31 Mart 2012 Cumartesi

ULU ARİF ÇELEBİDEN RUBAİLER 21-40

                         ***

                                   21

Gönül arzusunu o büyük hazretten sabah vaktinde iste.

Kim o vakitte (İsterse)  hiçbir dilek reddedilmez.


O senin aradığın saadet definesi kimseye müyesser (Kolay) olmaz,

Ancak sabah vaktinde olur.

                                    **

Dua kabulü için önerilen zamanın sabahın seher vakti olduğunu ve duamızın ret edilemeyeceğini, kolaylık sağlanacağını öğrendik.

(Tanrı’nın duamızla istediğimizi çalışmanın içinde verdiğini unutmayalım)                                

                                       22

Onlar ki bu yolda şeytanlık arkasındadırlar.

Safa ehlinin gözünde şeytandırlar.


Eğer âşıkların yolunda doğru gidecek olursan,

Senin iyilikler sayfana sır ‘Gizlilik’ ayeti yazılır.

                                        ***

Şeytanca işleri peşinde olanların durumunun şeytanla aynı mesafede kabul edildiğini öğrendik.


Tam bir doğrulukla âşıkların yolunda gidenlerin sırlara kavuşabileceğini öğrendik.                                       

                                           23

Dehirde (Dünyada) akıl davası eden o kimse,

Aşkın cilası ile pasları siler.


Sakın bu iki üç günlük güzelliğe gururlanma,

Zira o geçince, sen utanırsın.

                                          ***

Başkasından fazla sahip olduğumuz şeylere güvenmememiz gerektiğini, dünyada her şeyin ömrü olduğunu ve bizim sahip olduklarımızın verildiği gibi de elimizden alınacağını öğrendik.

Aklı parlatanın aşk olduğunu öğrendik.

                                          ***

                                            24

Gönlünü olup olacaklardan kurtaran kimseler,

Mekânsızlık âleminde yer tutarlar.


Senin aradığın şey’e onlar maliktirler,

Senin göremediğin şey’i onlar görmüşlerdir.

                                           ***

Geçmişte olmuşların davasını güden, gelecekten endişe duyanların ruhlar âleminden elde edişleri olmayacağını öğrendik.

Diğer bir anlatımla: Dünyaya ve vücuduna bağlı olanların diğer âlemlerden elde edişleri olmayacağını öğrendik.

Dünya ve vücuda (Şekillenmiş şeylere) önem vermemiş kimselerin, diğer âlemlerle can, kalp, gönül vasıtasıyla görüşlerinin arttığını ve başkalarının göremediklerini gördüklerini öğrendik.

                                            ***

                                              25

Bir kimsenin gönlü senin aşkından aydın olursa,

O kimse kalp şeylerin (Hakiki gibi görünen sahte) etrafında nasıl dolaşır?


Senden başkasından el çekmek büyük iştir.

Böyle bir devlet kime nasip olur.

                                             ***

Tanrı aşkı ile kişi aydınlandığı zaman hakikisine benzetilmiş sahte işlere bulaşmayacağını öğrendik.


Tanrı’dan aydınlık alanın büyük devlete sahip olduğunu öğrendik.

                                               ***

                                                 26

Ey sefa denizi: Gönlüm seni istiyor, hasta düşmüştür, senden deva(İlaç) istiyor.

Sen bu yaralı gönlüme birçok cefalarda (İncittin) bulundun,


Şimdi senden bir zerre vefa (Sözünde durmanı) istiyor.

                                                ***

Tarikat adamı öğrendiklerinden perişan olunca yine Tanrı: ‘ Duanıza cevap veririm, isteyin vereyim’ sözüne dayanarak yine Tanrıdan yaramıza ilaç istememiz gerektiğini öğrendik.


Çünkü sefa denizinin sahibinin Tanrı olduğunu öğrendik.

                                                   ***

                                                     27

Gönlüme bak, senin gamından nasıl inliyor,

Gözümden yaş yerine kan akıyor.


Ey dost, senin diyarından gediyorum,

Fakat senin aşkın beni saçlarımdan yakalamış yine yanına çekiyor.

                                                    ***

Gönlüne Tanrı sevgisini koyanın istese de Tanrı’dan ayrılamayacağını öğrendik.

                                                      ***

                                                        28

Senin sadakatin hazırlığı saf olmazsa,

Fikrinin hazinesi saf incilerle dolmaz.


Sırlar perdesi, seni parçalayıp ortadan kaldırmayınca,

Anlayışın, idrakin, yüce âleme yükselemez.

                                                        ***

Yüce âleme yükselmek için; Tanrı’ya tam bir doğrulukla bağlanarak dost olmak ve her ne başına gelirse gelsin dostluğu devam ettirmek gerekiyor.

Düşünce ve davranışlarında maksat ve niyetinde saflık ve temizlik aranır.

Sadakatimiz kabul edilirse fikrimizde, düşüncemizde, hatırlamamızda, aklımızda, tasavvur edişimizde, şekil değiştirmeyen temel bilgilere (Sırlara) ulaşabileceğimizi öğrendik. 

Yüce âlemin sır perdesini Tanrı kaldırır.

Sorgulama ve zaman –zaman yaptığı imtihanların sonucuna göre bize sır perdesini açar.

Bu duruma istekli olanın bunları bilmesi gerekir ve bu anlayışı kendine kazandırması lazımdır.


Niyetin temiz ve saf olursa velilerimiz Tanrı’nın izniyle yardım ederler.

Bin yılda bu alanda alacağın mesafeyi kısa bir zamanda sana kazandırırlar.

                                                        ***

                                                          29

Aşkın ta canımın içinden baş gösterdiğinden beri,

Ateş baştanbaşa vücudumu sardı.


Gönlüm kuşu aşkın tuzağına düşünce,

Mana göklerinde melekler gibi kanat açıp uçtu.

                                                          ***

İstemek ve sevmenin tesiri nefsimi, aklımı, gönlümü, ruhumu sonra da canımı etkileyip aşk egemen olduktan sonra vücudumun da buna uyduğunu öğrendik.

Böylece vücudun engelliğinden kurtulmuş olduk.


Aşk tamamen bizde hâkim olunca manalara âleminin yüceliğine ulaşabileceğimizi öğrendik.

                                                              30

Zamaneye kötülük ‘Bozukluk’ düştükten sonra,

Mertler için ün sahibi olmak mümkün değildir.


İnci istiyorsan, denizin dibinde ara,

Denizin kenarına düşen yalnız köpüktür.


Not: Rubaiyat-ı Mevlana 8.107 de aynen mevcuttur. 

Babanın malı evlada geçeceğinden ve malı olacağından aynen yazılmıştır.                                                        

                                                              ***

Bozukların çoğaldığı ve etkin yerleri ele geçirdikleri yerlerde mert insanların mertlikleri konuşulmaz olduğunu öğrendik.


Dünya zamanı da mevsimler gibidir.

Kış mevsimi olarak adlandırılan mertliğin ve yiğitliğin söz edilmediği zamanlar olduğunu öğrendik.


Şekil değiştirmeden değerini koruyan başta, gerdanda ve parmakta süs olarak kullanılan değerli bilgi ve görüşü elde etmek için işin kenarında olmanın yeterli olmadığını, işin dibine kadar inmenin gerekli olduğunu öğrendik.

                                                          ***

                                                            31

Görecek göz olmayınca ay yüzlü varmış neye yarar.

İşitecek kulak olmayınca gönlün istediği çalgı olmuş neye yarar.


Ayak kalmayınca yol varmış neye yarar.

Bunların hepsi bitince, onların arkasından ah etmişsin ne işe yarar.

                                                            ***

Görmemiz gereken güzelliği, doğruluğu görmüyorsak, görmemezlikten geliyorsak fayda elde edemeyiz.

Doğru sözü duyacağımız yerden kaçıyorsak, duyduğumuz halde değerlendirmiyorsak fayda elde edemeyiz.


Zamanında olanaklarımız varken gitmemiz gereken yere gitmemişsek pişman oluruz.

Yerinde ve zamanında elimizdeki olanakları tembellikten veya benlikten dolayı değersiz kılmışsak sonuç olarak ‘AH!’ etmekten başka bir şey yapamayacağımızı öğrendik.

                                                             ***            

                                                               32

Hâşâ! (Olmaz)

Bana senin gibi bir şahtan başkası lazım olsun,

Veyahut benim sığınağım senden başkası olsun.


Ey gönüller padişahı!

Huri, melek, güneş, ay senin hizmetinde tıpkı asker gibidir.

                                                   ***

Tanrı’nın istediklerimizi verdiğini, eminlik yeri olduğunu öğrendik.

Her şeyin Tanrı emrinde olduğunu öğrendik.

                                                   ***

                                                     33

Sine saflık yolunda ikilik nasıl sığar,

Manevi güzelden başkası oraya nasıl sığar.


İsteyicilik yolunda hakkı ile isteyen ve istenilen,

Mademki O’dur, o senlik benlik nasıl sığar.

                                                    ***

İnsanın göğsüne maddi güzelin sığamayacağını, Tanrı’nın kapladığı bu alana başka bir güzelin yer edemeyeceğini öğrendik.

Mana güzelliğinin yerleştiği bir alana maddi hiçbir şeyin yer edemeyeceğini öğrendik.

Tanrı’yı istiyorsak artık kendimizi O’nun içinde yok edip sen-ben düşüncesinden kurtulmamız gerektiğini öğrendik.

                                                      ***

                                                        34

Âlemde ister padişah, ister emir olsun,

Hepsi Allah’ın emrine ve takdirine mahkûmdur.


Sen muhakkak âşık ol, ölümden kurtul!

Zira o âşık olmayanlar ölürler, fakat âşıklar nasıl ölürler?

                                                          ***

Bu âlemde kim ne olursa olsun Allah’ın emrine boyun eğdiğini öğrendik.


Âşık olanların kendini Allah’ta yok ettiklerinden Allah’la beraberlerdir.

Allah yok olmayacağına göre içinde yer alan da ölmez.

                                                           ***

                                                             35

Aşka candan başka bir gıda verilemez.

Gönül hiç kimseye bedava verilmez.


İki cihana (Dünya ve ahrete) vermediğim gönül,

Bazen şuna, bazen buna verilemez.

                                                           ***

Aşkı besleyen, güçlendiren, amacına ulaştıranın candan ve gönülden düşünüş ve davranışlar olduğunu öğrendik.


Karşılıksız elde edişin olmadığını öğrendik.

Gönlümüzü Tanrı’dan başka hiçbir şeye vermememiz gerektiğini öğrendik.

                                                             ***

                                                              36

Dün gece beni harabattan (Meyhanede) harap bir hale getirdiler.

Meyhaneye götürük (Götüren kuvvete sahip) şarap getirdiler.


Dediler ki şarap içilirken kebap lazımdır.

Bunun üzerine gönüllerin hepsini götürerek kebap edip geri getirdiler.

                                                                ***

Meyhane (Tekke) iken Tanrı sözü gelince, sözün güzelliğinden sarhoş gibi perişan olunduğunu ve bu sözün yanına güzelliği artırıcı uygun bir şey koymasını istediklerini öğrendik.


Tanrı katından gelen sözün yanına pişmiş gönül (Olgunlaşmış gönül) uygun gider diye gönlünü de Tanrı katında olgunlaştırıp getirdiklerini öğrendik.

                                                                  ***

                                                                    37

Gece yoktur ki ahım göklere yükselmesin.

Gözyaşlarımın seli Ceyhun nehrine akmasın.


Gönlümde, Şirinin tasasından hâsıl olmuş bir perişanlık var ki,

Hüsrev değil, binlerce mecnun dahi o kadar perişan değil.

                                                          ***

Tanrı ah çekeni, ağlayanı, yalvaranı sevdiğinden bir insanın yapabileceğinden daha fazlasını yapması gerektiğini öğrendik.


Gönlümüzün Tanrı kabul etmeyecek korkusundan çok perişan olması gerektiğini, 

Gönlümüzün tüm kuvvetiyle bu istekte perişan olması gerektiğini öğrendik.

                                                            ***

                                                              38

Âşıklar, yokluk yoluna ayak bastıklarında,

Dostun varlığından başka her şeyden tamamıyla kurtulurlar.


Bu yerinde olmayan yapmacık hayattan fani (Ölümlü) olur,

Baka (Daima kalıcı olan) âlemine ayak atarlar.

                                                              ***


Ölümlü hayattan kurtulup Tanrı varlığıyla ebedi var olabileceğimizi öğrendik.


İstekli ‘La faile illallah’ makamında yani işi yapan Allah’tır diye gözlemler yapar tam inanır, şüphelerden arınır.


Sonra ‘La Mevcude illallah’ makamında yani bütün özellikler, nitelikler, sıfatlar Allah’ındır gözlemlerini yapar, şüphe olmayacak dereceye inanır duruma gelir.


Sonra Tanrıdan başka var olan yoktur makamına (La Mevcude illallah) ulaşanlar, anlayıp kavrayanlar tüm başka varlıklardan kurtularak Tanrı içinde yer alacakları duruma gelirler.


Kişinin bunlar uygunluk için yapacakları çalışmalardır.

Tanrı takdiri beklenir, bu bekleyiş zamanı hemen de olabilir çok sonra da.

İstekli bu kapı açılana kadar bu kapıdan ayrılmamalıdır.

                                                        ***

                                                          39

Eğer avcılar, sahralarda kaplanları, denizlerde timsahları tutarlar.

Aç gözlüler mal ve rütbeyi elde ederlerse,


Âşıklarda güzel renkli sevgililerin yüz örtülerini yakalarlar.

                                                         ***


Kim ne elde etmek istiyorsa onu avlamaya çalıştıklarını öğrendik.


Âşıkların üstü örtülmüş, herkese gösterilmeyen Tanrı güzelliklerini gördüklerini öğrendik.

                                                            ***

                                                             40

Bizim bütün zahmetlerimiz, ham bir tama’dan (Doymazlıktan) gelir.

Nefsin tırlamasından, kötü emeller beslemekten ileri gelir.


Tane ve tuzak gibi birbirinin lazımı olan şeylere hevesli bir kuş,

Dar kafese ve o kafesin dam kenarına asılması felaketine uğrar.

                                                            ***

Nefsin bir şeyi sık-sık düşündürerek hatırlattığından ve isteklerimize sınır koyamadığımızdan bize birçok zahmetler geldiğini öğrendik.


Tuzağa düşenin, aldatılıp kandırılanın doymazlık yapanlar olduğunu öğrendik.


                                    ***

ULU ARİF ÇELEBİNİN RUBAİLERİ

Anadolu Selçukluları Gününde Mevlevi bitikleri 4

Tercüme eden Feridun Nafiz Uzluk

 (Nur içinde yatsın)

                                     ***


Neler öğrendik:

1.    Dilek ve isteklerimize kolay kavuşmak için sabahın seher vaktinde Tanrı’dan istememiz gerektiğini öğrendik.

2.    Yanlış işler yapanın, uyanıklık gösterenin, kafayı kullandım gibi başkasının hakkına girip şeytanlık peşinde olanların Tanrı sırlarına ulaşamayacaklarını öğrendik.

3.    Bizdeki olan akla aşk katarsak parlayan bir değer olacağını öğrendik.

4.    Görünmeyen ancak varlığı haber verilen ve bizim aklımızla kabul ettiklerimiz ile çalışmamız gerektiğini öğrendik.

5.    Tanrı desteğini almamızın iyi sonuçlar verdiğini öğrendik.

6.    Perişanlık Tanrı’dan geldiği gibi sevincin de Tanrı’dan geldiğini ve istememiz gerektiğini öğrendik.

7.    Tanrıya aşk ile bağlananın istese de bu bağdan kurtulamayacağını, Tanrı’nın onu bırakmayacağını öğrendik.

8.    Hiçbir devirde bozulmayan, şekil değiştirmeyen, değerini daima muhafaza eden (İnci) fikirlerle dolmasını istiyorsak ve yüce âleme ulaşmak istiyorsak, velilerin seni paramparça etmesine ben ve ben merkezli düşünceden tamamen temizleyinceye kadar dayanmamız, yeni bir kişilik hediye edene kadar dayanıklı olmamız ve bu yoldan ayrılmamamız gerektiğini öğrendik.

9.    Cem olma dediğimiz insandaki bütün parçaların bir amaçta toplanması sonucunda yükseklere çıkabileceğimizi öğrendik.(Vücut, akıl, nefs, ruh, gönül, can)

10.                      Ünlü, şöhret sahibi olmak için uğraşmamamız gerektiğini, işimizin derinliklerine dalarak değerli olanı bulup vücudumuzda sergilememiz gerektiğini öğrendik. (Şöhret peşinde olmak felaket getirir, şöhret sonradan gelmelidir.)

11.                      Doğru görüşe, doğru söze doğru gitmemiz, geç kalmamamız, bunları içselleştirmemiz gerektiğini öğrendik.

12.                      Muhtaç olduğumuz her şeyi Tanrı verdiğini, bütün kâinatın Tanrı’nın emrinde olduğunu öğrendik. (Tanrı sebeplerle istediğimizi ulaştırdığından çalışmanın içinde verir veya kendisinden istemediğin bir kulu ile gönderir.) (Yani Tanrı sebeplide gönderir, sebepsiz de verir)

13.                      Gerçekten istiyorsak; istediğimizin kendisinde varlığımızdan vaz geçip onunla bir ve birlikte olmamız gerektiğini öğrendik.

14.                       Ölümsüzlük isteyenin Tanrı varlığında var olma yolunu seçmesi yani âşık olması gerektiğini öğrendik.

15.                      Gönlümüzü vereceğimiz, yani isteyeceğimiz, yani arzu duyacağımız, yani önemseyeceğimiz, yani zamanımızı ve sahip olduklarımızı o uğurda harcayacağımız yalnızca Allah olduğunu öğrendik.

16.                      Olgun olan yere uygun hediyeler geldiğini öğrendik.

17.                      Tanrı’yı dille değil de tüm varlığımızı uğrunda perişan ederek istememiz gerektiğini öğrendik.

18.                       Varlığımızı önemsediğimiz müddetçe Tanrı kapısından içeri alınmayacağımızı, ebedi hayata kavuşamayacağımızı öğrendik.

19.                      Tanrı’nın herkese göstermediği güzel yüzünü ve güzelliklerini âşıklara gösterdiğini öğrendik.

20.                      Hilekârların hep doymazları avladıklarını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Ulu Arif Çelebi Hazretlerinin 80 rubaisinden 21-40 sunduk.

İnşallah faydasını görürsünüz.

Rubailerin devamını okumalısın.

                                           *

RAVLİ





30 Mart 2012 Cuma

ULU ARİF ÇELEBİDEN RUBAİLERİ 1-20

                                   Ey dost!

Senden başkasında benim gözüm yoktur.

Senin huzurundan geçmek kudreti bende yoktur.


Eğer keman kaşlarından bir kirpik oku bana doğru gelecek olursa ona,

Can, gönül göz ’Göğüsten’ başka siper edecek bir şeyim yok.

                                ***

Açıklama:

Kendisine tam bir doğrulukla dost olmak isteyeni; 

Candan, gönülden kabul edeceğini, asla ret etmeyeceğini öğrendik.

                                      ***

                                        2

Feryat ki!

Feryadıma yetişecek kimse yoktur.

İki cihanda benim dostum yoktur.


Eğer bir kişi olsaydım bana da bir kişi hemdem (Canciğer arkadaş) olurdu.

Fakat hiçten ibaret olduğum için hiç kimsem yoktur.

                                      ***

Açıklama:

Bu dünyada ve ahrette kendisine dert arkadaşı bulamadığını, bunun sebebinin de kendini hiç’lik makamına ulaştığını öğrendik.

(Vahdet-i vücut konusunu inceleyiniz)

                                     ***

                                        3

O kuş ki onun önü sonu yoktur,

Herkesi avladı da kimse ile sırdaş olmadı.


Şahın elinde tuttuğu doğan, sırlar arkasında dolaşmadı.

Benim gönlümün doğan kuşu ise, gözünü şahtan ayırmadı.

                                        ***

Açıklama:

Tanrı insanları kendisine yakın etti ama sırlarını vermedi.

Ulu Arif Çelebi’nin avcılığının özelliği ise sır elde etmek değil, gönlü ile hep Tanrı’ya bakmak olmuştur amacında olduğunu öğrendik.

                                          ***

                                             4

Senden kime şikâyet edeyim ki!

Başka hâkim yoktur.

Senin kudretinden daha üstün kuvvet yoktur.


Senin hidayet ettiğin kimseler sapıtmazlar,

Senin iyi huylu kılmadıklarını ise kimse hidayet edemez.

                                              ***

Hidayet: Hak yoluna, doğru yola kılavuzlama.

Açıklama:

Tanrı’nın hükmü ile doğru yola girildiğini, Tanrı’nın o kulu veliye yönlendirerek ve ısmarlayarak doğru yolu gösterdiğini öğrendik.


Velinin Tanrı hükmü olmadan kendiliğinden bir şey yapamayacağını öğrendik.

Not: Şiraz’lı Şeyh Sadi’nin Gülistan’ında 8 bölümde yazılı olan bu rubai, Arif Çelebi’nin olamaz.

Fakat sırayı bozmadın. Nafiz.

                                            ***

                                              5

Ey hiçbir şeyden haberi olmayanlar!

Koskoca cisim hiçtir.

Bu çadır gibi feleğin dairesi hiçtir.


Aklını başına al!

Bu kurulup bozulan âlemde senin varlığın bir nefese (Soluğa) bağlıdır.

O nefeste hiçtir.

                                             ***

Açıklama:

Büyük saydığımız, önemsediğimiz dünya ve yıldızların bir hayelden ibaret, yaşam dediğimizin rüya olduğunu öğrendik.


Dünyada güvencemizin olmadığını, nefes alınmadığı zaman ölünecek kadar güvensiz olduğunu öğrendik.

                                             ***

                                               6

Ey efendi!

Ömrün, oruç, namaz, tespih, kuud ‘Oturmada’ atmışı geçti.

Bunu telafi et.


Sakın kendinden gafil olma ki sen henüz tuzakta ki kuş ve ağda ki balık gibisin.

                                             ***

Açıklama:

Tanrı huzuruna çıkmak için kendini hazır hale getirmek için ibadetin yeterli olmadığını öğrendik.

Henüz sofraya konup, yenip, kana karışacak durumda olunmadığı uyarısı olduğunu öğrendik.

İçimize doğru yolculuk yaparak Tanrı’yı tanımamız ve ulaşmamız gerektiğini öğrendik.

                                            ***

                                              7

Bu zavallı damlacık, büyük denize erişti.

Can uzun zaman ayrı kaldıktan sonra canana erişti.


Şahımız Mevlana inayet etti (İyilik).

Gönlümüz derdi yine dermana erişti.

                                           ***

Açıklama:

Hazreti Mevlana’nın iyiliğinden dolayı yardımlarıyla aslımıza kavuşabileceğimizi, bütüne ulaşabileceğimizi öğrendik.

                                           ***

                                             8

Bu lale, böyle kıvırcık üstüne kıvırcık, renkli halde bitmiştir.

Müsk kokan ‘Yok olmuş’ zülüften bitmiştir.


Saçlarının ve yüzünün kan içinde olması,

Süslenmiş gelinlerin toprağından bitmiş olmasından dolayıdır.

                                           ***

Açıklama:

Tanrı’nın şekil verdiğini, renk verdiğini, güzelliklerle donattığını öğrendik.

Tüm güzellikleri bir insanda gösterdiğini öğrendik.

Tanrı’nın kendini o güzel üstünden gösterdiğini öğrendik.

                                           ***

                                              9

Burada artık, eksik söz söylemeğe imkân yoktur.

O büklüm-büklüm zülfün hikâyesinden başkasını söylemeğe imkân yoktur.


Bu kıssanın arasına kıldan başka bir şey sığmaz,

O kıldan dahi kıl ucu kadar kıl-u-kale‘ Dedikoduya’ imkân yoktur.

                                              ***

Açıklama:

Kendini Tanrı’da yok etmiş kişide, yani hiçliğe ulaşmış kişide, Tanrı güzelliklerini görebileceğimizi, başka sözlerin dedikodu mesafesinde olduğunu öğrendik.

                                                 ***

                                                  10

Burada artık, eksik söz söylemeğe imkân yoktur.

Burası âdem ‘Yokluk’ diyarıdır ve yokluktan başka bir şey söylemeğe imkân yoktur.


Aynadaki suretle konuşmak, yalnız göz ile olur,

Tende nefes kaldıkça onunla konuşmağa imkân yoktur.

                                               ***

Açıklama:

Dünya yokluk diyarıdır.

Dünyadaki her şey yok oluyor ve yeniden var oluyor.

Sonra dünyanın kendisi de yok olacak.

Onun için dünyada var olanın yok olacağından yokluk diyarı olduğunu öğrendik.


Nefesle, dille konuşmakla, kulakla duymakla mana tam olarak anlaşılamaz.

Sözün, sesin, kulağın ağzın kullanılmadığı, yalnız bakışla anlaşılan gözle konuşmak gerektiğini öğrendik.


Belirli bir olgunluğa ulaşanlar gözle konuşurlar.

Daha olgunlar için bakış da gerekmez, düşünce ile anlaşır konuşurlar.

Daha da olgunlaşanlar için düşünce de olmaksızın anlarlar anlatırlar.

Bu Aşama ile gelişir.

                                              ***

                                                11

Rüzgâr esti, içki içenlerin başına gül serpti, sevgili geldi.

İçkiyi dostların kadehlerine döktü.


O senin amber saçın, Attar’ın pazarını kesada düşürdü,

O sarhoş gözün, aklı başındakilerinin kanını döktü.

                                               ***

Açıklama:

Seni sarhoş eden, sana her şeye rağmen sevinç veren sevgili olan Tanrı’dır.

Kendinden geçirerek güzelliğini gösteren Tanrı’nın aklı başında olanlara gözükmedi.

Sema sırasında olan coşkunluğun ve olan işlerin açıklamasıdır.

                                              ***

                                               12

Doğru sözü dinle!

Bu senin sorularının cevabıdır.


İsa ‘Peygamber’ senin gönlündür.

İri ve gösterişli vücudun da onun eşeğidir.


Bundan başka Şeyh ve vaazın dahi akıldır.

Yoksa ak saçın, yaşlılığın ve kar gibi sakalın değildir.

                                               ***

Açıklama:

Vücudumuz gönlümüzün isteklerini yaptığını, akıl da yol gören ve gösteren olduğunu öğrendik.

Uzun yaşamanın önemi olmadığını öğrendik.

                                               ***

                                                13

Mekânsızlık göklerinin güneşi gönlümüzdür.

Ebedilik dünyasının keyhüsrevi gönlümüzdür.


Senin aşkın bizim gönlümüzde yer tutalıdan beri,

Gönlümüz, hayat suyunun pınarıdır.

                                               ***

Açıklama:

Tanrı aşkı gönülde yer ettiği zaman bir yere bağlı olmayan hareketi serbest olan göklerin güneşi olunabileceğini öğrendik.

                                               ***

                                                14

Bana yazıklar olsun ki benim seçkin sevgilim gitti.

Yaş yerine gözümden kanlı sular aktı.


O bizim gönlümüzden kaybolup gitmedi,

Belki dedikleri gibi ‘ Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur”

                                                ***

Sevgili (Tanrı) gönülde (İstekte) gözükmediği zaman gitmediğini, kendini gizlediğini öğrendik.

                                                ***

                                                 15

Bizim ruhumuzun gözünde olan bir başka güzeldir.

Bizim başımızda bambaşka bir çalışma ve uğraşma vardır.


Biz aşkın son baharına ‘Hazanına’ nasıl inanırız ki,

Bizim bu hazandan başka bir ilkbaharımız vardır.

                                                ***

Herkesin gördüğü güzel değil, başka bir güzele ruhumuzla bakıp görüyoruz.

Bu bakış baharın başlangıcıdır.

Yani güzelliklerin kendini gösterdiği, ürünlerin olgunlaştığı bakış olunduğunu öğrendik.

                                                ***

                                                16

Sevgilinin mahallesine tepesi üzerine yürüyerek gitmeli ve

Kendi varlığından vazgeçmelidir.


O güzelin huzuruna küstah bir tavırla gitmemeli,

Oraya sarı çehre ile gözler yaşlı olarak gitmelidir.

                                                 ***

Tanrı’ya dertli, gözü yaşlı, yalvarış ahlakında olarak ve baş kaldırmadan, hükmünü sevinçle karşılayarak gidilmesi gerektiğini öğrendik.

                                                  ***

                                                   17

Sevdan bir kuştur ki, gönül onun yemidir.

Yanağın bir çarağdır ki gönül ona pervanedir.


Senin gamından, kanla dolu gönülde bir aşk vardır.

Öyle bir aşk ki bin akıl onun divanesidir.

                                                   ***

Gönülden istenen aşkın, sevgiliyi kendisine çeken ve besleyen olduğunu ve sevgilinin yalnızca aşka geldiğini öğrendik.

Bu duruma tüm akılların dili divane olacağını öğrendik.

                                                   ***

                                                    18

Gönlün nasibi manadır, suret bir görünüşten ibarettir.

Güzel yüzden maksat da, bil ki manadır.


Suretten anlamaya yaraşan manalardır.

Yoksa hakikatte o mecaz (Gerçeğin zıddı) değil, ‘maraz’ (Hastalık) gibi fena bir şeydir.

                                                   ***

Gördüğümüzde daima manayı aramalıyız.

Bilinenden bilinmeyen anlatıldığı ve anlaşılması sağlandığından yüz örneği anlaşılmak içindir.


Yüz örneği gerçeğin zıddı olarak görmek de yanlış gidiştir.

Mana o yüzde kendini gösterdiğini anlamalıyız.


Bu açıklamayı iyi anlamalıyız.

Anlamayanlar hastalıklı bir anlayışa sahip olur, manaya ulaşamazlar.


Gördüğümüze kendimiz isim vererek veya değer vererek kabul edersek yanlışa düşeriz.

Gördüğümüzün gerçek kimliğini, yerini ve değerini kendi görüşümüzü onun üstüne bindirmek suretiyle yapacağımız tanım, hastalıklı görüş olması mümkündür.


Gördüğümüz yüzü olduğu gibi görmek ve tanımlamak için önce manaya ulaşmak sonra da onun ne olduğunu söylemek gerekir.


Her gördüğünün yoluna bir işaret olduğunu kabul edersen ve doğru yolu arayış içinde olursan manaya ulaşırsın.


Yaren,

Görünen bir resimdir, bir şekildir ve yerinden ayrılıp gidecektir ve zamanla da yok olacaktır.

Onun içinde barındırdığı, seni kendine çeken veya kendinden uzaklaştıran bir mana vardır.

Mana yok olmayacağından ve seni hakikatlerle tanıştırıp bağ kuracağından bu Tanrı yolunda olanlar için çok önemsemesi gerekmektedir.

Manasını bilmediğin hiçbir şeye bağlanamazsın, sevemezsin, kendini ona emanet edemezsin.

Manaya ulaşmak için emek vermezsen elde edemezsin.

Tanrı kendini gösterir de ondan sonra inanırız, aklımızın da kabul etmesini sağlar, Tanrı’yı tekrar görmek için gönlümüzü temizleyerek Tanrı’nın evim dediği gönlümüze (Kalbimize) gelmesini tekrar isteriz ve bekleriz.

                                                           ***

                                                            19

Her nereye gidersem, şah benim yoldaşımdır.

Gönlümün sırrına vakıf (Bilen), ağahımdır (Haberli).


Vücudun uzak düşmesinden asla gam yemiyorum.

Zira canım, o kapının bendesidir (Kulu, kölesi, bağlı).

                                                             ***

Açıklama:

Tanrı ile beraber olduğumuzu, gizli sırlarımı bile bildiğini, her nereye gitsem benimle beraber olduğunun farkındayım.


Dünya işleri yüzünden Tanrı’dan ayrı düştüğümüzü düşündüğüm zaman bile üzülmememiz gerektiğini öğrendik.


Çünkü bizim yerimizin hep Tanrı kapısı olduğundan ve hep Tanrı’ya müracaat ettiğimden o kapıdan hiç ayrılmamış olduğumu öğrendim.

                                                             ***

                                                               20

Her hayvan ayağının bastığı toprak,

Bir gelinin saçı yahut bir sevgilinin dudağıdır.


Kalenin, sarayın üstündeki her kerpiç,

Bir vezirin parmağı, bir sultanın başıdır.

                                                            ***

Bu dünyanın toprağında yaşamış ve ölmüş insanların izlerini bulabileceğimizi ve bunu görmemiz gerektiğini öğrendik.


Tanrı sanatı hem yok ettiğini hem de yeniden var ettiğini görmemiz ve anlamamız gerektiğini öğrendik.


                                       ***

ULU ARİF ÇELEBİNİN RUBAİLERİ

Anadolu Selçukluları Gününde Mevlevi bitikleri 4

Tercüme eden Feridun Nafiz Uzluk

 (Nur içinde yatsın)

Neler öğrendik:

1.    Arif Çelebi’nin kendisinden yardım isteyene açık olduğunu öğrendik.

2.    Çelebi Hazretlerini varlıkta bulamayacağımızı, onun yokluk âleminde hiçlik makamında yani Tanrı’da kendini yok ettiğini öğrendik.

3.    Gözümüzü Tanrı’dan ayırmazsak bizi avlayacağını öğrendik.

4.    Doğru yola kılavuzlayanın Tanrı olduğunu, velilerin dostluğu ile bu yolda ilerleneceğini öğrendik.

5.    Dünyada baş gözümüzle gördüğümüzün hepsinin yok olacağını anlamamız ve ebedi olana yönelmemiz gerektiğini öğrendik.

6.    İbadet etmemizle yetinmememiz gerektiğini, Tanrı’ya yakın olmak için uğraşmamız gerektiğini öğrendik.

7.    Mevlana Hazretlerinin iyilik yapıp yol göstermesiyle ayrılıktan kurtulup bütün içine ulaşıp orada yer alacağımızı öğrendik.

8.    Her şeyin yokluk âleminden varlık âlemine geldiğini öğrendik.

9.    Tanrı güzelliği yanında yarattığı başka güzelden söz etmenin dedi kodu hükmünde olduğunu öğrendik.

10.                      Vücut istekleri ile konuşursak başkalarını anlayamadığımı, anlaşamadığımızı, aynaya bakıp kendimizle söz olmadan konuşmamız gerektiğini öğrendik.

11.                      Sebepsiz bir sevinç duyduğumuz vakit Tanrı’nın gönlümüzde olduğunu öğrendik.

12.                      Yönlendirenin akıl, yokluktan varlığa çıkaranın gönül, bu işlerin taşımasını yapanın vücudumuz olduğunu öğrendik.

13.                      Gönlümüzün aydınlık veren ve kuvvet kaynağı olduğunu öğrendik.

14.                      Tanrı’nın bizden uzak olmadığını ancak bizim bakışımız Tanrı’dan başka şeylere baktığında Tanrı’nın bizden gizlendiğini öğrendik.

15.                      Tanrı’yı sevmek, uğraşmak, çalışmak ile yaşamımızın ilkbahara dönüşeceğini öğrendik.

16.                      Tanrı huzuruna nasıl gidileceğini, bunun terbiyesini velilerden öğrenmemiz gerektiğini, alçak gönüllülüğü, bunu kendimize amaç yaparak dertlenmemiz ve ulaşmadıkça ağlamamız gerektiğini öğrendik.

17.                      Gönlümüzde var olan Tanrı aşkını büyütmemiz gerektiğini öğrendik.

18.                      Manaya bir şekilde ulaşmamızın önemli olduğunu öğrendik.

19.                      Tanrı’ya bağlı olanın her durumda ve şartta yardım etmeğe hazır olduğunu, yol arkadaşı olduğunu öğrendik.

20.                      Geçmişin izlerini ararsak her toprak zerresinde bulabileceğimizi öğrendik.

İşte böyle yaren,

İlk 20 rubai sunduk, aklımız erdiğince açıklamaya çalıştık.

Sen, sen ol da gönülden tam bir doğrulukla bağlan da aracısız bu büyüğümüzün ne demek istediğini kendinden öğren.

                                                   *

RAVLİ


29 Mart 2012 Perşembe

ULU ARİF ÇELEBİ VE DÜNYADA SON GÜNLERİ

Çelebi Hazretleri, son seferinde Larende’den (Şimdiki Karaman) Aksaray şehrine vardığında şehrin uluları ve o makamın şeyhleri türlü ziyafetlerle saygı gösterdiler ve ikramlarda bulundular.

On güne yakın orada kalıp bir gece mübarek başını yastık üzerine koyup zaman-zaman inledi, ahlar ederek uykuda ağladı.

Sabahleyin yakın dostlar, inlemesinin sebebini sordular.
Buyurdu ki:

Acayip bir rüya gördüm, güzel sesler işittim.
Bir çardakta oturmuş, pencerelerinden bahçeye bakıyorum.

Bu bahçe öyle bir bahçe idi ki ‘Hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği’ sözü bu bahçenin sıfatıydı.
Evet, cennet o bahçe üstüne gıpta eder.

Sonra onun ırmakları kenarında türlü ağaçlar, renkli yemişler, güzel kokulu çiçekler peyda olmuş.
Ağaç yapraklarının çokluğundan güneşin ışığı o bahçenin toprağı üstüne düşmüyor.

Onun koyu gölgesinde, celil ruhaniler (Ulu kişiler) ve güzel huriler salına-salına geziyorlar.
O gül bahçesinin ırmağı kenarında da Hüdevendiğar Hazretlerinin (Mevlana) dolaştığını görüyorum.

Ben, Hazret’i Mevlana’mız burada ne yapıyor diye o halin durumundan hayrete düşüyorum.
Mevlana Hazretleri:
Arif!
Burada ne yapıyorsun, ikamet mühleti (Oturma süresi) sona geldi, bu taraflara gel ki, ne âlemler görürsün, ne ruhani güzelleri gözünle görürsün” diye mübarek eliyle bana işaret ediyor.

Ben, davetin lezzetinden ve o cennetin latifliklerini gezip görüyorum ve inleyip ağlıyorum.
Şimdi göçü göklere çekeyim ve Tanrı’nın helal olan camını ‘İçkisini’ tadayım dedi ve şu beyti okudu:

ŞİİR:
Vakit geldi,
Artık soyunayım.
Sureti bırakayım da baştanbaşa can olayım.
(Mesnevi 6.Cilt s.307/613)

Ten sureti giderse gitsin,
Ben kimim.
Bu beden sureti ortadan kalksa da ben yine bakiyim.”
(Mesnevi 3.Cilt s.224/3934)

İkinci gün, Konya tarafına yöneldi.
Şehre geldiğinde mübarek mizacında (Tabiatında) ufak bir arıza peyda oldu.
O rahatsızlık günden güne arttı.

Bir sabah evinden çıkıp kutlu türbenin kapısında durdu, bir zaman hiçbir şey söylemedi.

Bütün dostlar Çelebi’nin karşısında saf bağlamışlardı (Yan yana durmuşlar).
O gün 719 Hicri yılı Zilkade ayının son cumasıydı.’4.1.1320’ güneş doğduğu yerden parlayıp altıntop şeklinde doğdu ve bir mızrak boyu yükseldi.  

Buyurdu ki:
Güneş altıntop gibi yuvarlanıp gidiyor,
Çevgenin (Topa vurulan sopa) kılmış olan yerine takılıp kalan acaba kimdir?

Veliler güneşlerin güneşidir.
Güneş, onların nurundan aydınlık ışığını aldı.“    

Bir an sonra:
Ben bu aşağı olan süfli âlemden usandım.
Ne zamana kadar bu güneşin altında toz ve dert içinde yuvarlanıp gideceğim?      

Vakit geldi ki ferk-ı ferkadan üzre (Küçükayı denilen yıldız kümesinin en parlak yıldızları olan ‘Dübb’ ve Merak’ ‘ın müşterek adlı  yıldızın üstüne) ayak basayım ve güneşin üstüne çıkayım.

Felek başbuğunun başı üstüne gideyim.
Oluşun türlü-türlü hallerinden kurtulayım” buyurdu.

Ve bu beyitleri okumaya başladı.
Gazel:
Her nefeste aşk sesleri, sağdan, soldan geliyor.
Biz göklere gidelim.

Kim bizimle oraları görmek sevdasındadır.
Biz zaten göklerde idik, meleklerle arkadaşlık ediyorduk.

O hepimizin şehri (Asli vatan olan) yere tekrar gidelim.
(Mevlana’mızın gazelidir. Acem aşirandan bestelenmiş ayin-i-şeriflerde okunurdu)

Gazeli sonuna kadar okudu ve dolaştı.
Onun hizmetinde bulunan ve onun yüzüne bakan yaranlar hep birden feryat ederek ağladılar.

Buyurdu ki:
Ölmekten başka çare yoktur.
Ancak hayat kaydında daima isterim ki gezilerde olayım, seferler edeyim.

Çünkü ruhlar, işleri ve güçleri olmadan cesetler âleminde, ufukların acayip ve nefislerinin garip şeylerini seyretmek, bilgi ve yakin elde etmek için kalırlar.

Bu halde ben de bu bedenin ağırlığı sebebi ile kımıldamak ve hareket etmekten aciz kalmışım ve hiç de seyahat edemiyorum.
Hiç olmazsa ahrete göçeyim.

Bu dünyada benimle gönlü bir, hemdert (Dert arkadaşı) ve bana munis (Alışmış) olan bir kimse kalmamıştır.
Benim dertdaşım bizim Mevlana ve babam hazretleri idi.

Ben onların ayrılık acısı içinde ne zamana kadar bu hoş olmayan mihnet (Zahmet-eziyet) sarayında külfetle memnun olayım.
Hudavendiğar’ın yüzünü görmek arzusundayım.

Mutlaka gideceğim “ dedi.
Sonra hemen bir bağırdı ve nazlı-nazlı evine gitti.

Evde yavaş-yavaş inlemeye başladı.
Bundan sonra durumuna bakmadan, Cuma namazına giderek şerefli mukaddes türbeyi şereflendirdi ve o hazretin nurlarından inayet elbisesi giyip sema’ı şereflendirdi (Sema yapanlara katıldı).

O gün tam bir yücelikle o kadar heyecanlar gösterdi ki yazıya sığmaz.
Sema yaparken şu rubaiyi söyledi:

Sevgilinin mahallesine tepesi üzre yürüyerek gitmeli ve
Kendi varlığından vazgeçmelidir.

O güzelin huzuruna küstah bir tavırla gitmemeli,
Oraya sarı çehreyle, gözleri yaşlı olarak gitmelidir.”

Semadan dışarı çıkıp ‘Şimdi kabrinin bulunduğu’ yerde uzunca yattı.
Bir saatten sonra:
Bir kişinin türbesi, onun gömüldüğü yerdir.
Benim vücudumun hazinesini de buraya gömün” Buyurdu.”

Kıyamet gününün eşi olan bu günde, bir kıyamettir koptu.
Ulvi (Ruhlar) ve sufli (Dünya) âlemin sakinleri feryat ettiler.

Cumartesi günü o ağır hastalığın eseri mübarek yüzünde peyda oldu.
Hastalıkla sağlık birbiri ile mücadele etmeye başladılar.

Kendi derdiyle baş başa kaldı.
O zahmetler 25 güne yakın devam etti.

Zilhicce ayının 22. gecesinde büyük bir zelzele oldu, yer durmadan sallanıyordu.
O kadar ki, birçok evlerin bacası, duvarları yıkıldı.
Zelzele üç gün sürdü.

Konya şehrinin Ebdalı ki Hoca Fakih Ahmed’in kaymakamı ve onun ‘Arif Çelebi’nin’ muhiplerinden (Sevenlerinden) idi.
“Rahmetullah-i aleyh” Tamam 40 sene toprakta oturup makamından asla oynamadı, kış yaz orada oturdu.

Ona “Danişment” diyorlardı.
Çünkü o ilk zamanlarda ilim öğrenmeye özenmişti.

Müğayyibat-i süflide ‘Dünyaya ait gaybi şeylerin’ haberlerini vermekte meşhur olmuştu.
Bu adam feryat ederek:
Yazık!
Konya’nın mumunu götürüyorlar.
Dünya birbirine karışacak, ben de o sultanın arkasından gideceğim” diyerek haber verdi.

Çünkü zelzeleler arka arkaya salladı, Çelebi Hazretleri buyurdu:
Göç etme zamanıdır.
Yerin de bizim vücudumuzun lokmasını yemek hevesi ile nasıl tepinip durduğunu görmüyor musunuz?
O yağlı bir lokma istiyor” dedi ve şu beyti okudu.

Çünkü tenimi ‘Bedenimi’ mezarın toprağı damla gibi emip yiyecek,
Çarkın ‘Feleğin’ üstüne sıçrayayım ki ben artık cisim değilim.
Nurum

Ondan sonra:
Sübhanallah, ne acayip kuşlar peyda oldular.” buyurdu.
Hem öyle bir saat mübarek gözünü ‘Bakışını’ dikip o ruhlar âleminin kuşlarını gözlemekle meşgul oldu.

Sık-sık uçacakmış gibi hareketlerde bulunuyor ve işaretler ediyordu.
Bunun üstüne bütün yarenler hep birden ıstırap ve çaresizlik yüzünden çığlılıklar koparıp ağladılar.  

Küçük, büyük kadın, erkek büyük heyecanlar eylediler.
Bunun üzerine Çelebi Hazretleri:

Hiç gam yemeyin, bu âleme inmemiz sizin işleriniz içinse, yok olmamız da sizin içindir.                            
Bütün hallerde yine sizinleyim, sizsiz değilim.

Öteki dünyada da sizinle olacağım.
Bu dünya sarayından ayrılmak zaruridir.

Ayrılıksız bir birliktelik ve ayrılık olmadan toplanma ancak öteki dünyadadır.
Tam bir huzur içinde beni yolcu ediniz, her ne kadar görünüşte bir kaybolma olacaksa da hakikatte sizin hakikatinizden uzak değilim.

Bu ise kaybolma değildir.
ŞİİR:

Görünüşteki kaybolmada pişmanlık olmaz.
Fakat eğer bir an seni anmazsam o zaman pişmanlık olur.”

Kılıç kınında bulundukça kesmez, sıyrıldığı vakit gör.
Bundan sonra gaib perdesinin arkasından muştalar-yumruklar vuracağım ki onun sesi kulağı işiten arkadaşların kulaklarına erişecek” dedi.”

Bu sözleri söylerken sevgili ve meşhur veliler sülalesinden gelen, peygamberlerin nurlarının varisi ulu Şehzade ve ulu Arif Çelebi’nin büyük oğlu Bahaeddin Emir Âlim Çelebi ve Muzafferiddin Emir Adil Çelebi (Tanrı ikisinin ömrünü uzatsın) kapıdan girdiler.
Babalarının yanına oturdular.

Bunun üstüne toprağa mensup kul olan ben Eflaki ağlayarak baş koydum ve:

Çelebi hazretleri mübarek bir sefere çıkıyor.
Mana dili ile:
Ey Tanrım!
Beni ölüm ve ölümümden sonra kutlu yap buyuruyorlar.’
Bu Şeyh zadeleri kime ısmarlar ve ne vasiyette bulunurlar?” dedim.
Çelebi Hazretleri:

Onlar Hüdavendiğarın’dır (Mevlana Hazretlerinin), bana aitliği yoktur.
Onların gamlarını o hazret (Mevlana Hazretleri) hal eder” buyurdu.

Sonra ben:
Yetim ve öksüz kalan ben zavallı garip ne yapayım?
Nereye gideyim?” diye sordum.

Arif Çelebi de:
Mübarek türbenin hizmeti ile meşgul ol.
Seni korumaları için o hizmeti muhafaza et.
Bir yere gitme.
Sana, baba ve atalarımızın menkıbelerini toplayıp yazmanı söylemiştim ya, iste bu işle meşgul ol.
Onu tamamlamayı ihmal etme ki bizim Hüdavendiğarın yanında yüzün ak olsun,
Evliya senden hoşnut olsun.” Buyurdu.

Bütün dostlar gayb ve şahadet âleminden ne gelecektir diye ağlayarak ve hayran titrerlerdi.
Birden gözlerini açıp bu rubaiyi söyleyerek uyudu.
Surette gizlendi, manada saklı kaldı.

ŞİİR:
Ey güzel yüzü, güzellere gıpta ‘Kıskançlık’ bağışlayan sevgili!
Ey güzel kaşı âşıklara kıble olan dilber.

Bütün kendi sıfatlarından soyundum ki,
Çıplak olarak senin ırmağına dalayım.”
(Rubaiyat İstanbul 1312 s.34)

Sonra Allah, Allah, Allah diyerek bir ah etti bu beyitleri dedi:
ŞİİR:

Nefsim uçsuz, bucaksız deniz halini aldığı vakitte,
Bütün zerrelerin yüzü bana açık ve aydın olarak görünür.

Bütün vakitlerim bir tek vakit olsun diye aşk yolunda, bir mum gibi yanmaktayım.”

O oldu, öğle ile ikindi arasında ‘Asr ve Nasr’ surelerini okudu.
Hicri 719 senesi zilhicce ayının 24 Salı (5.2.1320) günü tam bir sevinç içinde ebedi ve ilahi nurlu aslına nakil buyurdu (Öldü).

“ Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah’ın şanı ne kadar yücedir!
Siz de O’na döneceksiniz
(Yasin suresi 83)

O’nun her şeyi kavrayan kutsal ve dertli ruhu Tanrı’nın zat nurunun denizine daldı.

ŞİİR;
Âşık o anda uzanıp can verdi.
Gül gibi başıyla oynadı ve gülerek sevinçli bir halde ölüp gitti.

Güneşin nuru, dön buyruğunu duymuş,
Acele aslına dönmüştü.

Göz nuru ve nur görmüş zat,
Aslına dönmüştü,
Sevdası sahra ve çöllerde kalmıştı.
(Mesnevi 5.Cilt s.80/1256, 1262, 1264)

Tabutu hazırladıklarında bir miktar kısa gelip sığmadı, her iki mübarek ayağı dışarıda kalıp bütün dostlar bağırıp feryat ettiler.
Tanrı Tealanın kudretiyle ayakları kendiliğinden tabutun içine çekildi.

Tabutun kapağı kapandıktan sonra kaldırdılar.
O günü, hayli gururlular ve veliliğini inkâr edenler direnmeyi bırakıp iman ettiler.

O gün zemherinin ortası ve şiddetli kış hüküm sürüyordu.
Bununla beraber Konya ahalisinin çoğu başı açık, yalınayak cenazeye katıldılar.

Öyle soğukta, şiddetli buzlar dolayısıyla yumuşak toprak demir kesilmişti.
Onların velayeti (Veliliği) kuvvetinden ve Allah’ın inayetinden bir kimseye o kışın güçlüklerinden bir kimse incinmedi.
Bütün halk salim kaldı.

Zilhicce ayının 25 inci Çarşamba günü (6.2.1320) Cenab-ı celal’in ‘ Tanrı’nın sıfatı ve Mevlana’nın ismi olmakla Eflaki cinas yapıyor’ yanında komşu olarak toprağa mensup cismini, temiz toprak dadıya ‘Dayeye’ verdi.
Dânâ ‘Bilici’ olan beden danesini onun karnına emanet verip vaat edilmiş olan kıyametin kıyamına ‘Ayağa kalkmasını’ bekledi.

ŞİİR:
Çünkü dane yere düştü, biterek bir ağaç oldu.
Eğer bu remzi (İşaret edilen manayı) anlayacak olursan,
Sen de bizimle beraber düşmüş olursun

Tanrı sırrını takdis etsin ve yardımını mubipleri ‘Dostları’ üstüne döksün.
Âmin.
                                                   *
Haki bendesi şu iki rubaiyi söyleyip Arif Çelebi’nin mübarek türbesi üzerine yazdım:
 
ŞİİR:
Arif Çelebi, yönler ‘cihetler’ bağından kurtuldu.
Tanrı’nın zatına baktı, sıfatlardan kurtuldu.
Onun yunus balığı gibi olan ruhu,
Ten gemisinden, o hayat suyuna atladı (sıçradı).

Arif Çelebinin eşiti, benzeri ’Beğdeşi’ yoktu.
O Kevn-u mekândan mekânsızlık âlemine göçmeği seçti ‘İstedi’.
Çünkü onun kün ‘ol’ buyruğuyla kurulan bir menzilde ‘Dünyada’ yeri yoktu.”

                                       ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                       ***
Tahsin Yazıcı ve Feridun Nafiz Uzluk (Nur içinde yatsınlar) tercümeleriyle.
                                          *
Neler öğrendik:
1.    Mübarek şahısların dünyadan ahrete göç etme zamanı gelince rüya yoluyla haber verildiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Nereden geldikse oraya gideceğiz.
Dünya b,ir misafirhane, biz yolcuyuz.
                             *
RAVLİ

Popüler Yayınlar