6 Şubat 2012 Pazartesi

ULU ARİF ÇELEBİ VE ŞARAP VE SU

Yakın ehli ve din kardeşlerine gerçek olarak malumdur ki:

Yüce Tanrı Hazretleri kendi kudretini, zaman-zaman Velilerin ve Peygamberlerin (Selam onların üzerine olsun) temiz olan vücutlarından gösterir ki insanlar onların Tanrı’nın sevgilisi ve maşuku olduklarını ve Tanrı’nın her şeyi onlar için yarattığını ve getirdiğini bilsinler.

Çünkü:
Eşyayı senin için, seni de benim için yarattım” buyurmuştur.
Zira:
“ Sen olmasaydın, ben felekleri yaratmazdım” buyurmuştur.

Yüce Tanrı da:
“ Benim halkımın karşısına benim sıfatımla çık.
Seni gören beni görür,
Sana kast eden bana kast eder İlah…” buyurmuştur.

Nitekim Mevlana Hazretleri buyurmuştur:

“ Devleti, dünya ve ahreti yaratanın mülk ve devletler ne işine yarar.

Padişahın bütün bu devlete tamahı yoktur.
O, bunu halk için yaptı.

Onu bilip tanıyana ne mutlu

O padişahın elde ettiği her av ve gösterdiği her keramet kulları içindir”
(Mesnevi 1.Cilt 193/3142-3143)

Onların sözleri ve fiillerini de Tanrı’nın sözleri ve fiilleri olarak bilmek lazımdır.
Hakikatte o tayfanın dostu Tanrı’nın dostu, düşmanı Tanrı’nın düşmanıdır.

Nitekim buyurmuştur:
ŞİİR:

“ Tanrı, bedenin içine, halkın onu incitmeleri ve bu suretle kulların imtihandan geçmeleri için gizlenmiştir.

Onlar, bu bedeni incitmenin Tanrı’yı incitmek demek olduğundan habersizdirler.

Bu küpün suyu ırmağın suyuna bağlıdır.
(Mesnevi 1.Cilt 155/2518)
                                         *
Ariflerin sultanı Çelebi Arif Hazretleri (Tanrı kabrini yeşertsin, ruhunu güzel kokularla süslesin) abdalların büyüklerinden ve hal erlerinin olgunlarındandı.

Görünen âlemin haraplığında, ukalanın kaidelerini yıkmada mana rindlerinin mümtazlarındandı (Seçkin).

Daima, dış görünüşlere dikkat eden araştırıcıların yanında adet olan görerek ve okuyarak bilgin olanların olağan üstü zannettiklerinin gerçekte ulu kişilerin olağan halleri olduğunu ispata çalışırdı.  

Cem’in kadehinin çadırında ve istiğrakın büyük kadehinde mana güzelini, içli dışlı olmayanların gözlerinden saklardı.
(Kendinden geçişle Tanrı ile bir olmanın manasını yabancılardan saklardı)

Hatta iyi gören kimselerin gözlerini bile bağlar, onları görmez hale getirir, kendisi de celil olan Tanrı’nın gerdek odasında gizlenirdi.

(Manaya yetkisizin bir şekilde ulaştığı zaman, yanlış kullanmaması için sırrı başka bir alana çekerek kişiyi çıkmazda bırakır, kendisini Tanrı ile baş başa kalacak şekilde gizlerdi)

Nitekim buyurmuştur:
ŞİİR:
“ Eğer senin yolunda uygun olmayanlar varsa,
Şarap kadehinden perde yapabilirsin.”
(Sarhoşluğa, deliliğe, divaneliğe işi vurdurarak sözleri değersizleştirmek)

Halkın hücumundan, kendi menfaatine düşkün insanlarla bir arada olmak istemezdi.

Yabancılarla bir yerde bulunmaktan olacak olan baş ağrısından kurtulmak için ve kıskançlığın oluşturacağı nazar oklarına kendini hedef yapmaktan çekinirdi.

O hazretin yakın olan kimseleri Tanrı’nın iyiliği oranında gizlice onun hallerini ve kendi rahmetinden gösterdiği kerametleri görürlerdi.

ŞİİR:
“ Fazla kıskançlık dosta perde oldu.
Dostlar bu çeşit kıskançlıktan ötürü seni görmüyorlar”

Yine ömrünün çoğu, seyahatlerde bulunmakla ve sırlarla dolu kitapları okumakla geçerdi.

O günlerde şöyle bir tesadüf oldu:
Kerem sahibi arkadaşlar Gerake hatun e Tokat’lı Hoş Lika hatun ile Amasya şehrine gittiler.
O zaman halifelerin sultanı, velilerin makbulü, faziletli fenleri kendinde toplayan Amasyalı Bayram’ın oğlu (Tanrı’nın rahmeti onun üzerine olsun)                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                      Mevlana Alâeddin hayatta idi ve o diyarda kabul görmüştü, büyük bir kalabalığı vardı.

Etrafa halifeler göndermişti.
Olgun müritler, fazıl dostlar, ilmine göre amel eden zahitler onun hizmetinde idiler.

Öyle ki:
Feleklerin melekleri onların temizliği sırrı üzerine kıskanırlardı ve o azizlerin sırlarının müridi olmak isterlerdi.

Çelebi hazretlerine hava ve su değişmesinden ötürü bir rahatsızlık oldu, mizacı bozuldu.
Bunun üzerine şehrin bütün doktorları onun mizacının düzelmesi için su ile karıştırılmış şarap içmesini tavsiye ettiler.

Fakat Mevlana Alâeddin, onun daima oruçlu ve zahiri incelikleri gözeterek halkı dine davet etmekle meşgul olmasını istediği için bu hale kızıp itiraz etti.
Birkaç mürit de şeyhlerine uyup bozgunculuk ettiler.

Fakat haber sahibi dostlar ve değer sahibi dervişlerden bir cemaat ki onların gözü                         basiret ışığıyla her şeyi görüyorlardı,  Arif’in iç temiz âlemine bakarak dışta ki suretle bağlı olmuyorlardı.

Bu haber, Çelebi’nin mübarek kulağına gelince, canı sıkıldı, kalktı bir hücreye (odaya) girip on beş güne yakın yemek yemedi, su tatmadı.

Gareke Hatun ve dostlar birçok niyazlarda (Ricalarda) bulundular, yalvarıp yakardılar, asla mümkün olmadı.

Buyurdu ki:
“ Dostlarımızın bizim gıdamızın böyle şarap ve kebaptır ve yaşamamız sudandır”.
Onlar:
” Geceyi Rabbimin yanında konakladım” yemeğinden yemek yediğimizi bilmiyorlar.
Onlar:
“ Bizim başka bir şaraptan mest olduğumuzu bilmiyor, bizi kendileriyle mukayese ediyorlar”
Eğer onlar:
“ Birkaç gün iki yüzlülük yapmasalar hiç yiyecek bulamazlar ve kimse onlara selam vermez ve bu suretle onların şeyhlikleri de kalmaz, beş gün yemek yemeseler öleceklerinden korkarlar” dedi.

On altıncı Cuma günü olup Melevihanenin sofasında ulular toplanmıştılar.
Sema başlayınca Şeyh Alâeddin Sema’yı pek hararetli sürerdi.

Ansızın Çelebi Hazretleri kalkıp hücreden dışarı çıktı, öyle bir nara vurdu ki herkesin ödü koptu.
Sema’nın devrini başkalaştırdı, aslanca heyecanlar gösterdi.
Bir rubai söyledi:

“ Devlet gökünde ay olanlar, melâmet satrancı tahtası üzerinde şahtırlar.
Bu sözün sırrından haberdar olanlar,
Halka yolunu şaşırmış gibi görünürler, hâlbuki doğru yoldadırlar.

Ve bir saat sonra şu rubaiyi söyledi:

“ Bu yolda hakikatle batılı birbirine karıştıranlar,
Safa ehlinin gözünde şeytandırlar,

Âşıkların çizgisinde doğru yürürsen,
Sayfana da doğru ayet yazarlar.”

Ve kendini sofanın penceresinden, dışarıda akan büyük ırmağa doğru attı.
O günlerde nehrin suyu o kadar taşkındı ki bütün bostan dolaplarının ve değirmenlerin çarklarını yıkmıştı.

Su, kendi seviyesinden bir mızrak boyu yükselmişti.
Şehrin büyüklerinden, hür kişilerin ileri gelenlerinden, sır kâtiplerinden ve ilahi dostlardan olan Kurdu oğlu Mevlana İmadettin ve şeyh Hüsamettin Yigi hemen Çelebinin arkasından kendilerini suya attılar.

Çelebi Hazretleri ise suyun üstünde iki ok menzili gitmişti.
İmadettin ve Hüsamettin şöyle anlattılar:

Çelebi Hazretlerine yetiştiğimde gördüm ki suyun yüzünde bağdaş kurmuş, rahatlıkla gidiyor.

Bu sırada bana:
“ Ey İmad!
Niçin geldin?
Benim canımdan ne istiyorsunuz?
Ben ise vücut sıkıntısından, inkâr edenlerin sıkıntısından kurtulayım, dünya ve cisim hanesinden kaçayım diye çalışıyorum, mümkün olmuyor, ne yapmak lazım?” diye bağırdı.

İmadettin devamla, feryat ettim e Hüsameddin Bilgi ise:
“ Mübarek vücudunuz âlemlere rahmettir, Allah rızası, Hüdavendiğarın kutlu canı için olsun sudan çıkın, Gerake Hatunu gamdan kurtarın, yüzüne âşık olan dostları mahrum etmeyin” diye inledi.

Sudan dışarı çıkınca dostların gözlerinden kanlı ırmakların akmakta olduğunu gördü, ashabın hepsi baş açık seğirttiler.
İnkâr ve gurur hatalarından dolayı istiğfarda bulunup baş koydular.

Şeyh Alâeddin ne kadar yalvarıp yakarmış ise de kabul etmedi.
Bir tulum şarap hazırlasınlar diye işaret etti e Sema’a başlayıp, bir kıyamettir koptu.

Bu gazeli okusunlar buyurdu.
Türkçesi:

“ Sevda ve cinnetleri yakıp, yok ediyoruz.
Her zaman kan dalgası içiyoruz.

Ateş içip sarhoş olanların dostuyuz.
Yeşil göklerin kubbesini çatlatıyoruz.

Sultana mahsus şarabı içiyoruz,
Akla, fikre eda ediyoruz”

Büyük heyecanlar göstererek bu rubaiyi buyurdu ve sema’ı sona erdirdi:

“ Can kesildiğimden beri, cananın gamından başka gam yemiyorum.
İlim ve faziletten dem vurmuyorum, onun kaygısında da değilim.

Benim bilgi ve hünerim bir kadeh şarap sayılır,
Onu da sultanın elinden içmek isterim, başkanınkinden değil”

                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
RAVLİ

Popüler Yayınlar