Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:
Misafire iki kere ikram etmek gerek.
İkinci defa, ikram gitmek zamanında yapılmalıdır.
Yani bu sonuncu ikram, önce ettiğin ikramın, bundan sonra da sonuna kadar devam edeceğini gösterir.
Tövbe edersin ama acaba senin her gün tövbe âdetin var mı?
(Her gün tövbeni bozup yeniden tövbe mi edersin)
Kardeşi ahlaksız olan adamın hikâyesi gariptir.
Bu adamı her gün kötü bir iş üzerinde yakalarlar, şehrin etrafını dolaştırır, kardeşinin yükünü indirerek onu eşeğe ters bindirirlermiş.
Kardeşi dayanamamış.
Bir gün:
Kardeşim, mademki sen daima bu kötülükte sebat edeceksin artık sana bir eşek satın almak gerektir” demiş.
Şimdi, bizimle büyükler arasında fark şudur ki, bizim içimiz ne ise dışımız da odur.
Allah bana yabancılar ile geçinebilmek için sabır ve tahammül vermiştir.
Ama dost ile düşüp kalkmak daha uygun olur.
Bir kimse belirli bir yoldan kazanç elde ederse o yola sıkı sarılır.
İşinde şaşıran kimsenin de bir ip ucu yakalaması iyi olur.
Yani hemen tecrübe edilmiş yolu tutar ve arkadaşlarıyla dürüst geçinir.
Yoldaşlarını bilgisiz ve aptal görmez ve öyle bir zanda bulunmaz.
Rebap üstadı Ebubekr, Cuha’nın şöhretini duymuştu.
Bir gün her ikisi de birbirlerini gördüler ama tanıyamadılar.
Her ikisi de bir adamın eşeğini, elbisesini, kesesini (Para torbası) çalmışlardı.
Malı soyulan adam, sıkıntısından boynuna bir tabela astı.
“ Beni soydular” diye sızlanıyordu.
Bu tabelayı da çaldılar.
Sanatlarını karşılıklı olarak birbirine gösterdiler.
Her ne zaman biri bir el çabukluğu gösterse, öteki de aynı yankesiciliği ve el çabukluğunu gösterir ve arkadaşının hünerine karşı daha üstün gelirdi.
Nihayet bir gün biri ötekine sordu:
“ Yahu sen kimsin?
Bu kadar el çabukluğunu nereden öğrendin?”
“ Ben Cuha’yım” dedi.
Öteki:
“ Yaa!
O halde doğru söylüyorsun!”
Böylece gönül ehli iki derviş yoldaş olurlar.
Bunlardan biri ötekine daima saygı gösterir.
Çünkü emellerine bu yoldan erişmişlerdir.
Öteki onun ne söylediğini bilir ve ona çok cefa eder.
Çünkü mutluluk yolunun cefaya dayanmak olduğunu bilir.
(Cefa: Eziyet, incinme)
(Cefaya dayanmak: Ancak sevgiliden gelirse katlanılacağından sevgi bağının kuvvetini ispat eder ve gösterir.)
O mutluluk yolunu Güneş yuvarlağından daha aydın görür ve bilir.
Cefadan kaçan insan o kör gramerciye benzer.
*
Kör gramerci bir gün bir pislik çukuruna düşer.
Biri yanına gelir “ Ver elini” diye seslenir.
Bu hitap gramer kurallarına uygun olmadığı için gramerci kızar.
“ Geç” der, “ Sen bizden değilsin”.
Başka biri gelir, o da aynı şekilde “ Elini uzat!” der.
Gramerci onu da aynı sözlerle savar.
Böylece sözcükteki gramer bozukluğunu o kadar dikkatle gören adam, düştüğü pislik çukurunu göremez.
Bütün gece sabaha kadar o berbat yerde, çöplükler içinde bekler de kimsenin elini tutmaz.
Gündüz olunca biri karşısına çıkar:
“ Ey Eba Ömer sen pislik içine düşmüşsün!” der.
Gramerci:
“ Öyleyse tut şu elimi sen bizdensin” der ama adamın kuvveti yetmez, ötekinin eline yapışınca o da çukura düşer.
Üçüncü bir adam, o sese kulak verir.
“ Bu ses filanın sesine benziyor” der.
Hakikatte onun sesini bilmez.
Öteki de uyuşma yolunu tutar ama uyuşmanın ne olduğunu bilmez.
(Uyuşmak: Her konuda birbirine uymak, bağdaşmak, düşünce üzerinde anlaşmaya varmak)
*
Nasıl ki yine bir gramerci, şarkıcıdan bir nağme dinler elbisesini parçalar, naralar atar.
Halk etrafında toplanır.
Orada bulunan kimselerle beraber kadı (Yönetici) bu halden hayret ederler.
“ Bu adam böyle adamlardan değil” derler.
Zavallı şarkıcı da zanneder ki sesi adamın hoşuna gidiyor.
Şarkısını tekrar eder.
Gramerci yine naralar atar, halka işaret eder:
“ Dinleyin ey Müslümanlar” der.
Halk:
“ Ona gayb âleminden sesler geliyor, bize bunu anlatmak, bizi uyandırmak istiyor” diye düşünürler
Geç vakte kadar bu hali seyrederler.
Gramerci üstünü başını parçalamış, öteye beriye savurmuş, çırılçıplak bir haldedir.
Herkes etrafına toplanır, üzerine sular ve gül suyu serperler.
Biraz sakinleşince, kadı adamın elinden tutar, halvete çeker (Yalnız ikisi kalır) ona:
“ Canım başım hakkı için doğru söylüyorsun.
Sana bu aşk ve neşe hali nereden geldi?” der.
Adam cevap verir:
“ Nasıl aklım başımdan gitmez ki!
Nuh devrinden, İbrahim Peygamber zamanından Hazret-i Muhammed’in kutlu çağına kadar “ Fi” edatı isimleri cer eder, esreyle okunur.
Hâlbuki bu şarkıcı harfi cerden sonra gelen kelimeyi üstün okudu”
Şimdi herkes, bozuk bir maksat uğruna bu kadar gayret sarf edeceğine, var kuvvetini ebediyet ülkesini kazanmak uğruna, hakikat yolunda harcasa onun zevki ne büyük olur.
O kuvvet bir sermayedir.
Nasıl ki bir kimse muhtaç olmadığı bir şeyi satın alırsa sonunda muhtaç olduğu şeyleri satmak zorunda kalır.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Misafire muhakkak ikram etmek gerektiğini, ikinci ikramın memnuniyetten olduğunu ve tekrar gelebileceği mesajını verdiğini öğrendik.
2. Başkalarına pişman olmuş gibi gözükenlerin fırsat bulamadıkları zaman tövbe ettiklerini, fırsat bulunca tövbelerini bozduklarını öğrendik.
3. İkiyüzlü veya iki kişilikle yaşayanların beğenilmediğini öğrendik.
4. Doğru yol tutturmayan kişinin yanlış olanı görme, yanlış işin sonucunda zararı görme gözü yoksa; O kişinin içten gelen bir düzelme isteği olmadıkça aynı yanlışı yapacağını öğrendik.
5. Doğru işi olanların işinin uğraşısı ile doğru yolda olacaklarını öğrendik.
6. Mutluluk yolunun cefaya dayanmak olduğunu bilmeliyiz, önemsemeliyiz ve unutmamak gerektiğini öğrendik.
7. Birbirine saygı ile davrananların emellerine ulaştıklarını öğrendik.
8. Öncelikle uyuşmayı, kaynaşmayı öğrenmemiz ve uygulamamız gerektiğini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Önce kendimizi pislikten, tehlikeden, zor durumdan kurtulma çarelerini öğrenmemiz, zor ve karışık durumlardan kurtulma yollarını bulmamız, bize uzatılan yardım elini geri çevirmeyerek feraha ulaşmalıyız.
Sonra istediğin konuda konuş.
Tanrı bir kişiye iş kaygısı versin ki başkalarıyla yanlış uğraşılardan kurtulsun.
Yaptığı işin din kurallarına göre yanlış olduğunu bildiği halde yapmaya devam edenlerin tövbeleri dilde olur.
Hikâye:
Babam müftü Fehmi Bayraşa (Allah rahmet etsin) Afyon müftülüğü yaparken hem namaz kılan hem de hırsızlık yapan birini şikâyete geldiler.
Gelenler:
“ Ya namazı bıraksın ya hırsızlığı, ikisini bir arada yapmasından şikâyetçiyiz “ dediler.
Babam o adı geçen kişi hırsız Ahmet'i buldurdu ve ona:
“ Sana namazı bırak diyemem ama hırsızlığı bırakmalısın” dedi.
Hırsız:
“ Namaz boynumun borcu,
Hırsızlık cebimin harcı” dedi ve “ Nasıl bırakabilirim diye sordu”
Babam onu uğurladıktan sonra ona iş aramaya koyuldu.
Cemaatten birinin büyük bir çiftliği olanı ikna ederek çiftliğine bekçi olarak iş verdirdi, geçimini sağlattırdı ve böylece doğru yola koydu.
*
İşte böyle yaren,
Hayatın ve yaşamın içinde hayatta ve ayakta kalmak tehlikeleri, tehditleri, tuzakları bilmek gerekir ve bunlardan korunma yollarını uygulamak gerekir ki bu bizi çekingen ve korkak yapar.
Öncelikle yaşamın temel değerlerinden olan uyuşmak ve bağdaşmak nedir?
Nasıl olmalıdır?
Pratiğini yapmalıyız ki ilerleyebilelim.
Bu genelde bu konudaki öğütlere deneme yanılma ile yaşam boyu öğreniriz ve geliştiririz.
İletişim bilgileri genelde karşımızdakini tanımak ve onu kullanabilir hale getirmek üzerine geliştirilmiştir.
Öğretimizde daha yüksek seviyede hak mahrumiyeti olmayacak, rızaya önem veren bir uyum, uygunluk ve işbirliği önerileri ile bağdaşmanın yolları anlatılır.
Bizim bu konudaki önerilerimiz sonuç üzerinde olduğundan ilk bakışta aldanmanın, katlanmanın, bağlanmanın zararlı gibi gözükmesinden çok kişi ürker, kaçar, benimsemez.
Yani biz sonuca bakarız, görünene, o anda algılana değil.
Bir konuda kendimizi çok iyi yetiştirebiliriz ama yaşam bir konuyu bilmekle iyi bilmekle sürdürülemez.
Hikâye:
Bilgin biri kayığa biner, kayıkla giderken kayıkçının cahil olduğunu anlayınca başlar sormaya:
Felsefe bilir misin?
Fizik bilir misin? Gibi ilim dallarını sayar.
Bu arada dalgalar kuvvetlenir kayık batma durumuna gelince:
Kayıkçı bilgine sorar:
“ Yüzme biliyor musun?
Yani yaren,
Ebedi olanı, ihtiyacımız olanı öğrenmemiz, satın almamız, sahiplenmemiz, bu yolda harcama yapmamız, gücümüzü bu yolda göstermemiz, aklımızı fikrimizi bu amaçla kullanmamız gerektiğini öğrendik, anladık ve bunu zevk haline getirdik.
*
RAVLİ