29 Mart 2012 Perşembe

ULU ARİF ÇELEBİ VE DÜNYADA SON GÜNLERİ

Çelebi Hazretleri, son seferinde Larende’den (Şimdiki Karaman) Aksaray şehrine vardığında şehrin uluları ve o makamın şeyhleri türlü ziyafetlerle saygı gösterdiler ve ikramlarda bulundular.

On güne yakın orada kalıp bir gece mübarek başını yastık üzerine koyup zaman-zaman inledi, ahlar ederek uykuda ağladı.

Sabahleyin yakın dostlar, inlemesinin sebebini sordular.
Buyurdu ki:

“ Acayip bir rüya gördüm, güzel sesler işittim.
Bir çardakta oturmuş, pencerelerinden bahçeye bakıyorum.

Bu bahçe öyle bir bahçe idi ki ‘Hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği’ sözü bu bahçenin sıfatıydı.
Evet, cennet o bahçe üstüne gıpta eder.

Sonra onun ırmakları kenarında türlü ağaçlar, renkli yemişler, güzel kokulu çiçekler peyda olmuş.
Ağaç yapraklarının çokluğundan güneşin ışığı o bahçenin toprağı üstüne düşmüyor.

Onun koyu gölgesinde, celil ruhaniler (Ulu kişiler) ve güzel huriler salına-salına geziyorlar.
O gül bahçesinin ırmağı kenarında da Hüdevendiğar Hazretlerinin (Mevlana) dolaştığını görüyorum.

Ben, Hazret’i Mevlana’mız burada ne yapıyor diye o halin durumundan hayrete düşüyorum.
Mevlana Hazretleri:
“ Arif!
Burada ne yapıyorsun, ikamet mühleti (Oturma süresi) sona geldi, bu taraflara gel ki, ne âlemler görürsün, ne ruhani güzelleri gözünle görürsün” diye mübarek eliyle bana işaret ediyor.

Ben, davetin lezzetinden ve o cennetin latifliklerini gezip görüyorum ve inleyip ağlıyorum.
Şimdi göçü göklere çekeyim ve Tanrı’nın helal olan camını ‘İçkisini’ tadayım dedi ve şu beyti okudu:

ŞİİR:
“ Vakit geldi,
Artık soyunayım.
Sureti bırakayım da baştanbaşa can olayım.
(Mesnevi 6.Cilt s.307/613)

Ten sureti giderse gitsin,
Ben kimim.
Bu beden sureti ortadan kalksa da ben yine bakiyim.”
(Mesnevi 3.Cilt s.224/3934)

İkinci gün, Konya tarafına yöneldi.
Şehre geldiğinde mübarek mizacında (Tabiatında) ufak bir arıza peyda oldu.

O rahatsızlık günden güne arttı.
Bir sabah evinden çıkıp kutlu türbenin kapısında durdu, bir zaman hiçbir şey söylemedi.

Bütün dostlar Çelebi’nin karşısında saf bağlamışlardı (Yan yana durmuşlar).
O gün 719 Hicri yılı Zilkade ayının son cumasıydı.’4.1.1320’ güneş doğduğu yerden parlayıp altıntop şeklinde doğdu ve bir mızrak boyu yükseldi.  

Buyurdu ki:
“ Güneş altıntop gibi yuvarlanıp gidiyor,
Çevgenin (Topa vurulan sopa) kılmış olan yerine takılıp kalan acaba kimdir?

“ Veliler güneşlerin güneşidir.
Güneş, onların nurundan aydınlık ışığını aldı.“    

Bir an sonra:
“ Ben bu aşağı olan süfli âlemden usandım.
Ne zamana kadar bu güneşin altında toz ve dert içinde yuvarlanıp gideceğim?      

Vakit geldi ki ferk-ı ferkadan üzre (Küçükayı denilen yıldız kümesinin en parlak yıldızları olan ‘Dübb’ ve Merak’ ‘ın müşterek adlı  yıldızın üstüne) ayak basayım ve güneşin üstüne çıkayım.

Felek başbuğunun başı üstüne gideyim.
Oluşun türlü-türlü hallerinden kurtulayım” buyurdu.

Ve bu beyitleri okumaya başladı.
Gazel:
“ Her nefeste aşk sesleri, sağdan, soldan geliyor.
Biz göklere gidelim.

Kim bizimle oraları görmek sevdasındadır.
Biz zaten göklerde idik, meleklerle arkadaşlık ediyorduk.

O hepimizin şehri (Asli vatan olan) yere tekrar gidelim.
(Mevlana’mızın gazelidir. Acem aşirandan bestelenmiş ayin-i-şeriflerde okunurdu)

Gazeli sonuna kadar okudu ve dolaştı.
Onun hizmetinde bulunan ve onun yüzüne bakan yaranlar hep birden feryat ederek ağladılar.

Buyurdu ki:
“ Ölmekten başka çare yoktur.
Ancak hayat kaydında daima isterim ki gezilerde olayım, seferler edeyim.

Çünkü ruhlar, işleri ve güçleri olmadan cesetler âleminde, ufukların acayip ve nefislerinin garip şeylerini seyretmek, bilgi ve yakin elde etmek için kalırlar.

Bu halde ben de bu bedenin ağırlığı sebebi ile kımıldamak ve hareket etmekten aciz kalmışım ve hiç de seyahat edemiyorum.
Hiç olmazsa ahrete göçeyim.

Bu dünyada benimle gönlü bir, hemdert (Dert arkadaşı) ve bana munis (Alışmış) olan bir kimse kalmamıştır.
Benim dertdaşım bizim Mevlana ve babam hazretleri idi.

Ben onların ayrılık acısı içinde ne zamana kadar bu hoş olmayan mihnet (zahmet-eziyet) sarayında külfetle memnun olayım.
Hudavendiğar’ın yüzünü görmek arzusundayım.

Mutlaka gideceğim “ dedi.
Sonra hemen bir bağırdı ve nazlı-nazlı evine gitti.

Evde yavaş-yavaş inlemeye başladı.
Bundan sonra durumuna bakmadan, Cuma namazına giderek şerefli mukaddes türbeyi şereflendirdi ve o hazretin nurlarından inayet elbisesi giyip sema’ı şereflendirdi (Sema yapanlara katıldı).

O gün tam bir yücelikle o kadar heyecanlar gösterdi ki yazıya sığmaz.
Sema yaparken şu rubaiyi söyledi:

“ Sevgilinin mahallesine tepesi üzre yürüyerek gitmeli ve
Kendi varlığından vazgeçmelidir.

O güzelin huzuruna küstah bir tavırla gitmemeli,
Oraya sarı çehreyle, gözleri yaşlı olarak gitmelidir.”

Semadan dışarı çıkıp ‘Şimdi kabrinin bulunduğu’ yerde uzunca yattı.
Bir saatten sonra:
“ Bir kişinin türbesi, onun gömüldüğü yerdir.
Benim vücudumun hazinesini de buraya gömün” Buyurdu.”

Kıyamet gününün eşi olan bu günde, bir kıyamettir koptu.
Ulvi (Ruhlar) ve sufli (Dünya) âlemin sakinleri feryat ettiler.

Cumartesi günü o ağır hastalığın eseri mübarek yüzünde peyda oldu.
Hastalıkla sağlık birbiri ile mücadele etmeye başladılar.

Kendi derdiyle baş başa kaldı.
O zahmetler 25 güne yakın devam etti.

Zilhicce ayının 22. gecesinde büyük bir zelzele oldu, yer durmadan sallanıyordu.
O kadar ki, birçok evlerin bacası, duvarları yıkıldı.
Zelzele üç gün sürdü.

Konya şehrinin Ebdalı ki Hoca Fakih Ahmed’in kaymakamı ve onun ‘Arif Çelebi’nin’ muhiplerinden (Sevenlerinden) idi.
“Rahmetullah-i aleyh” Tamam 40 sene toprakta oturup makamından asla oynamadı, kış yaz orada oturdu.

Ona “Danişment” diyorlardı.
Çünkü o ilk zamanlarda ilim öğrenmeye özenmişti.

Müğayyibat-i süflide ‘Dünyaya ait gaybi şeylerin’ haberlerini vermekte meşhur olmuştu.
Bu adam feryat ederek:
“ Yazık!
Konya’nın mumunu götürüyorlar.
Dünya birbirine karışacak, ben de o sultanın arkasından gideceğim” diyerek haber verdi.

Çünkü zelzeleler arka arkaya salladı, Çelebi Hazretleri buyurdu:
“ Göç etme zamanıdır.
Yerin de bizim vücudumuzun lokmasını yemek hevesi ile nasıl tepinip durduğunu görmüyor musunuz?
O yağlı bir lokma istiyor” dedi ve şu beyti okudu.

” Çünkü tenimi ‘Bedenimi’ mezarın toprağı damla gibi emip yiyecek,
Çarkın ‘Feleğin’ üstüne sıçrayayım ki ben artık cisim değilim.
Nurum”

Ondan sonra:
“ Sübhanallah, ne acayip kuşlar peyda oldular.” buyurdu.
Hem öyle bir saat mübarek gözünü ‘Bakışını’ dikip o ruhlar âleminin kuşlarını gözlemekle meşgul oldu.

Sık-sık uçacakmış gibi hareketlerde bulunuyor ve işaretler ediyordu.
Bunun üstüne bütün yarenler hep birden ıstırap ve çaresizlik yüzünden çığlılıklar koparıp ağladılar.  

Küçük, büyük kadın, erkek büyük heyecanlar eylediler.
Bunun üzerine Çelebi Hazretleri:

“ Hiç gam yemeyin, bu âleme inmemiz sizin işleriniz içinse, yok olmamız da sizin içindir.                            
Bütün hallerde yine sizinleyim, sizsiz değilim.

Öteki dünyada da sizinle olacağım.
Bu dünya sarayından ayrılmak zaruridir.

Ayrılıksız bir birliktelik ve ayrılık olmadan toplanma ancak öteki dünyadadır.
Tam bir huzur içinde beni yolcu ediniz, her ne kadar görünüşte bir kaybolma olacaksa da hakikatte sizin hakikatinizden uzak değilim.

Bu ise kaybolma değildir.
ŞİİR:

“ Görünüşteki kaybolmada pişmanlık olmaz.
Fakat eğer bir an seni anmazsam o zaman pişmanlık olur.”

Kılıç kınında bulundukça kesmez, sıyrıldığı vakit gör.
Bundan sonra gaib perdesinin arkasından muştalar-yumruklar vuracağım ki onun sesi kulağı işiten arkadaşların kulaklarına erişecek” dedi.”

Bu sözleri söylerken sevgili ve meşhur veliler sülalesinden gelen, peygamberlerin nurlarının varisi ulu Şehzade ve ulu Arif Çelebi’nin büyük oğlu Bahaeddin Emir Âlim Çelebi ve Muzafferiddin Emir Adil Çelebi (Tanrı ikisinin ömrünü uzatsın) kapıdan girdiler.
Babalarının yanına oturdular.

Bunun üstüne toprağa mensup kul olan ben Eflaki ağlayarak baş koydum ve:

“ Çelebi hazretleri mübarek bir sefere çıkıyor.
Mana dili ile:
‘Ey Tanrım!
Beni ölüm ve ölümümden sonra kutlu yap buyuruyorlar.’

Bu Şeyh zadeleri kime ısmarlar ve ne vasiyette bulunurlar?” dedim.
Çelebi Hazretleri:

“ Onlar Hüdavendiğarın’dır (Mevlana Hazretlerinin), bana aitliği yoktur.
Onların gamlarını o hazret (Mevlana Hazretleri) hal eder” buyurdu.

Sonra ben:
“ Yetim ve öksüz kalan ben zavallı garip ne yapayım?
Nereye gideyim?” diye sordum.

Arif Çelebi de:
“ Mübarek türbenin hizmeti ile meşgul ol.
Seni korumaları için o hizmeti muhafaza et.
Bir yere gitme.
Sana, baba ve atalarımızın menkıbelerini toplayıp yazmanı söylemiştim ya, iste bu işle meşgul ol.
Onu tamamlamayı ihmal etme ki bizim Hüdavendiğarın yanında yüzün ak olsun,
Evliya senden hoşnut olsun.” Buyurdu.

Bütün dostlar gayb ve şahadet âleminden ne gelecektir diye ağlayarak ve hayran titrerlerdi.
Birden gözlerini açıp bu rubaiyi söyleyerek uyudu.
Surette gizlendi, manada saklı kaldı.

ŞİİR:
“ Ey güzel yüzü, güzellere gıpta ‘Kıskançlık’ bağışlayan sevgili!
Ey güzel kaşı âşıklara kıble olan dilber.

Bütün kendi sıfatlarından soyundum ki,
Çıplak olarak senin ırmağına dalayım.”
(Rubaiyat İstanbul 1312 s.34)

Sonra Allah, Allah, Allah diyerek bir ah etti bu beyitleri dedi:
ŞİİR:

“ Nefsim uçsuz, bucaksız deniz halini aldığı vakitte,
Bütün zerrelerin yüzü bana açık ve aydın olarak görünür.

Bütün vakitlerim bir tek vakit olsun diye aşk yolunda, bir mum gibi yanmaktayım.”

O oldu, öğle ile ikindi arasında ‘Asr ve Nasr’ surelerini okudu.
Hicri 719 senesi zilhicce ayının 24 Salı (5.2.1320) günü tam bir sevinç içinde ebedi ve ilahi nurlu aslına nakil buyurdu (Öldü).

“ Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah’ın şanı ne kadar yücedir!
Siz de O’na döneceksiniz”
(Yasin suresi 83)

O’nun her şeyi kavrayan kutsal ve dertli ruhu Tanrı’nın zat nurunun denizine daldı.

ŞİİR;
“ Âşık o anda uzanıp can verdi.
Gül gibi başıyla oynadı ve gülerek sevinçli bir halde ölüp gitti.

Güneşin nuru, dön buyruğunu duymuş,
Acele aslına dönmüştü.

Göz nuru ve nur görmüş zat,
Aslına dönmüştü,
Sevdası sahra ve çöllerde kalmıştı.
(Mesnevi 5.Cilt s.80/1256, 1262, 1264)

Tabutu hazırladıklarında bir miktar kısa gelip sığmadı, her iki mübarek ayağı dışarıda kalıp bütün dostlar bağırıp feryat ettiler.
Tanrı Tealanın kudretiyle ayakları kendiliğinden tabutun içine çekildi.

Tabutun kapağı kapandıktan sonra kaldırdılar.
O günü, hayli gururlular ve veliliğini inkâr edenler direnmeyi bırakıp iman ettiler.

O gün zemherinin ortası ve şiddetli kış hüküm sürüyordu.
Bununla beraber Konya ahalisinin çoğu başı açık, yalınayak cenazeye katıldılar.

Öyle soğukta, şiddetli buzlar dolayısıyla yumuşak toprak demir kesilmişti.
Onların velayeti (Veliliği) kuvvetinden ve Allah’ın inayetinden bir kimseye o kışın güçlüklerinden bir kimse incinmedi.
Bütün halk salim kaldı.

Zilhicce ayının 25 inci Çarşamba günü (6.2.1320) Cenab-ı celal’in ‘ Tanrı’nın sıfatı ve Mevlana’nın ismi olmakla Eflaki cinas yapıyor’ yanında komşu olarak toprağa mensup cismini, temiz toprak dadıya ‘Dayeye’ verdi.
Dânâ ‘Bilici’ olan beden danesini onun karnına emanet verip vaat edilmiş olan kıyametin kıyamına ‘Ayağa kalkmasını’ bekledi.

ŞİİR:
“ Çünkü dane yere düştü, biterek bir ağaç oldu.
Eğer bu remzi (İşaret edilen manayı) anlayacak olursan,
Sen de bizimle beraber düşmüş olursun”

Tanrı sırrını takdis etsin ve yardımını mubipleri ‘Dostları’ üstüne döksün.
Âmin.
                                                   *
Haki bendesi şu iki rubaiyi söyleyip Arif Çelebi’nin mübarek türbesi üzerine yazdım:
 
ŞİİR:
“ Arif Çelebi, yönler ‘cihetler’ bağından kurtuldu.
Tanrı’nın zatına baktı, sıfatlardan kurtuldu.
Onun yunus balığı gibi olan ruhu,
Ten gemisinden, o hayat suyuna atladı (sıçradı).

Arif Çelebinin eşiti, benzeri ’Beğdeşi’ yoktu.
O Kevn-u mekândan mekânsızlık âlemine göçmeği seçti ‘İstedi’.
Çünkü onun kün ‘ol’ buyruğuyla kurulan bir menzilde ‘Dünyada’ yeri yoktu.”

                                       ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                       ***
Tahsin Yazıcı ve Feridun Nafiz Uzluk (Nur içinde yatsınlar) tercümeleriyle.
                                          *
Neler öğrendik:
1.    Mübarek şahısların dünyadan ahrete göç etme zamanı gelince rüya yoluyla haber verildiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Nereden geldikse oraya gideceğiz.
Dünya b,ir misafirhane, biz yolcuyuz.
                             *
RAVLİ

Popüler Yayınlar