.
Allah’ınız tek Allah’tır
Bundan sonra da
«Allah’ına ulaşmak dileğinde bulunan güzel ameller (İş, niyet) işlesin
Bu da evvelki hitapların benzeridir.

«Ben, her hangi biriniz gibi değilim,» diyen Peygamber’ine şunu da hatırlatıyor; aynı ayetin sonunda:
«Rablerine kulluk vazifesini yaparken hiç bir ortak koşmasın,» buyuruyor ki, bu da onun aynıdır.

Lâkin iyi kullar cihan yurdunu ibadetle, akılla bayındırlaştırırlar.
İki cihan bu iki şeyle yani ibadet ve akılla bağlanmıştır.
Bütün zamanlar, her iki âlemde tasarruftan gaflettedirler.

Senin elin ayağın taklit ile uzanır, güçlenir, bunda yoksun kalmak korkusu yoktur.
Ama önce inkâr ettirir, ama sonra kendine gelince seni çevik ve canlı bir hale getirir.

Herkes, bu zehî (Ne güzel) kelimesine âşıktır.
Bu, «Ne güzel» sözü uğrunda ölürler.
Senin görüşün onun sıfatları iledir.

Kendi dileklerinden başkasını isteme!
Senin istediğin şey oradadır.

Pisliklere, karanlıklara ve oburluğa, öteki âleme ait perdelere bakmak ve böylece bulanıklıklar ve zorluklar içinde yaşamak çocuk oyuncakları ile uğraşmaya benzer.

Bazıları görünüşte onu yok ederler, gaflet uykusundan uyanırlar.
Yarın vaiz etmek gerekiyor.
Bu zordur, ama bir kapı açılmıştır.
Çare yoktur.

Bu kapıyı kapadın mı feryatlar, şikâyetler, ayıplamalar başlar.
Keşke bunun onlara bir faydası da olsa.
Söylenmesi gerekli bütün sözler söylenmiştir.
Açık ve kapalı anlatılmıştır.

Ama sanki hiç öğüt dinlememiş gibi davranırlar.
Ne sözün açık anlamını kavrayabilirler, ne de maksat ve manasını anlarlar.
Mademki anlayamıyorlar bu konuda nasıl konuşulabilinir.

Bilgiye dayanmayan amelin (İş, niyet) sonu sapkınlıktır.

Bunlar acaba girdikleri çilelerden ne elde ediyorlar?
Orada ne yaparlar?

«Allah’tan başka ilâh yoktur, ancak Allah vardır, (La ilahe illallah)» yolundaki sözleri, dil işi değil muamele işidir.
Onu uygulamak ister.

Bilmiyorum bundan onun elinde kalan kazanç (M. 181) ister değişik olsun, ister olmasın.
Söz ancak onun sözüdür.

Nasıl isterse onu o tarafa çevirir.
Nihayet Allahın öyle kulları da vardır ki, o halin, hali olur.

Senin söz üstadın bilmiyorum, ben miyim?
Vardır diyorum.

Şimdi bizim evimizin kervansarayında bize cefa veren o adam kimdir ki, herkes ondan inciniyor?
Bunlardan biri benim.

Bugün sanki bir yıldan beri binanın tapusunu bana vermişler.
Ama şimdi de kötülük yapmak istiyorlar, bunu artırabilirler de.
O zaman o tapunun ne değeri olur?

Eğer gelir de bu kervansaray bana lâzım değil derlerse, bana olan saygıyı artırmış olurlar.
Bu bana da yaraşmaz, geri al derim.

Bu sözleşmeyi bozmak olur.
Lâkin onun bu işin bozulduğuna tanıklık edecek kimsesi yok.

Bu söz söylenmiş ama nasıl yapar?
Ne gibi bir tedbir bulmalı ki, bu icar sözleşmesini bozsunlar.

Bundan bizim sözümüzün kokusu geliyor.
O sözden de şu beytin kokusu:

Beyit:
Evet, güneş bir adamdan uzaklaşınca,
Güneş yerine çıra yakar o zavallı.
Olur, bu işler olur.
Tanrı işidir bu.

Benim sözümü hatırında tutamadığını anladığın zaman, başka sözlerle meşgul olursun.
Sen namaz kılmıyorsun, bundan önce kılıyordun.

Namaz ve ibadetle meşgul olmak mutluluk nişanesidir.

Senin kuruntuların beni ihtiyarlattı.
Eğer ayrılığın herhangi bir şey yüzünden olsaydı, bu sıkıntı ona bağlı olurdu.

Eğer oraya gelirsen benim ayağımı kim tırmalayacak, beni kim kötüleyecek?
Peygamberlere bile iftira ettiler.
Yakup oğullarına yakışmayacak sözler söylediler.
«Bir oğlanı seviyor,» dediler.
«O pislik yuvasıdır,» dediler.

Hazreti Muhammed (S.A.)’ yüzüğünü çevirince:
«Sizi boş yere mi yarattık sanıyorsunuz?
Siz yine bize döneceksiniz
(Müminin suresi, 115) anlamındaki ayetin hikmeti aşikâr olur.

Gözleri çocuklarına dönük olan peygamberler zümresine de hile ettiler.
Bu, onlara kendilerinin Hakta nasıl birleşeceklerini gösteren bir ayna oldu.

Hazreti Peygamber Ayşe ile nasıl birleşti ise, bunun için hikâyelerin en güzeli, dediler ve zamane halkı bunu şehvet âlemine naklettiler ve öyle adlandırdılar.

Ama gördük ki bu vaiz, Davut Aleyhissalam ile başka peygamberler hakkında neler söylüyor.

Ancak oturan dinleyicileri etkiledi.
«İsterse onlar meclisinizde hazır olmasınlar ve bunun için bu yolu açıyor, artık bizden vaiz istemeyecek,» dedi.

Nerede o vaizler?
Bu vaizin okuyucuları nerede?

Yahut nerede o peygamber ki, hep biricik oğlunu arasın? (M. 182) Nerede o biricik evlât ki, ayıpladıkları şeyi ‘o yaratsın.

Onlara dedi ki: «Siz de falanın konuştuğu gibi vaiz edin!
Hatta benim kardeşim ve vaizler neler söylerler; işte vaiz derler sana! Eğer insanoğlu isen başını bu medreseden yukarı kaldırmazsın, insanoğlu değilsen hayır; belki benim gibi söylersin:

Ben Şam’ da, Rum diyarında kadılar kadısıyım, Halifenin ya-kınlarındanım.
Kitabım boynumda, âlimler atımın dizginlerini çekiyorlar.
«Bu karanlıklar içinde oldu,» derse o başka.

                  ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Aile içinde olanı başkalarına söylemenin doğru olmadığını öğrendik.

2.   Aile içindeki sorun o kişiyi bunaltıyorsa, aile birlikteliğini tehlikeye düşürüyorsa; sır saklayan bilgili yaşlı bir dosta açık yüreklilikle söyleyerek soruna çözüm aramasının doğru olacağını öğrendik.

3.   Aile sırlarını duyanın da bu duyumunu dedi-kodu etmek yerine yardımcı olmak için çaba sarf etmesinin doğru olacağını öğrendik.

4.   Konusunda uzman olanın yönlendirmesiyle kişinin doğru yaşam şeklini bulabileceğini öğrendik.

5.   İnsanlar gizlese bile bir sorun varsa başkaları tarafından anlaşılabileceğini, bu bakımdan sorunun çözümü için çare aranmasının gerektiğini öğrendik.

6.   Yüz yüze gelişlerde bir şey söz ile anlatılmasa bile anlaşılabildiğini öğrendik.

7.   Bir şey duyanın muhakkak o sözden etkilendiğini öğrendik.

8.   Yorum yapmak için bilgisi ve deneyimi olanların gerçeği anlamada ve kavramada usta olabileceklerini öğrendik.

9.   Yapıcı söz dinleyenlerin esnediklerini, gevşediklerini öğrendik.

10.           Yıkıcı dinleyenlerin sinirlendiklerini, gerginleştiklerini öğrendik.

11.           Uyanık gönüller uykuda da iş görürler çünkü sözün değişik taraflara gitmesinden, anlayışların farklı olmasından dolayı gönülden sessiz ve sözsüz anlatımların istenilen maksada aynen ulaştırdığını öğrendik.

12.           Olgun kişiye inanarak, yani gönlünü ona açarak dinlemenin kalıcı faydalı olduğunu, zevk verdiğini öğrendik.

13.           Herkes de bir şekilde benlik olduğunu, kişi kendisinin en doğruyu sağlam olarak bildiğini sandığını ve görüşü savunduğunu öğrendik.

14.           Tanrı katında herkesin farklı bir biçimde beslendiğini, kuvvet aldığını, taklit edenin zarara düşebileceğini öğrendik.

15.           Tanrı’ya ulaşmak için iyi niyetli olmamız ve iyi işler yapmamız gerektiğini, Tanrı’ya ortak koşmaktan dikkatli bir şekilde sakınmamız, benliği kuvvetlendirmemiz gerektiğini öğrendik.

16.           Dünyada ve ahrette geçerli olanın ibadet ve akılla yaptığımız işler olduğunu öğrendik.

17.           Mutlu insanların namaz kıldığını öğrendik.

        
İşte böyle yaren,

Doğru-yanlış, geçerli-geçersiz demeden duyduğumuz her şey bizi etkiler ve ilk bilgi olduğundan aklımız bunu aksi ispat edilene kadar doğru kabul eder.

Taraflı, yanlış, maksatlı söylenen sözleri doğru kabul edersek; sonraki bütün görüşlerimize perde (Engel) olur.

 Anlatılanlarda saklanan, eklenen, büyültülen, yok sayılan, görmezlikten gelinen, abartılan, benliğin çok katkılar karıştırmış olduğundan doğrusunu Tanrı’nın ve bilgide uzman olmuş kişinin bileceğini öğrendik.

 Sözün açık anlamını kavramak, maksat ve manasını anlamak kolay değildir.

Doğru bilgiye dayanmayan sözlerin insanı doğru yolun dışına çıkardığını öğrendik, anladık.

Sağlıklı ve doğru görüş almadığımız için duyduğumuz bu sözler bize yanlış sözler söylemeye neden olur.

 Biz sözü doğru kabul eder de söylediğimiz zaman da sözümüze sahip çıkarak yanlışın savunucusu durumuna düşeriz.

 Mevlana hazretlerinin:

 “Adama bakarım doğru söyleyen mi?”
Söze bakarım doğru mu?

Anlamına gelen sözünü hatırlamalıyız.

                                          *

Bilgi alındığı zaman bu bilgiyi destekleyen veya geçersiz kılan birçok veri söylenen sözün içinde vardır.

Dinlemesini bilenler ve buradan hareketle çelişkiler ve birbirini doğrulayan verileri benliğini katmadan değerlendirenler doğru sonuca yaklaşan yorumlar yapabilirler.

 Diyelim ki (A) partisindensin.
O partinin söylediği her şeyi olduğu gibi doğru kabul eden biri isen perdelisin ve yorumların eksik ve sakat olur.

Diğer partiyi de kendine zıt edersin ve onun doğrularını da inkar edersin.

Bu durumda isen senin sözlerinin ve önerilerinin hiç birisi değerli değildir, geçerli değildir.

Ama beğenmesen bile en iyi hizmet edebileceği sandığın partiye oy vermek doğru ve sağlıklıdır.
Başka seçeneğinde yoktur.

                   *

Yaren, Bazen Tanrı aklına gelir de hoş olursun.

Bu durum geldiği zaman nefsini (Dünyalık istekleri) kendinden uzaklaştırmak suretiyle daha uzun süreli haz alabileceğini unutmamalısın.

                           *
Dileklerimizin, isteklerimizin hoşluklarımızın (Ne güzel) kelimesinin içinden geldiğini bilmemiz gerekiyor.

Çirkin, pis, aşağı gibi olumsuz düşünce, görüş ve ifadelerden hiçbir şey elde edemeyeceğimizi üstelik zarara gideceğimizi öğrendik, anladık.

                              *

Yüce insanların bir şekilde cinsellikle suçlanarak aşağı çekilmeye, değersizleştirmeye çalıştıklarını öğrendik, anladık.

                              *

RAVLİ

Popüler Yayınlar