17 Nisan 2012 Salı

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE ŞARAP ESRAR

Biri dedi ki:
Mevlana hep lütuftur güzellik ve iyilik vasıflarıyla süslenmiştir.

Mevlana Şemseddin ise hem lütuf hem de kahır (Kızdığı zaman yok etme) sıfatları vardır ama onun zatı (Kendisi) güzeldir.

Başka biri de dedi ki:
Herkeste böyledir.
Benim sözüm ortaya atılınca o zaman gelir, yorumlar ve özür dileyerek der ki:
Benim maksadım onun sözünü reddetmekti, yoksa size kusur bulmak değil

Ey ahmak (Aklını gereği gibi kullanamayan, anlama ve kavrama yetenekleri gelişmemiş) ben ne söyledim sen nasıl yorumluyorsun!
Ne özür dileyebilirsin?

O, beni Tanrı sıfatlarıyla vasıflandırıyor ve:
Tanrı gibi hem lütfü hem de kahrı vardır” diyor.

O onun sözü değildi.
Ancak benim sözümdür, ne Kuran’dır ne de hadistir.
Bu benim sözümdür ki onun herkeste de lütuf ve kahır vardır?

Ama bu vasıflar herkeste nasıl olabilir?
Şimdi layık (Uygun, yaraşan) mıdır ki onlar bu akıl ve edep ile birkaç gün içinde Bâyezid’e, Cüneyd’e Şibli’ye yetişsinler de onlarla aynı kâseden nimet yesinler?

Eğer onun yanında o şeyhlerin hareketini anlatsalar, onların yaptıklarını yapmadan yalnız işitmekle akılları başlarından gider.
Bununla beraber hepsi de Tanrı’dan utanç duyarlar.
                                                *
Dervişin biri onun mezarı başına gitti, dedi ki:
Bu adamın Tanrı arasında bir perde kalmıştı, o perde de, o dervişin keremi idi.
Bunu başka bir dervişten sor."

(Asaletinden, soylu olmasından, cömertliğinden Hiçlik perdesini geçemediğinden, yani varlığından kurtulamadığı için)

Mevlana’nın yüzü güzeldir.
Bizim de hem güzel hem de çirkin tarafımız var.

Mevlana bizim güzel tarafımızı görmüş, çirkin tarafımızı görmemişti.
Bu sefer iki yüzlülük etmiyorum, çirkinliği mi gösteriyorum ki, beni olduğum gibi görsün.
Hem güzellik yönümü, hem çirkinlik yönümü anlasın.

Benim meclisime yol bulan (Sohbetime katılan) kimsede görülecek ilk tepki, başkalarının sohbetinden soğuması, hoşlan-mamasıdır.
Hatta yalnız soğumakla da kalmaz, belki onlarla konuşamaz, onların sohbetine katlanamaz.

Bizim bazı dostlarımız esrarla ( Gizlenilen ve bilinmeyen şeyler, aklın kolayca anlayamayacağı şeyler ile) neşeleniyorlar.
Bu şeytan hayali (Esrar otu içmekle oluşan hayal), burada melek hayalinin bile yeri yoktur.

Biz, Melek hayaline razı değiliz.
Şeytan hayali ne oluyor?

Bizim dostlarımız niçin bizim o temiz ve sonsuz âlemimizden zevk duymasınlar?
Bu âlem onları hiç farkına varmadan sarar, mest eder.

Bu âlemin mubah (Sevap veya günah olmayan) olduğu hakkında halkın söz birliği vardır.
Hâlbuki şarap haramdır.

Biri:
Şarabın haram olduğu Kuran’da yazılıdır ama bu esrarın haram olduğu hakkında Kuran’da bir işaret yoktur” diye şüpheli bir söz söyledi.

Dedim ki:
Kuran’da bulunan her ayetin bir sebebi vardır.
O sebepten dolayı indirilmiştir.

Bu esrar otunu Hazreti Peygamber çağında içmiyorlardı.
Eğer sahabe bunu kullansalardı, onların öldürülmelerini emir buyururlardı.

Her ayet ihtiyaca göre iner, ayetin inmesi bir sebebe dayanır.
Nasıl ki sahabe Tanrı Resulünün yanında Kuran’ı çok yüksek sesle okudukları için mübarek hatıralarına perişanlık geliyordu.

Bundan dolayı:
Ey iman edenler!
Seslerinizi Peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyiniz
(Hucurat Suresi 2) mealindeki ayet indirildi.

                   ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Tanrı sözünü ancak Tanrı erinin doğru anladığını ve söyleyebileceğini öğrendik.
2.    Kişilerin sözüyle Tanrı erlerinin sözünü birbirine karıştırmamamız gerektiğini öğrendik.
3.    Birkaç gün ve birkaç bilgi ile Tanrı eri olunamayacağını, ilahı sofraya oturup oradan gıda alınamayacağını öğrendik.
4.    Tanrı erlerinin zor ve zahmetli yolu imtihan için konulan engelleri geçtikten sonra bir konuma varabildiklerini öğrendik.
5.    Esrar otunu içmenin çok yanlış olduğunu öğrendik.


İşte böyle yaren,

Söz ortada olsa bile bunu ağzından laf olarak çıkaranın kim ve ne konumda olduğu değerlendirildikten sonra kabul edilmelidir.

Sözü bilip taşıdığı manayı bilmeyenden o söz rahatsız olur, davacı olur.
Söz ağızdan çıkınca bize utanç vermeyecek şekilde olmalıdır.

Esrar-ı hakikat:
Bir tasavvuf terimi olarak kullanılır.

Görünenin ardındaki örtülü ve gizli mana, dini hayatın en yüksek seviyede yaşanarak ilahi sırlara aşina olmak manasını ifade etmek için kullanılır.

Böylece dini, sadece şekil ve merasimden ibaret görmeyip, bunların yanı sıra ondan daha önemli olan anlam ve özüne değer vermek gerekir.   

Böylece hükümlerin amaç ve faydasına uygun kontrollü bir şekilde yorumlanması, eksiksiz uygulanması ve yaşanması gerekmektedir.

Hakikat ve şeriat bir paranın iki, yüzü gibidir.
Hakikatsiz (Özsüz, anlamsız) şeriat (Kanunlar, kurallar) makbul değildir.
Şeriatsız hakikat ise batıldır (Dayanaksız, köksüz, ispatsız, içi boş).

Hakikat ve şeriat birbirini sağlamlaştırır.
                                 *
RAVLİ                                                 

Popüler Yayınlar