2 Temmuz 2014 Çarşamba

MEVLANA VE BİLGİ VE ÂŞIKLIK

Müderrislerin sultanı, son gelen bilginlerin özü, akıl ve nakil ilimlerinin denizi,
Füru (Parlaklık ve aydınlık) ve usulü (Bir ilmin konulara girilmeden önce öğrenilmesi gereken esas, başlangıç bilgi, yol, yöntem, tertip, metot, nizam, kaide, düzen) kendinde toplayan, şeriat (Dini hükümler) ve dinin süsü,

Abdülmümin-i Tokati (Tanrı’nın rahmeti onun üzerine olsun) bilgi ulularının üstadı ve Rum (Doğu Roma, Anadolu) ülkelerinin nadir yetiştirdiği bir bilgindi.

Ona zamanın Numan’ı manaların engin denizi derlerdi.
Takvada, amelde ve fetva bilgisinde Rum diyarının Ebu Yusuf’uydu.
Bu kul da onun en aciz şakirtlerindendir.

Bu zat bir gün Muineddin’i (Tanrı onu mağfiretiyle bürüsün) Pervane’nin medresesinde bir âlimler toplantısında anlatmıştır.

Ben Mevlana’nın zamanında, Konya’da Celaleddin-i Karatay’in medresesinde, Mevlana Şemseddin-i Mardini’nin muidi (Derse hazırlayan yardımcı öğretmen) idim.

Bir gün fazıl (Erdemli) kişiler, Mevlana’nın kerametlerinden ve peygambere yaraşır ahlakından, soyu sopunun büyüklüğünden bahsediyorlardı.

Şemseddin-i Mardini de tam bir samimiyetle bunları tasdik ediyor hem o, hem de diğerleri ağlıyorlardı.

O sırada benim kalbimden de “ Böyle bir padişah, bilen ve bilgisine göre hareket eden böyle bir ulu kişi, nasıl raks ve sema eder ve şeriata aykırı olan böyle bir işi caiz görür?
Böyle bir yol, şeriat işlerinde meşru sayılmaz “ diye geçti.
Fakat bunları hiç açıklamadım.

Bir sabah, birdenbire Mevlana’ya rastladım.
Şemseddin-i Mardini’nin de bir taraftan geldiğini gördüm.

Şemseddin, derhal baş koyup Mevlana’nın elini öptü.
Ben de, bu bilginler bilgininin yaptığı gibi baş koyup Mevlana’nın elini öptüm.

Sonra Mevlana bana dönerek “ Mevlana Zeyneddin!
Şeriatta bir mesele vardır.
Senin de bunu okuduğunu biliyorum.

Zaruret halinde ve öldürücü bir açlık karşısında bulunan bir adamın leş ve haram şeyleri yemesi helaldir.

İnsanın yaşaması ve tamamıyla yok olmaması ve dine faydalı olmak için bunu caiz (Uygun) ve mubah (İşlenmesinde günah veya sevap olmayan) görmüşlerdir.
Bu bilginlerin yanında sabittir.

Tanrı erlerinin de öldürücü açlık ve istiska (Şiddetli arzu etmek, susuz kalanın su araması gibi) hastalığına benzer hal ve zaruretleri olur.

Bunu savmak için sema, raks, vecit (Sevgi ve heyecan coşkunluğu ile kendinden geçme) ve musikiden başka çare yoktur.

Bu olmasaydı, Tanrı’nın Celal nurlarının ve tecellilerin (Görünür olması) sonsuz heybetinden onların mübarek vücutları, temmuz güneşi karşısında kalmış bir buz gibi erir ve yok olurdu.

ŞİİR:
“ Bu ruhani cesedi korumak için güneş bulutun arkasına çekildi “

Peygamberlerin, bu hal karşısında Ayşe Hazretlerine “ Benimle konuş” demesi bunun içindir.

Bizi mazur gör.
O müthiş açlık ve o elim susuzluk (Tanrı’da kendini yok etme), bizim mülkümüz (Yaşam esası) olmuştur.

Bu haram, helalden,
Bu acılık, tatlılıktan,
Bu küfür, imandan daha üstündür.
Biz bunu âşıkların dini yaptık.

MISRA:
“ Benim ne halde olduğumu görüyor,
Niçin inlediğimi biliyorsun “

BEYİT:
“ Ruhumda çekişmeler var.
Çekenin kim olduğunu biliyorum ”

“Bir an bundan kurtulmak istiyorum.
Fakat ne yapayım ki, bunun imkânı yok”

Âşıkların harabatı (Yıkık, viran) bayındırlık (Yaşayış durumunun olgunlaşması) kabul etmez ve halleri de ibarelere (Anlatımlara) sığmaz.

ŞİİR:
“ Senin medresede topladığın bilgiler başka bir iş,
Âşıklık başka bir iştir “

Buyurdu ve Zeyneddin ilave ederek dedi ki:

Mevlana’nın heybetinden vücuduma öyle bir hal geldi ki, kendimden geçip yere düşmüş ve epey bir müddet öyle kalmıştım.

Kendime geldiğim vakit başımı Mevlana’nın ayakları üzerine koyup mağfiret (Af) diledim.
Tam bir samimiyetle halis bir mürit oldum ve sema’ı sevdim.

Öyle ki, artık sema tamamıyla ruhumun gıdası oldu.
Orada bulunan bütün bilginler aferinler de bulundular.
Onların itikatları bir iken bin oldu.

                                       ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Âşıkların davranışlarını din ile kıyaslanmaması gerektiğini öğrendik.
2.    Âşıkların dinin en uç noktasına ulaştıklarını, davranışlarının susuz birinin su araması gibi çığlınca, karşı konulamaz bir istekle Tanrı’ya yönelik olduğunu öğrendik.
3.    Sakinleşmek için kullandığı araçlara kınanmanın doğru olmadığını, hoşgörü ile yaklaşım sağlanmasının gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Bilgi her zaman yeterli olmaz.
Anlamak, iz sürmek, işaretlerin hedeflerine varmak, gerçeği tanımak, yaşamak ve yararlarından fayda elde etmek ileri bir davranıştır.

Bilgi merakı giderir ama yeterli fayda elde etmek için yaşamda doğru, ölçülü, fayda sağlayacak ölçüde kullanılması için hazırlık ve bizzat yaşayış gerekir.

Bilgi yolunu aydınlatır, muhtemel tehlikelere karşı uyarır, daha önce gidilmişlikten kolaylık sağlamak için tarifler yapar.

Mevlevilik kendine özgü davranışlara sahiptir.
Ölçüsü, sınırı başka bir değerle ölçülemeyecek durumdadır.

Dinden asla ayrı değildir, dine asla karşı değildir.
İmana, inanca ayrı bir güzellik katar.

Çok kimse bu yaşam ve düşünüşe tarif getirmek istese de akıl ve ifade buna yetmez.

Felsefi bir yol değildir, hakikate giden bir yoldur.
Tanrı gerçeğini arayıştır, Peygamber sevgi yolunu arayıştır,
Bu arayışla Peygamber yolunu izler, bulur, yaşamına katar

Hazreti Mevlana’nın dediği gibi “ Aşkı ancak aşk tarif eder “ mealindeki sözünü hatırlamalıyız.

Âşık olmayan anlayamaz, akıl erdiremez.
Bu bir nevi deliliktir, divaneliktir ama başkasına zarar vermeyen, fayda veren, sonuçları itibariyle kişinin ve çevresinin ve de gelecekte yaşayacak nesillerine kazançlı bir yoldur.
                              *

RAVLİ

Popüler Yayınlar