31 Aralık 2012 Pazartesi

ŞEMSİ TEBRİZİ 36

Nihayet en düşkün biri varsa o da benim.
Bana demişlerdi ki:

Yetmiş yaşındaki bir kâfir eline bir desti su verir, kendini kurtarır.
Hazreti Muhammed'i (S.A.)'ı Ebu talib besledi, yüce sıfatlarını o terbiye etti, o imanı, bizzat onda buldu.

Biri o mümin değildir dedi:
Münafıkların başkanı o idi.
Gönlünde öyle bir şey vardı ki açıklayamadı, onun aksini meydana koydu ve ilâve etti, "Araştırmak dindir."

Ben, hayır, dedim, bu bir yanıltma (Safsatadır) dedim.
Bu konuda ne dersin diye sorarlarsa, "Araştırma Müslümanlık değildir, Müslümanlığı örtmektir," derim.

Allah'a ant içerim ki, o bengi suyu içen (Ebedi hayat olduğuna inanıp kabul eden), Allah'ı bilen kimsedir.

Yoksa üstünde lütuf deryasını (nasıl dalgalandırırdı?
Rastladığı herkesi Allah kulları ile birlikte düşünen, "Allah’ım kavmini doğru yola yönelt!" diyen Peygamberin yalvarması ancak Allah'a uymaktır.

Bana Allah elçisi hazreti Muhammed'in (S.A.) kitabı fayda vermez, bana önce Allah'ın (M. 326) kendi kitabı (kalp) gerektir.

Yoksa bin kitap da okusam yine karanlıkta kalırım.
Allah velilerinin sırlarını bilenler, onların kitaplarını okurlar.

Herkes bir hayal karıştırarak o sözlerin sahibini suçlar.
Ama hiç kimse kendini suçlamaz.

Demezler ki, bu küfür söz ve yanlış anlayış, o sözde yoktur.
O belki bizim bilgisizliğimizden ve hayal kurmamızdandır.

Ben Levhi Mahfuz'a (Gizli levhaya) kadar levhasına baktım gördüm ki, bir kalabalık toplandı.

Orada gördüm ki, falan münkir (İnkâr eden, kabul etmeyen) olmuş, birbirlerine Pehlevî dilinden (İran ve İsfahan ile o bölge halkının dili) manzum sözler yazıyorlar.

Nasıl hoşa gider mi bu manzara?
Bilsek ki hoşluk denilen şey dostlar derneğindedir.

Birbirlerinin yanlarında salınıp gezerler, yüzlerini gösterirler, o zaman birer-birer aralarında bir sevgi belirmeye başlar.

Aşk gelince onların parlaklığı kalmaz.
Bir şeyi bal içinde saklarsan taze ve hoş kalır.

Hava bal ile bu cisim arasına girmek için yol bulamaz ki onu bozabilsin.

Şam'da Heratlı Şahabeddin riyazetten (Açlıkla nefsi terbiye etme) o kadar yanıp tutuşmuştu ki, sanki bütün Peygamberlere göz kırpardı.

Derler ki:
Melekler kıskançlıklarından onun yüzünü halka çevirir, halk ile oyalamak isterlerdi.

Bu Şahabeddin ile hiç kimse halvete girmenin yolunu bulamazdı. Cebrail bile, bana zahmettir, derdi.

Bir gün de, benim varlığım bile bana zahmettir demişti.
Bütün bu yaslı hali ile bana, sen gel dedi, çünkü sen gönlümün huzurusun!

Ben de, mademki beni böyle vasıflandırıyor ona bir soru sorayım dedim ve şunu söyledim:

Bu söz bana ikilik getiriyor.

Bir saat başını önüne eğdi, o zaman içeriden iki yüz yerden yüz bin söz kapısının açıldığını tekrar kapandığını anlatmaya başladı.

Bu sözün açıklanmasında sonuna kadar konuştu ve dedi ki:
Böylece kendilerine ikilik gelen bir zümre vardır ki kuvvetli olurlar

Ama bunlar pek az kimselerdir.
Ben de kendi kendime dedim ki:

Sana o sayıları pek az olanlardan sorayım da buradan başla.
Bana cihanı dolaştırsan o tarafı hiç istemem, sormam. (M. 327)

Nihayet benim soruma geldik, bu yönden de söyleyecek sözü yoktu.
Bana Kuran-ı tefsir et, dediler.

Bizim tefsirimiz bildiğiniz gibidir dedim.
Ne Muhammed'den, ne de Allah’tan söz açarız.

Burada ben de kendimi inkâr ediyorum.
Ona diyorum ki:

Münkirlerdensin!(İnkâr eden, kabul etmeyen)
Git kendini kurtar, bize niçin baş ağrısı veriyorsun?

Hayır diyor, gitmem.
Böylece kalacağım.

Bunu inkâr eden benim nefsimdir, nasıl olur da sözümü anlamaz?
Bir yazı üstadı, üç türlü yazı yazardı.

Birini yalnız kendisi okur başkası okuyamaz, ötekini hem kendisi okur, hem de başkaları.
Üçüncü çeşit yazıyı da ne kendisi okur, ne de başkaları.

Söz söyleyen benim, ama bunu ne ben bilirim, ne de başkaları bilir!
Bazı ayetleri tefsir etmiyorlar.

Yani gerekli görmüyorlar.
Asıl gerekli olan şey, senin kendini kurtarmandır.

Niçin kurtarıyorsun?
Yani bu kolaydır, ama asıl işin çetin tarafı da odur.

Katır deveye dedi ki:
Sen pek az başa geçiyorsun, yani önde yürüyorsun, bu nasıl oluyor?

Deve cevap verdi:
Evvelâ benim üzerimde fazla bir yük var.

Bu ağırlık bırakmaz ki önde gideyim, sonra bedenimin iriliği, boyumun yüceliği, gözümün keskinliği sayesinde yokuşun başından bakar inişin sonuna kadar alçak, yüksek her tarafı görebilirim, nihayet ben helâl süt emmişim.

Sen haramzadesin, yani, pîçsin! (Karma karışık, çok dolaşık, kıvrımlı, büklümlü)  
Katır pîçliğini benimsedi, haramzadeliği kalmadı.

Onun pîçliği, inkârında (Yaptığını saklayan, gizleyen, yapmadım diyen, reddeden, doğruyu hakkı tanımayan) idi.

Çünkü haramzadelik, ayrılmaz bir sıfat değildir.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Bengi suyu (Ebedi hayat): Ruhun bedenden ayrıldıktan sonra da yaşamaya devam ettiğini bilen ve inananlar için kullanılan bir söz olduğunu öğrendik.

2.   Bengi suyu içenin Hazreti Hızır ve İlyas olduğunu öğrendik.

3.   Tevhid inancı ile kendini yok edip Allah ile var olanların Bengi suyu içtiğini öğrendik.

4.   Peygamber efendimizin “ Ölmeden önce ölünüz” sırrını anlayanların Bengi suyunu içtiklerini öğrendik.

5.   Bengi suyunun su olarak düşünüldüğündeki anlayış; Hakikati bilen, geleceği gören, doğru görüş sahibi olan ve Allah kaynaklı bilgilerden beslenen kişiler olduğunu öğrendik.

6.   Allah’ın kendi kitabı olan Kalbi bilmemiz ve yaşamamız gerektiğini öğrendik.

7.   Kitaplardan okuyup öğrenirken kendi hayallerimizin karıştığını asıl gerçeğe ulaşmakta güçlük çektiğimizi öğrendik.

8.   Aynı yazıyı değişik zamanlarda okuduğumuz zaman değişik anlarız, bunun sebebinin de bilgisizliğimizden ve hayal karıştırmamızdan meydana geleceğini öğrendik.

9.   Güzel sözleri şiirsel anlatımla söyleyen kişinin Allah inancı yoksa bu sözlerin kalıcı olmadığını öğrendik.

10.                  Hoşluk dostlar arasında olmakla oluştuğunu, sevgi kendini göstermeye başlayınca kişiye aşk etken olmaya başlar ve aşk gelince de dostların parlaklığının kalmadığını öğrendik.

11.                   Kişi arasında sevgi fazlalaşıp aşk gelince seven ve sevilenin arasını bozmak için yol bulanamayacağını öğrendik.

12.                  Söylenen her sözün ikilik getirdiğini çünkü anlatacağımızdan ayrılıp onu şekillendirerek tarif ile anlattığımızdan ikiliğe neden olduğumuzu, böylece birlikten ayrı düşüldüğünü öğrendik.

13.                  Önemli olanın kendimizi kurtarmak olduğunu, kendimizi kurtarmanın kolay olduğunu ancak bu kolaylığın elde edilmesi, istenilen yola getirilmesi, çözümlenmesi, işlenmesi güç ve engeli çok olan bir yol olduğunu öğrendik.

14.                  Başkasını eleştirmenin, suçlamanın, aşağılamanın kolay olduğunu çünkü ikilikle bu işi yaptığımızı öğrendik.

15.                  Kendini olduğu gibi kabul edenlerin değişip gelişebileceğini, olgunluğa ulaşabileceğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Kişi ne kadar kendini bilsek de yine yanlışlarına kılıf geçirerek saklar, doğru davranışlarını sergiler, kendimizi böyle kabul ederiz.

Aslında kendimizin gizli açık her şeyimizi biliriz ve örnek kişileri ölçü kabul ederek kendimizi tartıya koymaktan kaçınırız.

Kendimizi sevmek ve beğenmek hayata tutunmak için vazgeçilmez bir duygudur ki kimse bu duygudan vaz geçemez.

Önerilen davranışlar yerleşmiş duygulara zor tesir edemeyeceğinden, yeni tercihle kolayca değişemeyeceğinden kendimize zaman tanımamız gerekmektedir.

Yetersiz, değersiz, kalitesiz bilgilerden oluşan duygu ve his yapısı ve bunlara severek bağlanmamız bizi hareketsiz bırakabileceği gibi karışık birçok duygusal bulanıklığa ve aklımızın rahat çalışmasına engel olduğunu görmekteyiz.

Size sunduğum büyüklerimizin söz ve öyküleri ile gönlümüzü ne kadar çok doldurursak yersiz, değersiz, kalitesiz bilgilerin gönlümüzden temizleneceğini veya en az tesir eden duruma geleceğini göreceğiz.

Bu yoldan ayrılma, büyüklerin sohbetinden uzaklaşma önerisini de bu öyküleri ve öğütleri böylece yerine getirmiş oluruz.

Çerçöpü gönlümüzden böylece temizleriz.
Bu zamanda yüz yüze gelme imkânı kısıtlı olduğu için okuyarak maksadımıza ulaşabiliyoruz.

                                            *
Bengi suyu içinler yani Allah ile birlikte yaşayanlara ne mutlu.
Bunlar Allah ile yaşadıklarından ölümsüzdürler.

Nasıl ki Şems Hazretleri, Mevlana Hazretleri ve dostları her an bizle birlikteler ve bize yardım etmekteler.

Ölmüş olsalardı adı ve sözleri kalmazdı.
Bu gün büyük bir iştahla sözlerini ve yaşayışlarını öğreniyoruz ve bu öğrendiklerimiz yolumuzu belirliyor ve aydınlatıyor.

Allah’ın izniyle ruh gücünden bize yardım etmekteler, koruyup kollamaktalar.

Bunu sevgiyle bağlananlar gözle görmüş gibi anlarlar ve kabul ederler.
Merakını gidermek için öğrenenler için ruhaniyetten çok az faydalanırlar.

                                            *
RAVLİ

ŞEMSİ TEBRİZİ 35

Gördüm ki, ev ve bütün şehir halkı onun çevresinde dolanıyorlar, çarh vuruyorlar (Sema ediyorlar).

Kerametleri arasında bir nur gördüm ki hiç bir dille tasvir ve tavsif edilemez.

Yukarı baktım, evin tavanını göremedim, bana o sırada babam ah ey oğul!
Dedi ve gözlerinden iki ırmak gibi kanlı yaşlar boşandı.

O hal içinde başka bir şey de söylemek istedi, ama ağzı kilitlendi. Dudakları uçukladı, oradan gitti.

Onun aş evinde çuvallarla tuz sarf olunurdu.
Artık üst tarafını hesap et.

Ama bu saltanata rağmen zembil (Örme sepet) satar, toprak üstünde otururdu.
Bir kaç yoksulu yanına alarak onlarla birlikte yerdi.

Yarabbi!
Derdi, ben yoksulum yoksullarla düşer kalkarım, iş o iştir ama herkes bu cinsten olsaydı!

Ben şöyleyim ben böyleyim diye benlik davasına kalkışanlar beyinsiz kişilerdir.

Bu yermelerden, sert sözlerden maksadım şudur ki:
O sertlik ve kabalık onların içlerinden dışlarına çıksın da onlara bir ziyanı dokunmasa daima incinen ve hiç incitmeyen biri varsa o da ancak eşektir, derler.

Onda katlanma ve hoş görme son kertesindedir (Sınırında).
Benim için de incinmenin hiç yeri yoktur.

Çünkü varlığım kalmamıştır, incinme varlıktan olur.
Benim bedenim ise hoş duygularla doludur.

Niçin dış sıkıntılarını kendime mal edeyim.
Karşılık verme, sövüp sayma, kınama gibi duyguları atar, içimden kovarım,

Nasıl ki Hazreti Peygamber (S.A.) savaş dönüşünde "Artık küçük savaştan döndük, büyük savaşa başladık," buyurmuşlardır.

Büyük savaş nedir?
Oruç değildir, namaz değildir.

Bu topluluğun büyük savaşı, toplu geçinmektir.
Köpeklere birer kemik atarsın uğraşsın dursunlar.

Yani senin konuşman boştur, sen yemeğini ye.(M. 325)

Biri geldi, ah! Dedi:
Tatar akıncıları yetişti, ne fena olay!
Utanmıyor musun? Dedim.

Bu kadar zamandır kurbağalık davası güdüyorsun.
Tufan'dan niçin bu kadar titriyorsun?
Ördek olabildinse keyfine bak!

Üç oğlu olan o Padişah, onlara, aman sakının, olmaya ki, falan kaleden gecesiniz!
Diye öğüt vermişti.

Eğer o öğüdü vermeseydi onların da oraya uğramak hatırlarından bile geçmeyecekti.

Şehzadeler gittiler.
Orada anlatılması imkânsız olan bir dilber sureti gördüler.

Altında falan Padişahın kızı diye adı yazılı.
Biri geldi, ondan kızı istedi.

Padişah benim kızım yoktur dedi.

Hem kim onu ister de ondan bir nişan getirmezse kafasını uçururum, iki şah zade bu yolda başlarını verdiler.

Kızı isteyenlerin başları bir hendeğe atılmış, bu hendek tamamıyla dolmuştu, iki şehzadenin başı da aynı hendeğe atıldı, ötekilerine karıştı.

Bütün bu hikâyelerle huzurunuzu bozmayayım.
Yoksa bu nükte ilgili ayetler de vardır.

Bunların açıklanmasında ve Peygamber sözlerinin anlatılmasında, hele, altın öküz heykeli, dadı ile kız ve nihayet nişan göstermek gibi fıkralarda, şu anlamdaki ayette buyrulan,

"Sen sevdiğini doğru yola yöneltemezsin. Ancak Allah dilediğini hidayete eriştirir."
(Kasas suresi, 56) anlamındaki hitapta da bir işaret vardır.

O bir bahane buluyor ve istemiyor?
"Fakat birçokları bilmezler." (K. 63/7) anlamındaki ayete göre de o Müslüman’dır.

                  ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
 ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Yoksullarla birlikte olmanın değerini ancak olgun kişiliğe ulaşmış olanların anlayabileceğini öğrendik.

2.   Ben ve ben merkezli davrananların kendine özgü düşünce ve görüşle gerçek düşünceden gittikçe uzaklaşan, sersemlemiş, doğruyu düşünemez olduklarını, düzgün düşünemeyen kişiler haline geldiklerini öğrendik.

3.   Dış sıkıntılardan kurtulmak için karşılık vermemek, sövüp saymamak, kınama gibi duyguları içimizden atıp kovmamız gerektiğini öğrendik.

4.   Büyük savaşın toplu geçinmek olduğunu, ahlaklıların bir araya gelip iyi toplumu oluşturabileceğini öğrendik.

5.   Genel konularda konuşmanın dinlenmeyeceğini, değer verilmeyeceğinin bilincinde olarak konuşmalarımızın boş olacağını, kendimizi geliştirmek için uğraşmamız gerektiğini öğrendik.

6.   Doğru yola ancak Allah’ın yöneltebileceğini öğrendik.

7.   Tehlikeler ve problemler karşısında boğulup gitmeyecek kadar kendimizi hazırlayıp güçlü olmamız gerektiğini öğrendik.

8.   Sevdiğimizi doğru yola yöneltemeyeceğimizi, dua ederek doğru yola gelmesi için Allah’tan yardım istememiz gerektiğini öğrendik.

9.   Aklı az olanın tehlikeye doğru inatla gittiğini öğrendik.

10.        Önerilen doğru yola gidenlerin ancak Müslüman olanların olduğunu, diğerlerinin bir bahane bularak öğüdü dinlemediklerini öğrendik.

11.        Ördek olmanın hem uçabilir hem de su üstünde kalabilir olmak olduğunu öğrendik.

12.        Kurbağanın yalnız su altına ve az bir mesafe inebildiğini öğrendik.

13.        Kendi emeği ile rızkını kazanmanın doğru, beğenilen ve övülen bir davranış olduğunu öğrendik.

14.        Alçak gönüllü olanları olgun kişilerin beğendiğini öğrendik.

15.        Dünya mal ve para çokluğuna bağlamış olanların bunları kaybetme korkusuyla sinirlendiklerini, sakin bir yaşayıştan elde edecekleri güzellikleri kaçırdıklarını öğrendik.

16.        İncinme, incitme, katlatma ve hoşgörü davranışları ile karşılaşmanın hayatın bir parçası olduğunu öğrendik.

17.        Tanrı’nın bilmeyenler gurubunda tuttuğu  insana her ne kadar uyarsan, inceliğiyle anlatsak o kişinin yine aynı hataya düşeceğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Gelişmen, yücelmen, olgunlaşman, iyi bir hedefe ulaşman sevdiğin ve bağlandığına bağlı olarak kuvvet bulur.

Eğer uyarılara ve önerilere dikkat edip tercihini düzeltmiyorsan hatta inatla yanlış tercihinde ısrar ediyorsan sen bilirsin, sonuçlarına sen katlanacaksın.

Peygamberimiz bile zorlama yakmamış uyarı ve yönlendirme ile bize yol gösterip yolumuzu aydınlatmıştır.

Yaklaş kulum hitabını almayanlar elbette ki nasipsizdirler.
Yaklaş kulum hitabını alanlar bu rahmetin neresinde olursa olsunlar bir şekilde denize ulaşırlar.

Bu satırları okuduysan ey yaren senin de nasibin var demektir.
Aman bu yoldan ve bu yoldan gidenlerden ayrılma.

Bu yolun zorluğunu duyarsın ama bu zorlukları sevgiyle çok kolay ve hızla aşarak kendine yeni bir kimlik ve kişilik kazandırırsın.

Halka kendini beğendirmek için uğraşmak boş bir davranıştır.
Allah’ın beğenisini kazanırsan seni halk da sever beğenir.

                                               *
RAVLİ

30 Aralık 2012 Pazar

ŞEMSİ TEBRİZİ 34

Çocuklar birbirlerine Cüneyd-i Bağdadî'yi göstererek, işte bütün gece Allah yolunda uyanık duran adam, diyorlardı.

Cüneyd bunu işitince, olmaya ki onların zannını yanlış çıkaralım, dedi.

Daha önce her gün gece yarısına kadar uyumazken, o geceden sonra sabaha kadar uyanık kalmayı adet edindi.

Bugün ola ki, imanlı kişilerin inançları, bereketi, o kimsede tesirini gösterir.

Allah erleri kendilerini gizlemek yolunu araştırırlar, Allah ise bin türlü yoldan kendini açıklamak ister.

Uyanıklık önce Cüneyd’in canı gibi idi.
Sonradan dediler ki, sen çok zayıfsın, geceleri rahatça uyumaya bak!

Önce daima çalışmak gerektir.

Bir mürit geldi, Şeyhe dedi ki:
Rintler (Dinin hakikatlerini ve hakkını gösteren kişi) gibi geldik.

Şeyh şu cevabı verdi:
Allah dilerse sizi ve bizi rintlik makamına (Hak ve hakikate) eriştirir.

Ey Hoca!
Onların içinde bir şey olmadığı için böyle rahatça konuşurlar.

Bahtiyar (Mesut, mutlu, kutlu, talihli) odur ki, gözünü, gönlünü birlikte bağışlar.

Yazıklar olsun onlara ki, gözlerini verir, gönüllerini vermezler.
Sıkıntı ve kalabalık çoğalınca gönül penceresi açılır.

Kasıtsız olarak biri kapıyı çalar, .kapı açılır.
Şimdi (M. 323) bak ki, ilerisi yokuş olmasın!

İstesen de, istemesen de pencere açılınca her geçeni görürsün.
Ama kapalı olunca geçenlerin seslerini işitirsin bir zevk duyarsın. Ama nereye gidiyorlar?

Şairin dediği gibi:
Tozlar yatışınca altındaki at mıdır, eşek midir göreceksin.

Bu tozlar kaç defa çekildi, yatıştı.
Gördük ki altımızdaki Arap atıdır.

Bu dünya evi, insan bedeninin bir örneğidir.
İnsan bedeni de başka bir âlemin örneğidir.

Kel, kele demiş ki:
Bana derman bul!

Öteki kel de şu cevabı vermiş:
Eğer bende derman olsaydı kendi başıma sürerdim.

Ey Allah’ım, şöyle yap yahut şöyle yapma derler.
Hâlbuki şöyle demek gerektir:

Ey Ulu Padişah!
O testiyi al, şuraya koy.

Padişahlar için "Hayır, olmaz" demek kutlu düşer.
Çünkü o şunu yap, bunu yapma diye emreder.

Hazreti Peygamber (S.A.) benim elimde ne var?
Ben ancak Allah elçisiyim buyurdu.

Allah da ona: "Sen sevdiklerini doğru yola yöneltemezsin.
Ancak Allah dilediğini hidayete (Hak yoluna, doğru yola kılavuzlama) kavuşturur." (K. 28/56) dedi.

Yanıltma mı yapıyor?
Herkese "Göreceksin," deniliyor.

Bunu herkese söylemek nasıl doğru düşer?
Anadan doğma köre "Göreceksin," demek doğru olmaz.

Ancak yeter ki kendisinde varlığından biraz bir şey kalmış olsun.
Üst tarafı hep ruh olmuştur.

Yani kalk, bu gün şu varlık tozundan silkin!
Sen kancık huyluları tam olarak bilmiyorsun, erkekleri de tanımıyorsun!

Firavunun sihirbazları gibi sana erkeklik kudreti bağışlanmıştır. Kancıklık senden uzaklaşmıştır.

Mademki erkeği tanıyorsun, (Bil ki) böyle hatalı gören herkes erkekliğe lâyık değildir.

Arıyı görmez misin, dilediği yere konar, oturur.
Kasap kaç kere onu ete konmaktan vaz geçirmek istedi ise de aldırmadı.

Üçüncü defasında kafasına bir nacak darbesi indirdi, başını bedeninden ayırdı, arı yere yuvarlandı çırpınmaya başladı.

Kasap, ben sana demedim mi, her yere konma, diye homurdandı.
O bal arısı insanla beraber Allah'ın "Her türlü meyveden yiyin!" (Nahil suresi, 71) hitabını işitmiştir.

Şüphe yok ki her ne yerse yüce Allah'ın, "Onda insanlar için şifalar vardır.
" (Aynı ayet) buyurduğu bal meydana gelir.

Nasıl ki yine Ulu Allah, kutsal hadisinde "Göklerim ve yerlerim beni kapsayamadı ama ben bir mümin kulumun gönlüne sığdım," buyurmuştur.

Burada Allah'ın kalp, gönül dediği nihayet bir et parçasıdır, diyen gafil kişi, kâfirden daha sapkın, İsa Peygambere Allah'ın oğlu diyen Nasranî'den Hıristiyan'dan daha beterdir. (M. 324)

Yemekten korktuğun, yapmaktan çekindiğin şeyleri yeme ve yapma!

Âdemoğlunun kara yüzlülüğü yüzünden, sözden ibaret olan ben de harflerle birleştiğim için kara yüzlü oldum.

Bugün beni daha ne zamana kadar yüzü kara bırakacaksın?

Mayası olan herkesin mayasını Allah elçisi geliştirir, yola getirir; ama maya olmayınca neyi yola getirsin?

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Allah erlerinin kendilerini gizlemek için çeşitli çarelere başvurduklarını öğrendik.

2.   Çalışmadan bir şey elde edilemeyeceğini öğrendik.

3.   Mutlu, mesut, bahtiyar, talihli olmak için görüşümüzün ve gönlümüzün aynı olması ve sevgiliye birlikte vermekle, bağlanmakla olduğunu öğrendik.

4.   Hak ve hakikate ulaşmak için istekli olmamız ve çalışmamız gerektiğini ancak Allah’ın verdiğini öğrendik.

5.   Gönlümüzden mana âlemine bir pencere açmamız gerektiğini öğrendik.

6.   Kavga kargaşa, karışıklığın sona ermesi için sakince gözlem yapmamız, sonuçları görerek karar vermemiz gerektiğini öğrendik.

7.   Doğru yola Hak yoluna ancak Allah’ın kılavuzladığını, Peygamberlerin bile bu konuda sadece aracılık ettiğini öğrendik.

8.   Bizi amacımıza ulaştıracak, yolu gösterecek, yolumuzu aydınlatacak, severek bağlanacağımız kişinin asil olmasına dikkat etmemiz gerektiğini öğrendik.

9.   Kişi malına değil, Allah’ın nimet olarak verdiği ve serbest ettiği gıdalardan almamız gerektiğini öğrendik.

10.                  Özünde Hak olanın ancak geliştirilebileceğini, yola sokulabileceğini, ileri götürülebileceğini, yakınlık sağlanabileceğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Kendimizi, gönlümüzü temizleyerek hazır haline getirme uğraşısı içinde olmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Sonrası için Allah’ın takdiri ile bir şeyler oluruz, varabilirsek bu sayede bir yerlere varabiliriz.

Gönlümüzü dünyalık sevgilerden temizlersek oraya verilen görüntülerden, uyarılardan, müjdelerden yararlanırız.

Gönlün temizlenmesini büyüklerimiz tüm incelikleri ile anlatmışlar sayısız önerilerde bulunmuşlardır.

Bizim, bize uygun uygulayabileceğimiz önerileri dikkate alıp ciddiyetle hayata geçirmemiz ve gerçeklememiz gerekmektedir.

Bir şey yapmıyorsak, bir değişim gerçekleştirmiyorsak elde edeceğimiz kuru laftan öteye elde ediş olmaz.

                                   *
RAVLİ

ŞEMSİ TEBRİZİ 33

Ahmağın biri daima karları toplar, getirir su içinde saklardı.
Eğer kalırsa, ondan şu ciheti soracaktı:

Sen niçin bize benzemiyorsun?
Her ikimiz de aynı asıldanız yani sen cisimsin, ben ruhum yahut ben cisim sen de ruhsun demedin!

Başka biri bunu ben söyleyeyim, dedi. Allah, Peygamberine niçin "De ki, ben tek ve eşsiz Allah'ım" demedi de, şu hitapta bulundu:

"Ey resulüm söyle ki, O yani görünmeyen Allah, eşsiz ve tek olan Allah’tır." (ihlâs suresi, 1)

Çünkü dedi ama bu çünkü kelimesi peltek idi; Samet, içi boş karınsız demektir.

Karnı boş olan, olmayana delâlet eder ki, o da, Samet ulu Allah’dır. Bu onun eşidir, o da bunun eşidir.

Nasıl ki, kendisi sayıdan olmayan Ahad'de bu sayıların delilidir.
Yani sayısızlık da sayının delilidir.

Şimdi tekrar, "Nefsini bilen rabbini de bilir," sözüne gelelim.
Nefiste şüphe vardır, buna batmıştır

Koca-karıların âdetini koruyun!
Yani ey sen, her şey sen! Der.

Mademki her şey diyor koca-karı da bu her şey kavramına girer.
Şu halde bu sözü söylemek "Ben Hakkım" demekten daha iyidir.

Hakka ermiş olsan da, Hakkın hakikatine, iç yüzüne eremezsin, eğer hakkın hakikatinden haberin olsaydı "Ben Hakkım" demezdin.

Yani mürşidimiz (Yol gösteren, yolu aydınlatan) ve elimizden tutan kılavuzumuz diyor ki:

Koca-karıların âdetini koruyun sözünü bir koca-karıdan öğren.

Başka bir delil de Allah’ın varlığı hakkında onların sadece "Allah vardır," demeleridir, iyi bir öğütçülük ediyorsun ama ötekinin elinde de uzun bir ney var, iş o tarafta.

Menekşe filizlenmedikçe kokusu dışarı çıkmaz, ama yine menekşenin işini görürler.
Menekşeler öldükten sonra ırmak kenarında şarap içmenin ne tadı olur!

Beyit: (M. 320)
Senin güzelliğin belâ tuzağında bizi avlayan bir danedir.
O öyle bir mumdur ki, hep bizim pervanemizi yakar.

Ey sevgili senin zülfünün zincirini şundan dolayı seviyorum ki

O bizim divane gönlümüzün ayağına yaraşır.
Tozlar yatışınca altındaki at mıdır, eşek midir göreceksin.

Şeyhin biri dedi ki:
Yüz tane has müridim var ki açlıktan ölsem hiç biri bana bir ekmek vermez.
Hâlbuki bizimkiler böyle değil tamamıyla aksinedir.

Şeyhe dedim ki:
Yüz müridim var diyorsun, keşke bir tek müridin olaydı ve ilâve ettim:
Onunla da kaynaş, beraber ol!

Kadı Bahaeddin'e geldiler, dediler ki:
Falan derviş senin arkandan hakaret etti, o miskindir dedi.
Kadı öfkelendi.

Naiblerinden biri (Yakın yardımcısı), hele bir gideyim,' göreyim o dervişi, dedi.
Doğruca yanıma geldi ve sordu:
Kadı Efendimizi niçin yermişsin?
Bunu nasıl düşündün?

Ne söylemişim ki? Dedim.
O miskindir, demişsin!
Nihayet o miskinlerin işi ile uğraşır.

Hazreti Mustafa (S.A.) bütün yüceliği ile Allah'a şöyle yalvarırdı:
Ey Allah’ım beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve beni miskinler topluluğunda haşr (Topla) et, dedim.

Bir gün bazı Sahabe (Peygamberimizin dostları) Hazreti Muhammed'in (S.A.) yanına geldiler.

Burada bir kişi var ki, dediler, ne kâfirlerle uyuşur, ne Müslümanlarla kaynaşır.

Namaz kıldığını görüyoruz.
Oyunla ve gereksiz işlerle uğraştığını da görmüyoruz.

Onda divanelerin sıfatını da göremiyoruz, Akıllıların kısmetlerini arama yolundaki çabaları da!

Başka bir toplulukta yine onu anlatmaya başladı.
Efendimizin içine bir acıma duygusu geldi.
Buyurdu ki:

Şimdi onu görün, selâmımı söyleyin ve deyin ki:
Efendimiz senin yüzünü görmeyi çok arzulamaktadır.
Onu buraya çağırmayın, fazlaca incitmemeye çalışın!

Adamın yanına geldiler, önce selâm vermeye cesaret edemediler.
Bir saat sonra onlara cesaret geldi.

Kendisine iltifat göstererek Hazreti Peygamber'in (S.A.) selâmını söylediler.
Onun sevgisini, kendisini görmek hususundaki derin arzusunu açıkladılar.
O hep susuyordu.

Hazreti Peygamberin (S.A) kendisine zahmet vermemeleri hususundaki emirlerine uyarak fazla bir şey konuşmadılar.

Bir saat sonra da adamın Hazreti Peygamberi (S.A.) ziyarete geldiğini gördüler.
Bir aralık mecliste sessizce oturdu.
O susuyor, Hazreti Peygamber (S.A.) de susuyordu.

Hazreti Peygamber (S.A.) yerinden kalktı. (M. 321)
Adama hem gelişinde hem de gidişinde gönül alçaklığı gösterdi.

Ona "Senin üzerine bir ışık saçıldı, bu sana, büyük bir saçıdır," buyurdu.

Bizim medresemiz (Okulumuz) budur.
Bu etten yapılmış dört duvarın müderrisi büyüktür.

Kim olduğunu söyleyemem.
Onun mabedi de gönüldür.

Nasıl ki bazı Allah erleri "Kalbim bana Rabbimden haber verdi" demişlerdir.

Bayezid-i Bistami (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) daima hacca gidiyordu.
Vardığı bu şehirde önce oradaki şeyhleri ziyaret etmeyi sonra da başka işlerle uğraşmayı âdet edinmişti.

Basra'da bir dervişin yanına uğradı.
Derviş ona sordu:

Ya Ebâyezid?
Nereye gidiyorsun?

Bayezid cevap verdi:
Mekke'ye, Allah evini ziyarete gidiyorum.

Yanında ne kadar yol harçlığı var?
İki yüz dirhem.

Öyle ise kalk yedi defa benim çevremde dolan.
O paraları bana ver!

Bayezid yerinden fırladı para çıkısını kuşağından çözdü öperek Şeyhin önüne bıraktı, Şeyh tekrar söze başladı.

Yine sordu:
Ey Bayezid!
Nereye gidiyorsun?
Gideceğin yer Allah'ın evidir ama şu benim gönlüm de Allah evidir.

Ulu Allah hem o evin hem de bu evin sahibidir.
O evi yaptırdıktan sonra orada hiç oturmamıştır.

Ama bu ev yapıldıktan sonra hiç bir zaman buradan ayrılmamıştır.
Tövbe eden ve hacca gitmeye karar veren bir adam, ailesine de dua etti.

Hâlbuki onun tövbesi daima incittiği karısının Allah'a yalvarışının hayırlı bir sonucu olmuştu.

Çünkü kadıncağız erken bir seher vaktinde öyle bir ah çekti ki nerede ise evin tavanını tutuşturacaktı.

O gece kocası bir düş görüyordu, hemen yerinden fırladı, ağlamaya başladı, günahlarına tövbe etti.

Karısına, artık ben aile hayatından vaz geçtim, yüzümü hac yoluna çevireyim, hacca gideyim diye düşünüyorum ama seni böyle aya bağlı bırakmak da elimden gelmiyor, dedi.

Kadın şu cevabı verdi:
Yabancılık günlerimizde birlikte yaşıyorduk.

Şimdi tam birbirimizi tanıyıp anlaştıktan sonra ayrılığın ne yeri var? Ben de hacca giderim. (M. 322)

Çölde erkeğin ayağına bir Muğaylan dikeni saplandı, yaralandı kafile gitmişti.
O umutsuzluk içinde uzaktan bir yolcunun geldiğini gördü.

Şu gelen Hızır’ın hürmetine Yarabbi beni kurtar!
Diye yalvardı.

Karşıdan gelen yolcu ayağına yapışarak onu kervan kafilesine ulaştırdı.
Adam bu kurtarıcıya sordu:

Eşsiz Allah hakkı için söyle sen kimsin ki, bütün bu işler senin erdemli davranışının eseridir.

O ses çıkarmadı ve kızardı, sonra şöyle dedi:
Bunu neden merak ediyorsun?

Nihayet belâdan kurtuldun dileğine kavuştun!
Hac yolcusu:

Allah hakkı için dedi, kim olduğunu söylemezsen yakanı bırakmam!
Kurtarıcı cevap verdi:

Bana İblis derler.
Çocukların kitaplarında sana lanet olsun, diye beddua ettikleri iblis.
İşte İblise inanç besleyen, ona güvenle bakan kimse muradına erdi.

Allah elçisine imansızlıkla bakanlar da bu halin aksine olarak Ebucehil gibi düşkünlük ve perişanlık içinde yollarını sapıttılar.

Allah'ın sekiz yönlü gözü vardır ki, hiç kimse, "Ondan gizlenmeye" güç yetiremez.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:
1.   Su sözdür, asıl olduğunu öğrendik.

2.   Su tesirle kar, buz, buhar, kar, dolu olduğunu, tesir eden yok olunca aslına döndüğünü öğrendik.

3.   Samed kelimesinin anlamı; Hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şey kendisine muhtaç olan demek olduğunu öğrendik.

4.   Samet kelimesinin anlamının İçi boş karınsız anlamına geldiğini öğrendik.

5.   Ulu Tanrının Samed olduğunu öğrendik.

6.   Ahad kelimesinin anlamı; bütün sayıların bir’in çoğaltılmış hali olduğunu öğrendik.

7.   Bir varlığın çok özelliği olması başka varlık haline getirmeyeceğini öğrendik.

8.   Ben, haklıyım, Ben doğruyum Ben yeterliyim, Ben haklıyım ve bunun gibi Ben ile başlayan sözlerin yanlışlığa götürdüğünü öğrendik.

9.    Ben demekten vazgeçip Sen dememizin doğru olacağını öğrendik

10.                  Nefsi bilmek için uğraşıya başlayanların Ben demekten vazgeçerek Sen demeye başlaması gerektiğini öğrendik.

11.                  Koca-karı ilişkisinde Sen bilirsin, Sen haklısın, Sen doğrusun demekle çatışmanın sona erdiğini öğrendik.

12.                  Çokluğun önemi olmadığını, bir olmanın, onunla kaynaşmış ve beraber olmanın doğru olduğunu öğrendik.

13.                  İki Kâbe olduğunu, birini Hazreti İbrahim’in yaptığı Mekke’de ki, diğeri de insanın gönlünün olduğunu öğrendik.

14.                  Allah’ın Mümin kulunun gönlüne baktığını, gönlünde kaldığını öğrendik.

15.                  Miskin kelimesinin anlamının başkalarının işine karışmayan, bütün zamanını Allah’la geçiren kimselere denildiğini öğrendik.

16.                    Peygamber efendimizin miskinliği övmüştür ve miskinlerle beraber olmayı arzulamışlardır.

17.               Kâbe’nin duvarını ziyarete gidene şeytanın yardım ettiğini, Kâbe’nin sahibini gönül yolundan ziyarete gidenin hacı olunduğunu öğrendik.

İşte böyle yaren,

Miskin insanlar dil ile söylemezler, onlar gönülleriyle konuşurlar.
Yani dil kulak olmadan duyarlar, konuşurlar.

Gönlünü çer çöpten temizlemiş kişiler böyle konuşurlar.
Derviş belirli bir seviyeye gelirse kendisinde bu hal oluşur.

Mana âleminde söz söylenmeden bakışla soru da sorulur cevap da alınır.
Rüyada nasıl konuşmadan konuşursun söylenmeden dinler ve sözü anlarsan bunun gibi anlamalısın.

Ama manevi âlemde bu daha başkadır.
Bu miskin seviyesine gelmişlerin işidir.

Yoksul olan yani tek Allah’a muhtaç olanlarda olur.

                                *
RAVLİ

29 Aralık 2012 Cumartesi

ŞEMSİ TEBRİZİ 32

Bir zümre vardır ki, buyurun herkes başını dizleri arasına koysun, bir zaman murakabeye varsın, derler.

Bundan bir müddet sonra biri başını kaldırır, Arşın, Kürsi'nin yüceliklerini seyrettim, der.

Başka biri benim nazarım Arşı de Kürsi’yi de geçti, fezadan sonsuz boşluklara daldım, der.

Başka biri de ben yer öküzünün sırtını, denizde balığı seyrediyorum. Hatta bu öküzü, balığı koruyan melekleri görüyorum der.

Ben her görüşümde kendi arıklığımdan (Zayıflığımdan), zavallılığımdan başka bir şey göremiyorum.

Ben, iki ayağından asılmış bir kuş gibiyim.
Evet, asılmışım, asılmışım ama sevgilinin tuzağında asılıyım.

Artık kime hoş geldin diyeyim?
Ben zaten bunu istiyordum.

Ben iğ (İyilik) istemiyorum, iki türlü maden istiyorum!

Altın ve gümüş madeni, belki de madenden de mekândan da kurtulma yolunu arıyorum ki, ondan başkası benim işime yaramaz.

Nasıl ki başkalarına yoksulluk yaraşmaz, onlara varlık yaraşır.
Ancak insanı hakka götüren de yoksulluktur.  

Haktan başkasından kaçıran yine yoksulluktur.
Yani bir yoksulluk da vardır ki, insanı Haktan kaçırır, halka götürür.

B ey i t :
Gülden değil dikenden hoşlananlara
Minber yaraşmaz darağacı yaraşır.

Şiir:
Ey sevgili bak bir kere candan pek az bir şey kaldı
Bugün biraz daha derdimi çek!

Ancak bir şafak vakti kaldı
Güzel yanağının renginden gülfidanı gibi boyundan, sanki

(M. 318)
Gül ter içinde kaldı, ay da sıkıntı içinde...
Artık altınım gümüşüm kalmadı, bizden ne götürebilirsin?

Aşkımdan hatıra ancak kapında bir altın tabak kaldı.
Gönlümü dava ettin ama yolunda canımı da feda ettim.

Bundan daha büyük söz olur mu?
Üzerimizde bir hakkın kaldı.

Şu bir kaç gün de bari bizim zahmetimizi çek!
Çünkü ömrümüzün defterinden tek bir yaprak kaldı!

Şehrimizde hatırı sayılır bir Zahid vardı.
Bir gün kırlara doğru yollandı.

Ansızın bir köye geldi.
Zahid ve müritleri çok yorulmuş ve acıkmışlardı.

Köylüler, çabucak evlerine koştular, kuzular çevirdiler, kebaplar hazırladılar, birçok ağırlamalar oldu?

Köyün hocası koştu.
Zahidin önüne ekmek ve yoğurt getirdi.

Çok aç oldukları için iştiha ile tatlı-tatlı yediler.
Geçe yarısından sonra gelen köylüler de kebapları yaptılar, sofraları döşediler.

Fakat Zahid ne yapayım dedi artık iştahım kalmadı.
Köpeklere verin, yiyebildiğinizi yiyin, yiyemediklerinizi de köpeklere dökün.

Bırakalım yesinler bunu, yarına bırakmak olmaz deyince köylüler Şeyhin meclisinden ayak çektiler.

Bu adam bizi daha ne zamana kadar aldatacak diyerek, kâh nazlanarak, kâh inkâr yoluna saparak ondan baş çevirdiler.

Şeyh onlarda bir bozukluk görürse bunu kendi tarafına çeker.
Çünkü şeyhin rahmet ve şefkati, sonsuz rahmete bitişiktir.

Eğer şeyhin onlara karşı meyli kalmazsa bu sefer onlar Şeyhe itibar etmeye başlarlar; o da iş böyledir, der gider.

O, kaba tabi atlı değildir ki, herhangi bir sebeple öne geçsin.
Belki ancak Hakkın işareti ile ileri atılır.

Mutluluk o kimsededir ki, bir sebeple ve maksatla bir Şeyhe bağlanmıştır.
Çünkü bir zaman olur ki, ansızın o bağlantı artık bir karşılık beklemeden olur. (M. 319)

O zaman kendilerinden de sebepten de vaz geçer ve şöyle söyler.

Rubai:
Biz hiç bir hesaba sığmayız.
İşimiz çok, ama ney gibi içimiz boştur

İyi bakar ve kendimize gelirsek,
O zaman anlaşılır ki biz, hem bizden eksik, hem de biziz.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
 ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Herkesin murakabeye daldığı zaman kendi hayaline göre bir şeyler gördüğünü öğrendik.

2.   Murakabeye dalanın kendi zavallılığını, zayıflığını görmesi gerektiğini öğrendik.

3.   Kendi arzusu ile yoksulluğu seçenin Hakk’a ulaşabileceği öğrendik.

4.   Yoksul olup da başkalarında olanı görüp isteyenin Hakk’a gidemeyeceğini öğrendik.

5.   Söz söylemek veya söz sahibi olmanın yakışmadığını, ölmeden önce ölmek gerektiğini öğrendik.

6.   Sevgiliye av olmak ve sevgilinin onu yok etmesi ile onun kanında var olmak gerektiğini öğrendik.

7.   Aç olanın önüne geleni iştahla yediğini öğrendik.

8.   Karnı tok olanın yemek için naz ettiğini öğrendik.

9.   Mutlu olan kimsenin bir sebep ve maksatla bir öğreticiye bağlanmasından olduğunu öğrendik.

10.                  Eksikliklerimizi bilerek kendimizi kabul ettiğimizi öğrendik.

İşte böyle yaren,

Tanrı erleri Tanrının hükmünde olup davranışlarını bu emirlere göre yaparlar.

Tanrı erleri nazik tabiatlı olduklarından öne geçmek, üstün gelmek sevdasında olmadıklarını öğrendik.

Tanrı erlerinin nerede nasıl davranacağının belli olmadığını, kendilerini bildiklerini ve eksikliklerinin farkında olarak kendilerini kabul ettiklerini öğrendik, anladık.

                                      *
RAVLİ

Popüler Yayınlar