Müderrislerin sultanı, son
gelen bilginlerin özü, akıl ve nakil ilimlerinin denizi,
Füru (Parlaklık ve aydınlık) ve usulü (Bir ilmin
konulara girilmeden önce öğrenilmesi gereken esas, başlangıç bilgi, yol,
yöntem, tertip, metot, nizam, kaide, düzen) kendinde toplayan, şeriat (Dini hükümler) ve dinin süsü,
Abdülmümin-i Tokati (Tanrı’nın rahmeti onun üzerine olsun) bilgi ulularının
üstadı ve Rum (Doğu Roma, Anadolu) ülkelerinin
nadir yetiştirdiği bir bilgindi.
Ona zamanın Numan’ı manaların
engin denizi derlerdi.
Takvada, amelde ve fetva
bilgisinde Rum diyarının Ebu Yusuf’uydu.
Bu kul da onun en aciz
şakirtlerindendir.
Bu zat bir gün Muineddin’i (Tanrı onu mağfiretiyle bürüsün) Pervane’nin
medresesinde bir âlimler toplantısında anlatmıştır.
Ben Mevlana’nın zamanında,
Konya’da Celaleddin-i Karatay’in medresesinde, Mevlana Şemseddin-i Mardini’nin
muidi (Derse hazırlayan yardımcı öğretmen) idim.
Bir gün fazıl (Erdemli) kişiler, Mevlana’nın kerametlerinden ve peygambere
yaraşır ahlakından, soyu sopunun büyüklüğünden bahsediyorlardı.
Şemseddin-i Mardini de tam
bir samimiyetle bunları tasdik ediyor hem o, hem de diğerleri ağlıyorlardı.
O sırada benim kalbimden de “
Böyle bir padişah, bilen ve bilgisine göre hareket eden
böyle bir ulu kişi, nasıl raks ve sema eder ve şeriata aykırı olan böyle bir
işi caiz görür?
Böyle bir yol,
şeriat işlerinde meşru sayılmaz “ diye
geçti.
Fakat bunları hiç
açıklamadım.
Bir sabah, birdenbire
Mevlana’ya rastladım.
Şemseddin-i Mardini’nin de
bir taraftan geldiğini gördüm.
Şemseddin, derhal baş koyup
Mevlana’nın elini öptü.
Ben de, bu bilginler
bilgininin yaptığı gibi baş koyup Mevlana’nın elini öptüm.
Sonra Mevlana bana dönerek “
Mevlana Zeyneddin!
Şeriatta bir mesele vardır.
Senin de bunu okuduğunu
biliyorum.
Zaruret halinde ve öldürücü
bir açlık karşısında bulunan bir adamın leş ve haram şeyleri yemesi helaldir.
İnsanın yaşaması ve tamamıyla
yok olmaması ve dine faydalı olmak için bunu caiz (Uygun)
ve mubah (İşlenmesinde günah veya sevap olmayan)
görmüşlerdir.
Bu bilginlerin yanında
sabittir.
Tanrı erlerinin de öldürücü
açlık ve istiska (Şiddetli arzu etmek, susuz kalanın su
araması gibi) hastalığına benzer hal ve zaruretleri olur.
Bunu savmak için sema, raks,
vecit (Sevgi ve heyecan coşkunluğu ile kendinden geçme)
ve musikiden başka çare yoktur.
Bu olmasaydı, Tanrı’nın Celal
nurlarının ve tecellilerin (Görünür olması)
sonsuz heybetinden onların mübarek vücutları, temmuz güneşi karşısında kalmış
bir buz gibi erir ve yok olurdu.
ŞİİR:
“ Bu ruhani cesedi korumak
için güneş bulutun arkasına çekildi “
Peygamberlerin, bu hal
karşısında Ayşe Hazretlerine “ Benimle konuş”
demesi bunun içindir.
Bizi mazur gör.
O müthiş açlık ve o elim
susuzluk (Tanrı’da kendini yok etme), bizim
mülkümüz (Yaşam esası) olmuştur.
Bu haram, helalden,
Bu acılık,
tatlılıktan,
Bu küfür, imandan
daha üstündür.
Biz bunu âşıkların
dini yaptık.
MISRA:
“ Benim ne halde olduğumu
görüyor,
Niçin inlediğimi biliyorsun “
BEYİT:
“ Ruhumda çekişmeler var.
Çekenin kim olduğunu
biliyorum ”
“Bir an bundan kurtulmak
istiyorum.
Fakat ne yapayım ki, bunun
imkânı yok”
Âşıkların harabatı (Yıkık, viran) bayındırlık (Yaşayış
durumunun olgunlaşması) kabul etmez ve halleri de ibarelere (Anlatımlara) sığmaz.
ŞİİR:
“ Senin medresede topladığın
bilgiler başka bir iş,
Âşıklık başka bir iştir “
Buyurdu ve Zeyneddin ilave
ederek dedi ki:
Mevlana’nın heybetinden
vücuduma öyle bir hal geldi ki, kendimden geçip yere düşmüş ve epey bir müddet
öyle kalmıştım.
Kendime geldiğim vakit başımı
Mevlana’nın ayakları üzerine koyup mağfiret (Af)
diledim.
Tam bir samimiyetle halis bir
mürit oldum ve sema’ı sevdim.
Öyle ki, artık sema tamamıyla
ruhumun gıdası oldu.
Orada bulunan bütün bilginler
aferinler de bulundular.
Onların itikatları bir iken
bin oldu.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark
İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki M.E B. YAYINLARI
489
***
Neler öğrendik:
1.
Âşıkların
davranışlarını din ile kıyaslanmaması gerektiğini öğrendik.
2.
Âşıkların dinin
en uç noktasına ulaştıklarını, davranışlarının susuz birinin su araması gibi
çığlınca, karşı konulamaz bir istekle Tanrı’ya yönelik olduğunu öğrendik.
3.
Sakinleşmek için
kullandığı araçlara kınanmanın doğru olmadığını, hoşgörü ile yaklaşım
sağlanmasının gerektiğini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Bilgi her zaman yeterli
olmaz.
Anlamak, iz sürmek,
işaretlerin hedeflerine varmak, gerçeği tanımak, yaşamak ve yararlarından fayda
elde etmek ileri bir davranıştır.
Bilgi merakı giderir ama
yeterli fayda elde etmek için yaşamda doğru, ölçülü, fayda sağlayacak ölçüde
kullanılması için hazırlık ve bizzat yaşayış gerekir.
Bilgi yolunu aydınlatır,
muhtemel tehlikelere karşı uyarır, daha önce gidilmişlikten kolaylık sağlamak
için tarifler yapar.
Mevlevilik kendine özgü
davranışlara sahiptir.
Ölçüsü, sınırı başka bir
değerle ölçülemeyecek durumdadır.
Dinden asla ayrı değildir,
dine asla karşı değildir.
İmana, inanca ayrı bir
güzellik katar.
Çok kimse bu yaşam ve
düşünüşe tarif getirmek istese de akıl ve ifade buna yetmez.
Felsefi bir yol değildir,
hakikate giden bir yoldur.
Tanrı gerçeğini arayıştır,
Peygamber sevgi yolunu arayıştır,
Bu arayışla Peygamber yolunu
izler, bulur, yaşamına katar
Hazreti Mevlana’nın dediği
gibi “ Aşkı ancak aşk tarif eder “ mealindeki
sözünü hatırlamalıyız.
Âşık olmayan anlayamaz, akıl
erdiremez.
Bu bir nevi deliliktir, divaneliktir
ama başkasına zarar vermeyen, fayda veren, sonuçları itibariyle kişinin ve
çevresinin ve de gelecekte yaşayacak nesillerine kazançlı bir yoldur.
*
RAVLİ