10 Nisan 2012 Salı

ÇELEBİ ŞEMSEDDİN EMİR ABİD HAZRETLERİ VE AŞKA VE SEMAYA İNANMAYANLARI CEZALANDIRMASI

Bu toprağa mensup kul olan (Eflâki) riayet eder ki:

Konya’da zâhid bir adam kendini göstermişti.
Bu adama, Şeyh Paşa derlerdi.

Bu zavallı, riya denizine batmıştı.
(Yani özü ile sözünün bir olmaması).

Gerçek itikaddan hiç nasibi yoktu.
(İnanmada peşin yargılı, hakikati aramayan, ilk duyduğuna inanıp kalmış)

Riya ve hilekârlığından ve gizliliğinden, arkadaşlara hiç cevap ermezdi.
( Kendinin yanlış ve eksik bilgileri doğru, tam ve bütün olarak kabul edip bozulmaması için yeni bir bilgi girişine izin vermeyen)

Sema’yı ret etmek hususunda başından zoru vardı.
( Bu reddedişin başına felaket getireceğini bilmesine rağmen bulunduğu konumu kaybetmemek için inatçılık yapması)

Toplantılara gittiği vakit de kimsenin yemeğini yemezdi.
(Haram yemiyorum imajını vermek için)

Hayvanlar seviyesindeki insanlar ona uymuştular.
O, kör taklitçileri kendine adam akıllı bağlamıştı.

Atmış günde bir kilo arpa unu yer ve iki yüzlülük ederdi.
(Göstertiş için az yediğini gösterir, aslında gizli normal yer)

Basiret sözünün perdelerle kapalı olmasından dolayı daima acı ve ekşi bir surat gösterirdi.

( Kalpte hakikati görmeye yarayan kuvvete basiret denir.
İlham yolu ile veya öğrenilenlerin tecrübe edilmesi sonucunda gelişir.
Anlama gücü, Tanrı’ya yakın olmak, marifet (yetenek), şahitlerin aranması, delil aranması, akıl ve aklın kabul edeceği durumun aranması, zekâ, delil ile ispat edilmiş olması, sezgilerin geliştirilmesi, öngörü ile de olgunluğa ulaşır.

Siyah perde diye isimlendirilen ve Tanrı tarafından perde açılmazsa kişi anlamaz, ancak öğretileni tekrar etmekten, taklit etmekten ileri gidemez.

Basirete ulaşanlar başına her ne gelirse gelsin sevinç içinde yaşamaya ulaşmışlardır.)

Kendisinin gizli hareket ettiği ve nereye gittiği bilinmeyen yolculuğuna şuursuzca daldığından  “ İmanın hepsi şevk (Şiddetli arzu, keyif, neşe, sevinç) ve zevktir” sözünün hakikatinden zerre kadar nasibi yoktu.

Mana âşıklarının neşelenmesinden onun yüzü daima ekşiydi.
Kendini riyazet (Nefsine açlıkla hâkim) sahibi ve vaktin Beyazid’i sanırdı ve nefsi emarenin çuvalı içine düşerdi.

(Nefsi emmâre: İnsanı kötülüğe sürükler, öfke, hırs, şehvet ve benzeri ruh sağlığını bozan düşünce ve davranışlara sürükler.
Dünya ve ahrete ait isteklerle bağlar ve hoşlanma duygusu veren ihtiyaç durumuna getirir.
Yani isteklerini sanki vazgeçilmeyen ihtiyaçmış gibi algılanmasını sağlar.)

Onun kafası bu lâtif beytin sırrından habersizdi:
Eğer ekşi yüzlü zahidin işi tamam olsaydı,
Sirke kabı Bâyezid-i Bistami olurdu

Çe3lebi Âbid Hazretleri (Tanrı onun kadrini yüceltsin) tahta oturduktan sonra (Şeyh olunca) bir gün müritleriyle birlikte mübarek türbeden (Mevlana Türbesi) dışarı çıkmıştı.

Yolda bu Şeyh Paşa ile karşılaştı.
Bu zavallı adam, başını çevirip selam vermedi ve hemen oradan geçip gitti.

O bu hareketini birkaç defa tekrar etti.
Bir gün çelebi ona Kaliçe Hamamının önünde yine rastladı ve onun başına kamçı ile üç defa adam akıllı vurdu.

Bu başı yaralanan beyinsiz herif, hastalanıp yatağa düştü ve dili tutuldu.
Bunun üzerine onun yardımcıları kadıların sultanı Taceddin Kalemşah’a gidip olanları şikâyet ederek anlattılar.

Şehrin kadısı, Çelebi’nin lûtuf ve veliliği icabı merhamet ederek, bu gönlü yaralı dervişin hastalığını sormağa gitmesini ve kabahatini affetmesini uygun gördü.

Çelebi, bu hastalığı sorma ibadetini yerine getirip de dışarı çıkar çıkmaz derviş öldü.
Çelebi Âbid cenazesinde hazır bulundu.

Onu Bağçe-i Sultan’a gömdüler (Tanrı’nın rahmetine ulaşsın).
Çelebi Âbid, Çelebi Arif’in birçok münkirlerini (Hakikati kabul etmeyen, yani veliliği kabul etmeyen) böyle bir takım felaketlere uğratarak yokluk âlemine gönderdi.

                                       ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                       ***
Neler öğrendik:
1.    Kendini öne çıkartmak ve kendini o yörenin önderi olmak için çalışanların yanlışa doğru gittiğini öğrendik.
2.    Tanrı’nın öne çıkarttığını bulmak ve ona saygı göstermek gerektiğini öğrendik.
3.    Yaşamımızın her anında hakikati aramamız gerektiğini, hakikate ulaşanlardan yardım görmemiz gerektiğini öğrendik.
4.    Kitaptan öğrenmek yetmediğini, ilham yoluyla da öğrenmek gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Yaptığın işten lezzet almıyorsan,
Şiddetli arzu duymuyorsan,
Keyiflenmiyorsan,
Neşe ile çalışamıyorsan,
Sevinç duymuyorsan ve
Yaptığının zevkine varamamışsan,
Yanlış bir yoldan doğru yere gitmek istiyorsun demektir ki bu olmaz.

Din işleriyle uğraşanların da yanlış yapabileceğini, yanlış yapanın dersi verileceğini yine de sahip çıkılarak ahretinde rahat etmesi için çalışılacağını öğrendik.

İmanlı kişi başına her ne gelirse gelsin, kiminle karşılaşırsa karşılaşsın sevinç içindedir ve asık surat gösterip uzaklaşmaz.

Yaşamın Tanrı’nın oyunu olduğunu bilenler güven içinde emin bir şekilde hem hizmet ederler hem de yaşamın sevincini yaşarlar.
                                      *
RAVLİ

Popüler Yayınlar