Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:
Bir
yerde ki şeyh bu delikanlıdır, ona olgunlaşması için daha yıllar gerektir.
Nasıl
olur da erlere hizmet eder, gece gündüz yanar yakılır?
Tavaya
konmuş sığır yağı gibi uzaktan kokusu geçtikten sonra kıpkırmızı olur?
Allah
erlerinin raksı lâtif ve hafiftir.
Su
üstünde yaprak gibi yürürler.
İçerde
dağ gibi, yüz bin dağ gibi ağır, dışarıda saman çöpü gibidirler. Hak benim
elimdedir, ama benimle birlikte değildir.
Hutbede
okuduğun bütün Allah sıfatları
«O öyle bir görücüdür ki, hiç bir
şey, onun görüşünden gizli değildir.»
Evet, bütün bu
sıfatlar görüyorum ki benim de sıfatlarımdır.»
Şiir:
İçi fesat dolu bu köpeklerden size utanç gelmez mi?
Siz, bu yularsız eşeklerden hiç arlanmaz mısınız?
Öbürü dinin süsüdür, ama küfrün de rengi ve kokusu;
Öteki mülkün kıvancı ama ülkenin de yüz karası, utancı…
Şu
halde dizgin gerektir ki dikkatle çekesin şimdi başka bir şair de şöyle söyler:
Beyit:
Âlim ile cahil arasındaki ayrıcalık, ancak şu kadardır:
Birinin dizginini çekersin, öteki başıboş ve yularsızdır.
Şimdi
nerede o dizgin çekme.
Şimdi
beni kendi halime bırak!
Onu
en azından zahir (Görünen) yönünden yemekten içmekten yasaklıyorum.
Çok
düşünüyorum ama gerektir ki, bana hiç ayak bağı olmasın; yemek içmek düşüncesi,
elbise ve çamaşır derdi bende olmasın.
Yani
sizin önünüzde olmasın, birlikte olalım.
Bir
vakit hizmet etsin, işte bu çirkin bir şeydir, şüphelidir de.
Kul
için bundan daha iyi bir sığınak var mıdır ki, elini Allah erlerinin ellerine
uzatsın da kurtuluşa ermesin?
«Dervişin her iki cihanda yüzü karadır,» buyrulmuştur.
Eğer
doğru söylüyorsan, halkı neye davet ediyorsun?
Kara
yüzlülüğe mi?
Eğer
yalan söylüyorsan senin tokadın hiç bir şey değildir.
Başka
biri, «Tahammül et!» der.
Söz
Allah’ın sözüdür, Allah sevgililerinin sözüdür.
Alâeddin’e
satranç tahtası alma!
Mevlana’nın
dostu isen bunu yapma!
Çünkü
onun öğrenim çağıdır.
Onun
vakti dardır.
Geceleri
uyku uyumuyor.
Ancak
gecenin üçte ikisini yahut daha az bir zamanını uyuyabilmekte. Her gün gerektir
ki, bir şey okusun, bir satır bile olsa bu lâzım. (M.190)
Ama
işitirse benden incinir.
Bana,
işimi öğretiyor, der.
Bu
sebepten Hakkı düşman bilirler, işlerine gelmeyen doğru
sözü dinlemezler.
Onlara
bir kâr kokusu gider, ürkerler.
Bu
çok garip şeydir.
Bazılarına
vakit geçirmek hoş gelir.
«Karanlıkta yürüyen yolunu şaşırır,» demişlerdir.
Bütün
vücudu dil kesilmişti.
Soruda,
cevapta terbiyesizce davranırdı, Hak âleminden hiç haberi yoktu.
Sizden
sonra, ne malını satan satış yapacak, nede mal alan müşteri alacak mal
bulacaktır.
İnsan,
Semâ vaktinde başkalarının giyinmediği elbiseleri
giyinir.
Namazda da başka zaman giyinmediğini giyinir.
Su
dağıtılan yerde bana bir, üveyik sesi ile bunlar ilham olundu. Onunla benim
aramda eskiden beri bir hekim var ki, o başkalarına söz verir, sözünden
dönerdi.
O,
böyle yerde nasıl olur?
Peygamberlerin,
velilerin aradıkları vecd (ilâhî sarhoşluk) halini onlara anlatsaydım, mest
olurlar, neşelenirler.
Hak
onların yüzlerinde, vücutlarında parlar, onlarda açıkça belirirdi.
Şiraz
dervişleri biraz insafsızdırlar.
Ancak
iş iyi gitmedi derler.
Vakti
gelince gazelden sonra raks edeceksin diye kararlaştırıyorsun. Bunda da
zorluklar çıkarırlar size.
«Ne türlü nefesler vuruyor, baş
sallıyorsunuz,» deyince, söz söylemez, gazel okumaz.
«Bu
nasıl raks?» deseniz, «Yandım bu ıstıraba, dayanamadım,» derler. Allah, «Ben
seni bu iş için tutuyorum,» buyuruyor.
Derviş
de, «Yarabbi yandım artık, bu kulundan ne istiyorsun?» diyor. Mademki yanıyorsun,
bu, cevheri kırma hikâyesini andırır.
Sevgili
aşıkına sorar, cevheri niçin kırdın?
Sevgili
cevap verir: «Ben, cevheri benden sorasın diye kırdım.»
Bu:
sır içindeki hikmet, şuradadır:
Rahmet deryası daima coşmak, dalgalanmak ister.
Bunun
sebebi de senin yalvarman, ağlayıp feryat etmendir.
Senin
gamının bulutları gelmedikçe, ilâhî bilginin denizi dalgalanmaz, coşup
köpürmez.
Şiir:
Anne yavrusuna meme verir mi söyle,
Yavru aç kalıp da ağlamayınca?
İçinde
ve dışında geçen değişiklikleri göremeyen, görmede, işitmede ve akıldaki
hikmeti anlamayan, âlemin nasıl idare edildiğinde şüphesi olan kimseler, bütün
peygamberlerin mucizeleri, velilerin kerametleri ile vahiy ve ilham
getirmelerini anladığı halde, henüz şüphede olanlar
derler ki:
«Acaba neden benim kısmetim geç kaldı?
Yahut bu iş neden böyle oluyor?
Kendiliğinden
mi oluyor? (M. 191)
Allah’ın
dilemesi yeter mi?»
Sonra
eğer Allah’ın merhametli, bilgin ve güçlü olduğunu (Kendini) bir aciz görürse
işi kabul eder.
Bir
topluluk Fırat ırmağının kaynağını görmeye gittiler.
Tam
iki yıl yol yürüdüler.
Nihayet
ırmağın, bir dağın tepesinden çıktığını gördüler.
Biri
hemen, «Ne hoş!» diye çarh vurarak suya atıldı.
Öteki
de arkadan atladı.
Bazılarını,
(onlara ne olduğunu Allah bilir), galiba onları aşağı çektiler.
Başka
ne olmalı?
Bazıları
da geri dönerek haber getirdiler.
Dediler
ki: «Oraya kadar gittik, âmâ arkadaşlar daha önce gitmişler. Başka bir şey
bilmiyoruz.
Denize
dalan kurbağa gibi bir ses çıkardılar.»
Adamların
anneleri kardeşleri toplandılar; bir türlü bu işe razı olmuyorlardı.
Nasıl
ki, kaz yavruları yumurtadan çıkınca anneleri karada gezerken yavruları da
anneleri ile birlikte dolaşırlar, denize girince de beraber girerler.
Su
kenarına gelenlerden bunları görenler:
«Vay
yavrucuklar gitti, boğuldu!» derler.
Zaman-zaman
dostları anmak ne gariptir.
Sen
de bu ayıklık makamında mest olup kalma!
Ola
ki, onun maksadı odur.
Yani
istiğrak (Allah’ sal hayale dalmak) makamında kalma; daha üstün bir mertebe ve
makam iste!
Ama
hayır bu onun işi değildir.
O,
olduğu yerde sayar, başka bir şey yapamaz.
Eğer
o yüksek mertebeyi isteseydi, o mertebe şarapla dolu bir testi gibidir.
Onu
boşaltırsan kadehe dolar ve der ki:
«Yine senin yanında olayım, başka bir yere gidemem!»
Hâlbuki
onun küpü onun gibi yüzlercisiyle dolup boşalmıştır.
Ama
yalnız küp, taşın karşısında zavallı kalır.
Pek
açık bir gerçektir ki, küp, taştan daima sakınır.
Kırıtırsa,
aslındaki parçalar yerinde kalır ama içindeki berbat olur; etrafa yayılır ve
bulaşır.
Yani
sır (gizlilik), küpün fitnesidir onlara açık ve susturucu bir cevap vermek
gerekir.
Çünkü
susmak suretiyle verilen cevaptan anlamazlar.
Yani
hoş geldin, güle-güle, sefalar getirdin gibi açık sözlerden anlarlar.
Kuran’da,
«Görmez misin senin Rabbin gölgeyi nasıl uzattı?»
anlamındaki ayetin yorumu nedir? (M. 192)
Sonra,
«Allah semaların ve yeryüzünün nurudur,»
Anlamındaki ayet ne diyor bize?
Mısra:
Gönlüm
öyle bir yere düştü ki, hiç sorma!
Eğer
benden faydalanmak istiyorsan gizlice alçak gönüllük
gösterip de Firavun gibi, yalnız kaldığın zaman,
«Allah’ım!
Sen benim ilâhımsın, ben de senin kulunum!» deyip, sonra herkese
karşı:
«Sizin en büyük Allah’ınız benim!»
(Naziât
suresi, 24) deme.
Zahirde
de batında da, hayır, demek gerektir.
(İç
âleminde ve dışa çıkardığın söz ve davranışta böyle bir hata yapılmamalıdır)
Cevapta
biraz düşüneyim de o vezir gibi hataya düşmeyeyim.
Acele, şeytan işidir.
Acele edenler, bir nakış ve suretten başka bir şey göremezler.
Çünkü
onlar, hep görünüşe bakar, nakısı ve sureti görürler. Günahlarından dolayı da
mağfiret dilemezler.
Tövbe, Âdemin ve
evlâdının sıfatıdır.
Hatada, günahta
direnmek de iblisin ve onun yavrularının sıfatıdır.
Allah ona, «Yemin et!»
deyince, o «Başın için!» diye ant içer.
Rumî’yi
Anadolu halkını ben yarattım; Türkü, Hintliyi, Arap’ı da; ama lanet olsun o
alçağa ki, senin gibi birini doğurmuş.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Tanrı’nın sıfatlarını görende Tanrı sıfatları
oluştuğunu öğrendik.
2. Ahlak bozukluğundan kendimizi kurtarmamız gerektiğini
öğrendik.
3. Doğruya, hakikate yönlenmekte direnenlerden
uzaklaşmamız gerektiğini öğrendik.
4. Bileni, bilmek isteyeni, öğrenmek yolunda olanı
yönlendirebileceğimizi öğrendik.
5. Cahil olana ne
yapsak onun yönlenmediğini, başıboş bir şekilde davrandığını öğrendik.
6. Ahlaklı olana dinin güzel bir süs verdiğini öğrendik.
7. Muhakkak surette yönlenebilir olmamız, cahilliğin ve benliğin
inadından kurtularak, doğruyu kabul etmemiz ve söylememiz gerektiğini öğrendik.
8. Mevlana Hazretlerinin devamlı okuduğunu öğrendik.
9. Selçuklu sultanı Alâeddin’le fazla vakit geçirirse
çalışmalarından, okumasından geri kalacağını öğrendik.
10.
Çok kişinin kâr kokusuna göre hareket ettiklerini, doğru sö işine
gelmezse Tanrı erlerine düşman kesileceklerini öğrendik.
11.
Gideceğimiz yolu
bilsek bile bu yolu aydınlıkta gitmemiz gerektiğini öğrendik.
12.
Sema vaktinde
sema yapan kişinin dünyalık örtülerden arınarak nurdan elbiseler giydiğini öğrendik.
13.
Namaz kılınacağı
zaman helal para ile satın alınmış elbise giymemiz gerektiğini öğrendik.
14.
Sema’da
ruhaniyetine ulaşamayan, ayak uyduramayan olunca sema edenlerin zevk alınamadığını,
istenilen sarhoşluğa ulaşılamadığını öğrendik.
15.
Sema edenlerin
yalvarmaları, ağlayıp sızlamaları, ah etmeleri, feryat etmeleri ile ilahi
bilginin coşup geldiğini öğrendik.
16.
Sema yaparken ve
namaz kılarken Tanrı’nın merhametli, bilgin ve güçlü olduğunu söyler ve inanır,
kendinin de aciz biri olduğunu söyler ve inanırsak, Tanrı’dan gelecek olan
kısmetinin gecikmeden geleceğini öğrendik.
17.
Acele etmememiz
gerektiğini, işimizde düşünceli ve bilgili davranmamız gerektiğini öğrendik.
İşte
böyle yaren,
Tanrı’yı
aramak yolunda değişik çalışmalar ile davranışlarımızın ve kişiliğimizin,
sözümüzün değiştiğini ve ilerlemeye devam etmemiz gerektiğini öğrendik,
anladık.
Bu
yol Tanrı’yı bulmaya kadar gider ama yol bitmez.
Tanrı’yı
bulduktan sonra Tanrı ile yol sonsuza kadar devam eder.
Her
an kendimizi Tanrı yolunda yenilemek ve değiştirmek gerekir.
Sadece
derviş olarak kalmak yeterli değildir.
Dervişlik
meyve ağacının meyve vermesi ancak yenecek kadar tatlılaşmamış durumudur.
Olgun
olmamız için çalışmalarımıza devam etmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.
*
RAVLİ