23 Aralık 2011 Cuma

HÜSAMEDDİN ÇELEBİ VE BAKRABAKU

Bakrabaku: Can kuşunu gönül kafesine koymak için baştaki dil kullanılmadan candan sesleniştir.

Canını verimli, becerikli, vergili yapmış olanın korkularından sıyrılıp, sakınmayı bırakıp kaygıdan kurtulup istenilen yere gelmesi, ulaşması, erişmesi için  Bakrabaku, Bakrabaku diye sahiplenen tarafından çağrılarak gönül kafesine konur.
Gayb (Görünmeyen âlem) âleminde haberleri dinleyen ancak duyabilir.
                                     *
Mesnevi han (Mesnevi okumaya ve anlatmaya yetkili) Mevlana Sıraceddin (Tanrı rahmet etsin) şöyle hikâye etti ki:

Mevlana’nın âdetiydi:
 Her yıl bir kere ılıcaya gider ve kırk elli gün kalırdı.
Bütün arkadaşlarda, bütün bu yolu sema ederek ve dönerek giderler ve böylece zevk ve neşe içinde döner gelirlerdi.

Bu yolda binlerce gazeller söylenirdi.
Bir yıl yine ılıcaya gitmiş ve bu defa aradaki ikameti uzun sürmüştü.

Birdenbire gayb müjdecileri, Hüsameddin Çelebi Hazretlerine Mevlana’nın yarın uğurla gelebileceğini müjdelediler.

Çelebi Hazretleri bu müjde için hediyeler verdi.
Sabahleyin büyük küçük, bütün Konya halkı Mevlana’yı karşılamaya çıktı.

Mevlana müritleriyle ılıcadan gelerek Ruzbih hanının çayırına indi.
Dostlar lezzetli yemekler hazırladı ve Mevlana için de bir çadır kurdular.

O gün Mevlana mübarek gözlerine fazla sürme sürmüştü.
Çelebi Hazretleri, Hüdevendigarın çadırını görür görmez sevinç çığlıkları kopararak atından indi ve secde ede-ede çadırın yanına gitti.

Mevlana da yalın ayak çadırdan dışarı çıkıp onu kucakladı.
Birbirini öpüp kokladılar.

Nihayet Çelebi’ni elinden tutup çadırına götürdü.
Çelebi Hazretleri sonra bunu ikbal sahibi dostlara şöyle anlattı:

Ben tam bir huzur içinde Mevlana’nın karşısında oturdum.
Hiç konuşmadan oturduk.

Ben, can kulağı ile can kuşumun kafes gibi olan göğsümde, bir güvercin gibi, Mevlana’nın ruhuyla oynaştığını ve “ Bakrabaku, Bakrabaku” diye seslendiğini işitiyordum.

Mevlana’nın ruhunun güzel sesi can kulağıma ulaşıp, içime doğru uçuyordu ve söz söylemeye hiç mecalim yoktu.

Nitekim Mesnevi-i Manevi’de bunu buyuruyorlar:

O tertemiz olan cesedin parçalarının nağmesi,
Her an onun kulağına erişir.

(Mesnevi 3.cilt 244/4276)

(O), insanoğlunun haberi olmayan bir yoldandır.
Çünkü o yol, hissedilen ve benzeri olan yollardan değildir.

(Mesnevi 4.cilt 243/1781)

(O) sesi, o işitir.
Onunla beraber oturanlar işitmez.
Gaybda olan nağmeleri tasdik eden cana ne mutlu)

(Mesnevi 3.cilt 244/4277)

Ve bundan sonra böylece Mevlana, arkadaşlar ve şehrin büyükleri ile birlikte sema ederek, ney çalarak büyük Mevlana Bahaeddin Veled Hazretlerinin (Tanrı onun sırrını kutlasın) türbesine kadar geldiler.

O gün dostlara ne inayetler, ne rahmetler ve ne devletler yağdırdılar (Manevi).

Bu, Tanrı’nın bizim ve bütün insanlar üzerine lütuf ve ihsanıdır.
Tanrı rahmetini dilediğine mahsus kılar

(Bakara suresi 105)

                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Görünmeyen, sesle olmayan, gönülden gönüle, kalpten kalbe, candan cana konuşmalar, hitaplar olduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren hizmet ile aşk ile birbirine bağlı olanların marifet olarak, Tanrı’nın bir lütfü olarak böyle kimselerin birbiriyle konuşmalar yapabileceğini öğrendik.

Aslında yaşamında birisini çok arzu edersin de o çıkagelir.
Birini düşünürsün de o hemen sana telefon eder.

Burada basitçe anlatayım:
Canın birisi ile görüşmek ister.

Düşündüğün an canın onun canına gider ve durumu seyreder anlar.
O kişi de gönül aynası kararmamış ise seni görür ve seni arar.

Sonra bende seni arayacaktım bak sen beni aradın der.
Böylece iletişim sağlanır.

Büyüklerin görüşmesi daha başkadır ama akıl şimdilik bu kadarını anlaması yeter.
                                                   *
RAVLİ

Popüler Yayınlar