30 Nisan 2012 Pazartesi

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE İŞ KİME VERİLİR

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:
Biri Peygambere dedi ki:
“ Ey Tanrı elçisi!
Herkesi bana gönderiyorsun, bu arada sahabenin işlerini niçin buyurmuyorsun?”

Peygamber:
“ Evet” buyurdular ve devam ederek:
“ Sen güvenli adamsın, senin inanılır bir kişi olduğun açıkça bellidir.
Ben bu halkı kıyamet gününden uzaklaştırmak istiyorum.” Dedi.

Sahabe sizi taklit etmeyi göz önünde tutmuş ve sizi bizzat gözüyle görmüştür.
Size kıyamet işlerinden bir şey elbette bildirilmiş önümüze serilmiştir.

Başka insanlar için bu haberleri işitme ve hikâye yoluyla öğrenmeye imkân yoktur.
Çünkü sen o insan değilsin ki, zamanede bir eşin bulunsun.

Senin zamanından bir şey açıklanırsa, o sırrı herkese duyurmak bakımından çok sakınırlar belki de söyledikleri şeylerde yanlışlığa ve şüpheye düşerler diye çekinirler.
Belki o tek ve eşiz varlık seninle halvet olmayı (Baş başa olmayı) arzular.

ŞİİR:

Konuk sahibi herkese ziyafet çekti,
Âlemlere rahmet olsun diye cihanı doyurdu.

Çok tatlı yemekler en ağır konuklar için saklanır.
Tanrı’nın:
“ Ey inanmış ve kazanmış olan nefis!
Rabbine dön!”
(Fecir suresi 28) hitabıyla işaret buyurduğu gibi sen, bu ilahi nimete yabancı olan kimselerden değilsin.

Şeyh Muhammed dedi ki:
“ Söz alanı çok uzun ve geniştir, herkes dilediği gibi konuşur.”

Ben de dedim ki (Şems):
Söz alanı pek dardır ama mana alanı geniştir.
Sözden daha ileri geç ki, genişlik göresin!
Bu alanı seyredesin!
Bir bak ki, sen nasıl bir uzaksın yahut uzak olan bir yakınsın!

Şeyh Muhammed:
“ Siz iyi biliyorsunuz” dedi.

(şems)
“ Bizim söz ile işimiz yok” dedim.
Sen ne isen osun, ancak suret (Gördüğünden) yönünden daha ileri bak ki:
Topluluk rahmettir”.

Eğer seninle konuşmaya gelmezlerse bundan ürkme ve kaçınma çünkü suret (Gördüklerinin) arkasından konuşurlar, benimle tarikat (Yol) sırları hakkında bir şey konuşmazlar.

Çünkü hem dışarıda hem içeride yabancılar vardır.
Sen ancak yalnız kaldığımız bir zamanda gel!

Güzel huylu isen, sende kincilik, hainlik, hırsızlık yoksa gel!
Ama bu insan vücudunda gizli hıyanet ve hırsızlıklar da vardır.

Nasıl ki Davut Peygamber zamanında adalet zinciri göklere kaçmıştı.
(Yeryüzünde haksız işler yapıldığı zaman)
Bu hiç kimsenin bilmediği gizli hırsızlıklardan meydana gelmişti.

Ama zincirin kaçtığını görünce herkes bildi ki, bunda bir sebep vardır.
Bütün adalet olmasa dünyada gönül aydınlığından, zevkten ve sefadan ne varsa ortadan kalkar ki, bu da sebepsiz değildir.

Tanrı bir topluluğa verdiği nimetini, o topluluk nefislerinde bir bozukluğa bir değişikliğe uğramadıkça ellerinden almaz
(Enfal suresi 53)

Eğer sen kendi temizliğini, iyiliğini gözetir, o gizli hainliklerden içini arıtırsan, sendeki iyilik ve temizlik daha da ileri gider.

Ey Hakk yolunun gerçek yolcusu gönlünü hoş tut!
Çünkü gönüller okşayan o ulu Tanrı senin işini onarmaya uğraşıyor.

“ O, her gün başka bir işle uğraşmaktadır”
Rahman suresi 29)
O, ya arayanın, ya aranılanın işiyle meşguldür.

Bu ikisinden başka her kim ne söylerse ahmaklık (Akılsızlık) etmiş olur.
Öyle bir kimse her ne kadar kendi ahmaklığını görmez, ancak ilahi görüşe sahip ve her şeye Tanrı nuruyla bakan erenlerdendir ki, hünerin ve ince görüşün ne olduğunu anlar ve bilir.

İlahi görüşlerden uzakta kalan gözlerde ancak ahmaklık ve perde vardır.

Şimdi ey dost!
Yüce Tanrı senin işini başarmak ve onarmakla meşguldür; hem görünürde, hem görünmez âlemde sizinle uğraşmaktadır.

Sizi hiç ihmal etmez, şu ayette buyuruyor ki:
Siz ancak Allah dilerse isteyebilirsiniz”
“ Allah bilgin ve bilgedir
(İnsan suresi 30)

Yani ey Mustafa (s.a.) sen ne istersen o bizim isteğimizdir.
Nefis değildir, heva değildir.

Bazı kimseler de derler ki:
Buradaki isteyemezsiniz sözü, sahabeye ve ümmete söylenmiştir.

Yani söz isteyemezsiniz, doğru yolu aramasını da bilmezsiniz: ben ki Tanrı’nın elçisiyim, ben isterim.

BEYİT:

Esrar hazinesinin düğümünü çözmek için,
Muhammed (s.a) elinden ve gönlünden başka anahtar yoktur.

                   ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***
Neler öğrendik:
1.    Güvenilir ve inanılır kişiye yapılması gereken iş verildiğini öğrendik.
2.    Peygamberin ümmetini kıyamet dehşetinde acı görmemeleri için kurtarmak için uğraştığını öğrendik.
3.    Mana alanının geniş olduğunu, sözün manayı ifade etmede yeterli olmadığını öğrendik.
4.    Sadece gördüğümüzle yetinip karar sahibi olmamamız gerektiğini daha ilerisine, daha geniş ve derin bakmamız gerektiğini öğrendik.
5.    İçinde olup gereği gibi tanıma olmazsa içinde fakat uzak dendiğini öğrendik.
6.    Uzak gibi görünüp de bilerek ve tanıyarak yakın olunduğunu öğrendik.
7.     Görünen yollar olduğu gibi görünmeyen sırlanmış (Gizlenmiş) yollar olduğunu öğrendik.
8.    Bizim doğruyu bildiğimizi anlayanların yanımıza gelmediklerini öğrendik.
9.    Sırların herkese söylenmediğini ancak uygun olana söylendiğini öğrendik.
10.                      İnsan vücudunda gizli hıyanet ve hırsızlıklar da olduğunu öğrendik.
11.                      Tanrı’nın verdiği nimetleri kendi çıkarına göre yorumlayarak hırsızlık yapanı Tanrı’nın bu nimetlerden mahrum ettiğini öğrendik.
12.                      Kendi temizliğimizi, iyiliğimizi gözetir, o gizli hainliklerden içini arıtırsan, bizdeki iyilik ve temizliğin daha da ileri gideceğini öğrendik.
13.                      İlahi görüşle bakmak gerektiğini öğrendik.
14.                      Doğru yolu bulmak için peygamberimizin istediği ve beğendiği biri olmamız gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Güzel huylu isen, sende kincilik, hainlik, hırsızlık yoksa velilerin kabul ettiğini, başkalarından gizlice sırlar verdiğini, Tanrı’nın bizim işlerimizi başarmamız için yardım ettiğini öğrendik, anladık.

Tanrı’dan söz peygamberimize geldiğini ve sonra peygamberimizin bize söylediğini öğrendik.
Peygamberimizin ölümünden sonra vekillerinin sözleriyle dünyanın şenlendiğini öğrendik, anladık.

Tanrı yolunda olanların gönlünü hoş tutup yoluna devam etmesi gerektiğini öğrendik, anladık.
                                       *
RAVLİ

29 Nisan 2012 Pazar

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE KENDİNE BİR AYNA ARA

(Perde, karanlık, gece ifadesi: Hakikate, doğruya, istenilen faydaya engel olan veya gizlenmesi gerekeni gizleyen manasında kullanılır)

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:
Yani bu peygamber, ümmetine olmayan iki şey bıraktı.
(Biri Kuran, diğeri sünnet- veda hutbesine bak)
 Belki o vardı da önüne bir perde çekilmişti.


Büyü yaparlar, konuşurlar uğraşırlardı ki, bu perdeyi kaldırsınlar.
Bütün peygamberlerin öğütlerinin özeti şudur:

Kendine bir ayna ara!

Şimdi cevap vereceksen uygun söyle, yani nasıl ki kanatlı bir kapının karşılıklı her iki kanadı iyi takılınca birbirinden ne eksik ne fazla gelirse sen de öylece soruya uygun karşılık ver.

Padişahın biri diyor ki:
Bana gelen kimsenin ben konuşmadıkça söze başlamamasını istiyorum.
Ben bir şey sorunca da uygun cevap versin, hiç fazla söz söylemesin

Bir ziyaretçiye sordu:
Karın var mı?
Cevap verdi:
Bir karımla üç çocuğum var” dedi.

Şah hiç iltifat etmedi:
Buna yol verin” dedi.

Ziyaretçi şaha bir kâğıt yazdı ve dedi ki:
Tanrı Musa peygamberden” Elindeki nedir?” diye sordu, o da “ Bu sopamdır, üzerine dayanırım, bununla koyunlarımı sürerim” diye sözü uzatmadı mı?”

Şah kâğıdın altına şöyle cevap yazdı:
“ Musa’nın sözü uzatmasında başka bir hikmet var idi, ama akıllı kişi soruya uygun cevap verendir.

Birine sordum:
Sen nerede oturuyorsun?
O.
Külhanda” dedi.

Bu yalandır, gerçeğe uygun değildir.
Oturduğu yer tek bir külhandan başka değildir.
Bir yerin aynı zamanda iki kişi tarafından işgali imkânsızdır.
(Külhan işyeridir, başka bir yerde oturur.)

Bu büyükler ve ergin kişiler ki, şu varlık âlemi onlar için var olmuştur.
Onlar için de bir perde vardır.

Bundan dolayıdır ki bunlar zaman-zaman sırlardan bahsederler.
Tanrı ile birlikte, şaşkınlık ve ıstıraba düşmezler.

Başka bir vakitte perde yoktur.
Sırlardan bahsediyorum, söz söylemiyorum.

Acaba bu büyükler nasıl olur da söze de yer verirler?
Bunlar arasında Beyazid (Bistami), o gibi kimselerden değildir.

Hâlbuki peygamberler, kitap getiren resuller bunlardandır.
Meğer sözden mest (Sarhoş) oldular, uzaktan bu hallerini saklamadılar, yazmadılar.

Yüz bin küp dolusu şarap, Tanrı sözünün verdiği neşeyi veremez.
Kuran’ı bilenler çok dar bir yerdedir.

Önce sözü anlayan ve bilenler, Kuran’dan bir çare bulur, dar yerde kalmazlar.
Çünkü daha önce Kuran’dan aldıkları neşe ve geniş ilham Kuran’ın manasını açıklayabilirler.

Nasıl ki şöyle denilmiştir:
ŞİİR:

Geceye dedim ki uzan uzanabildiğin kadar,
Şimdi o dolunay uykudadır.

Yani gece her ikisi ile başkaları arasında perde olduğu için yahut bir utancı varsa kendisi ile sevgilisi arasını perdelediği için geceye böyle hitap edilmiştir.

( Seven ve sevilenin bir arada olduğu başkaları tarafından görülmesin diye oluşan perde (Karanlık))
(Veya sevgilinin huzuruna kabul edilmesine engel olan bir utanç varsa perde açılmaz böylece görme olmaz)

Biri dedi ki:
Ey Tanrı peygamberi, ben o karanlık ve soğuk ikiyüzlü araba senin peygamberliğine yaraşan sıfatları nasıl söyleyebilirim?”

Hazreti peygamber şöyle buyurdu:
Gerektir ki sana bütün Araplar perde olmasın.
Bu Arap sana perde mi oldu?”

O kişi:
Ama ey Tanrı resulü o inkârcı ve düşmandır” dedi.
Hazreti peygamber:
Bu sefer şu cevabı verdi:
Senin bu kötülemenin ona ne faydası var?
Ancak Hak sözü ile onun başını kaldırabilir, ona bir sevgi aşılayabilirsin, ola ki gerçek sözün ona bir faydası olsun
Geceye uzun dedim.

Bizim çömezlerimiz (Ders alanlar), o yarım işte, onun perdesidir, onun gecesidir.
Aramızdaki kıskançlıkların inadına Tanrı’ya af dileklerimizi uçuruyoruz.
Tanrı’ya şükürler olsun; mademki uçuruyoruz (Bu sıkıntı gider) gider.

Gücün yeterse düşmana hoşgörülükle, sevgi ile bak!
Bir kimsenin kapısına muhabbet yönünden gidersen ona hoş gelir.

İsterse düşman olsun.
Çünkü o senden ancak kin ve sertlik beklerken sevgi görürse hoşuna gider.

 
                   ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***

Neler öğrendik:
1.    Bizi bize olduğumuz gibi gösterecek (Söyleyecek) doğru sözlü biri olması gerektiğini öğrendik.
2.    Peygamber efendimizle ve Kuran’ı kerimin indirilmesi ile perdenin aralandığını, bilinmesi gereken çok şeyin açıkça görünmesi sağlandığını öğrendik.
3.    Her şeyin karşılığını vermemiz gerektiğini öğrendik.
4.    Sorulan soruya uygun cevap vermemiz gerektiğini öğrendik.
5.    Eksik veya şaşırtmalı cevabın kabul edilmeyeceğini öğrendik.
6.    Büyük bile olsalar Tanrı’yı görmeye engel olan perde olduğunu öğrendik.
7.    Sorunumuza Kuran’a bakarak ve oradaki konumuzla ilgili sözü anlayarak sıkıntıdan kurtulma yolu bulabileceğimizi öğrendik.
8.    Kuran okumaktan oluşan sevinç ve anlayış genişliğinden ve ilhamla bunun desteklenmesinden daha da iyi hakikati anlayacağımızı ve açıklayabileceğimizi öğrendik.
9.    Tanrı sözü ile bir insanı yanlış yoldan kurtarıp doğru yola yönlendirebileceğimizi öğrendik.
10.                      Tanrı erlerinin arasındaki olan kıskançlıkların onlara perde olduğunu, Tanrı’dan af istendiği için perde olması durumundan kalktığını öğrendik.
11.                      Düşmanımıza bile hoşgörülü ve sevgi yönünden iletişim kurmamız gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,
Çok bilsen de, büyükler arasında ismin söylense de yine bir perde ile Tanrı’ya ulaşmanda engel olduğunu öğrendik.

Kuran-ı Kerimden Tanrı sözlerinden sarhoş olanlar çok az söz söylerler.
Kuran-ı Kerimden sarhoş olmak en alt düzeyde anlatımla şöyledir.

Tanrı neyi yapmamız, neyi yapmamamız gerektiğini Kuran-ı Kerimde bildirir.

Eğer bu söylenenleri çoğunu yapıyorsan Tanrı tarafında olduğun için sevinç duyar sarhoş olursun.
Eğer söylenenleri yapmıyorsan Tanrı’ya karşı durumdasın ki korkular seni rahat bırakmaz.

Sonuç olarak hakikate ulaşmamıza engel olan görünen ve görünmeyen, yakın ve uzak olan, dikkatsizliğimizden veya bilgisizliğimizden ve benliğimizden kaynaklanan bize perde olan engellerin çok olduğunu öğrendik, anladık.

Hak sözünü anlamaya çalışarak ve hoşgörülü ve sevgi yaklaşımında olarak bize perde olanların çoğundan kurtulabileceğimizi ve başkasını kurtarabileceğimizi öğrendik anladık.
                                     *
RAVLİ

28 Nisan 2012 Cumartesi

GÜNAH İŞLEYENE NE YAPILIR

*Ulu tanrı dedi ki:
Ey Musa, Karun, zarı-zarı ağlayıp inleyerek seni tam yetmiş kere çağırdı da.

Bir kerecik olsun cevap vermedin.
O çeşit bir kere bana hitap etseydi.

Ruhundaki şerrin (Kötülük, fenalık) dalını kökünden söker, sırtına din elbisesi giydirir giderdim.

Ey Musa, sen onu yüzlerce dertle helak ettin…
Baş aşağı toprağa batırdın.

Eğer onu sen yaratmış olsaydın bu kadar çabuk azap etmezdin, mühlet verirdin ona!

Merhametsizlere bile merhamet eden Tanrı merhametlileri, insanlara velinimet ( Birine, etkisi yaşadığı sürece devam eden iyilik, bağış) eder.

İhsan (Bağışta bulunma) denizini, hiç kimseden esirgenmez…
O denize karşı bizim günahımız buluttan dökülen bir katrecikten ibarettir.

Bu derece, lütfü ( Hoşluk, güzellik, iyilik yönünden yaklaşım), bu derece isyanı bulunan, nasıl olur da bir görünüşe kapılıp bulanır, huyunu değiştirir?

*Günahkârları ayıplayan kişi, kendisini cebbarlar (Zorbalar) arasına katar, kötülerden olur gider!

                                 ***
MANTIK AL- TAYR 1 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri.
M.E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
                                ***
Yaren,
Hz. Musa amcaoğlu ve eniştesine olan Karun’dan üç şeyden dolayı kızdı.

1.Dünya sevgisine bağlanma dedi.
Bağlandı. 

2. Zekâtını ver dedi.
Vermedi.(İlahi emre uymadı)

3.İftira etme tuzak kurma dedi.
Kurduğu için hem de kendisine.

Karun’un bu günahkâr durumuna rağmen Tanrı ayıplanmasını istemiyor.

Onu yaratan, o hazineleri veren, Tanrı’dır.
Onun işinin sırrını bilemeyiz.

Bize düşen kendi ahlakımızı korumamızdır.

Bize düşen hizmeti yapmamızdır.

Huyumuzu bozmamamızdır.

Ceza kısmını Tanrı’ya bırakmak gerekir.

Ayıplamana bile izin yok.

Yargı ve cezayı hesap görücü tanrı’ya bırak.

Bize düşen bu olaylardan ibret (ders) almak, yaşamımızı düzeltmek ve düzenlemek suretiyle Tanrı’nın beğendiği bir kul olma yolunda elimizden geleni yapmaktır.
                                                             *
RAVLİ

ŞEMS-İ TEBRİZİ VE TANRI YOLU

Şems Hazretlerinin bir sohbette söyledikleri:
ŞİİR:
Senden ayrıldığımdan beri gözlerim karardı.
Gözlerimin bulutlarından yağmurlar gibi yaşlar aktı.

Âşıkların sohbetinde şu yönden bir heybet vardır ki, insan:
“ Acaba bendeki, kendi kendini ayıplayan nefsimin hakikatine kanmış bir hale gelmesi için gösterdiği gelişme arttı mı?
Belirmeye başladı mı? Diye düşünür.

Gerçek aşk için söylüyorum, yine gerçek araştırmadan bahsediyorum.
O anma ve araştırma ki, bir dilekten ibarettir.

Senden, Hakkı aramak hususunda yükselmiş bir ses değildir.
Yani, “ Keşke olsaydı yahut nerededir o?” gibi sadece bir anmadan ibaret olur.

Gerçek bir aşıkın eski pabuçlarının tozunu, bu zamane şeyhlerinin, âşıklarının başına değişmem.
Gece oyuncuları gibi perde arkasında hayeller gösterenler, o sahtecilerden daha iyidir.

Çünkü onların hepsi, hokkabazlık yaptıklarını söylerler, oyunlarının bir hayel olduğunu gizlemezler.

Ekmeklerini kazanmak için, yoksulluktan ötürü bu işi yaptıklarını açıkça söylerler.
Bu yönden, bu oyuncular, ötekilerden üstündürler.

Ona bir yol ile bir söz söyledim ki, bunu başkasına söylesem incinirlerdi.
O diler ki, hevâ ve heves kendisini yukarıdan ve aşağıdan, her taraftan sarsın; İşte o zaman ondaki parlaklık ve sözlerindeki güzellik hevâdan gelmiştir.  

Ondan ayrılan her hevâ dalgacığı yine kendisine döner.
Bu söz ona erişince hoşlanır.      

O, hevâ tekrar alçalınca onu da alçaltır.
O, bu sözden de hoşlanır, işine gider, kendi sözü kendisine senet olur.

Gerektir ki, ona medreseden bir nasip olsun da sevgisi ve muradı yerine gelsin.
O, artık herkesle şakalaşır, üstü başı yenilenir, bazı ululara ve yabancılara                                                              karşı fenalık düşünür, Dervişlere karşı saygı göstermez, onları gözetmez olur.     

Benden daha akıllı kim vardır?
Ben Sirâceddin’den bilgi öğrendim, bana kim akıl öğretebilir?

Tanrı’yı arama yükünü başında taşıyabilecek benden daha yetkili kim olabilir? Diye kuruntulara kapılır.

Başta gelen şeyhlerden bize varıncaya kadar gelip geçenler, bir takım sınıflara ayrılırlar.
İşte baştan başlamak gerek.

Hevâ ve heves bahsinde kalmıştık.
Buna, çeşitlidir denilemez.

Senâi başka, Seyyid başka, o başka demek imkânsız.
Hatta daha kötü bir divane bile bundan bahsetmez.

Nihayet, bir yıl bu huyunu terk et, yalvarmalar ve niyazlarla (Yalvarıp yakararak) sırtına bir hırka götür,
Seni genç bir Ermeni kölesi gibi satarlar.

O havadan geçinmeyi bırak.
Sen hevâ ve heves için yaratılmadın.

Açıklama:
(Tanrı’ya kulluk etmek için yaratıldın, başka insanlara hava atmak, üstün olmak için değil.
Derviş olmaya çalışmalısın.
Derviş gibi birlik alçak gönüllü olmaya çalış)

Bu öğüdü canında sakla. 
Olmaya ki, bunu kırık dökük sözlerle halka söyleyesin, de onları incitesin!

Sevgilisine kavuşan âşık naz eder.
Ama sevgiliye kavuşmadan önceki naz hoşa gitmez.

Yukarıda sözü geçen vezir, “ Bu mücevheri nasıl kırayım?” dedi.
“ Nasıl kırabilirsin?” Gözüne bir buse kondurdu.

Şimdi bu hareketiyle, yani vezirin gözünü öpmekle, aradığı gafil adamı bulduğunu gösteriyordu.
Hâlbuki yaptığı denemede akıllı bir adam arıyordu.

Biri mecliste çok hareketli olan bir adama iltifatlar göstererek sordu:
“ Kendi kendinize hep alıp veriyorsunuz. Bu hâl icabı mı olsa gerek?”

Dedim ki:
“ Hareket iki türlüdür.
Biri işkence edilen bir adamın çırpınması, sopadan kıvranması gibidir.

Öteki de Lâle bahçelerinde, reyhanlar, yabani güller arasında gösterilen canlı hareketlerdir.
Sen de her hareketin arkasından koşma!”

ŞİİR:

Muma koşan pervane de bu sevdadan gitti,
O nura koştu ama ateşe düştü.

Şimdi mademki o bir ateştir, onun çırpınması da ateşten ileri gelmektedir.
Tanrı erleri hakkında da böyle düşünmek gerekir.

ŞİİR:

Nergis gözlerime kötü bakışlarla bakıyordu,
Onu kendi varlığının çemberinden görüyordu.

Bilmiyorlar ki bu iş tersinedir.
Ateşe gider ama nura düşer.
Kendini andığın dosta o nazarla bakma:

RÜBAİ:

Bırakmıyorum ki, gönülde düşünce olasın,
İstemiyorum ki, gözlerde değersiz kalasın;
Seni canımda saklıyorum, gözümde gönlümde değil
Ta ki son nefesime kadar bana yâr olasın!

Kahır (Zorla iş gördüren), kendi gözüyle lütfe ( Hoşluk, güzellik, iyilik yönünden yaklaşım) bakarsa hep kahır görür.

Bir Tanrı kulu bir kâfire dedi ki:
“ Sen de Allah’ın kulusun ben de.
Fakat sen onun kahır sıfatından, ben ise lütuf sıfatından yaratılmışız.

Lütuf sıfatı, kahır sıfatından üstün gelir.
Kahırdan vazgeç de lütfe bağlan onun tadı daha hoştur.

                   ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
                    ***

Neler öğrendik:
1.    Tanrı aşığın şeyhten üstün olduğunu öğrendik.
2.    Geçimini sağladığını söyleyen sihirbazın, geçimini sağladığını söylemeden din adamlığı yapandan üstün olduğunu öğrendik.
3.    Kendi kendine öz eleştiri yapılmasını, kendi kendine yaptığı yanlıştan dolayı kişinin kedini kınaması gerektiğini öğrendik.
4.    Tanrı’yı anma ve istemenin bir dilek olduğunu, bu dileği gerçekleştirmek için uğraşının farklı olduğunu öğrendik.
5.    Oyun yaparak boş övgü kazananlar kendilerine övgü gelince yükseldiklerini, gelmeyince gelmediği zaman alçaldıklarını; delilinde şahidinde kendinde başladığını, kendinde bittiğini öğrendik.
6.    Bilgi öğrenmenin kolay olduğunu, akıl öğrenmenin zor olduğunu öğrendik.
7.    Okul bilgisinin ve diplomasının gurur verdiğini, kendini en yetkili olarak gördüğünü, hakikati bilen diğer kişilere değer vermediğini ve gerekli saygıyı göstermediklerini, fenalığa yöneldiklerini öğrendik.
8.     Tanrı’yı arama yolunda olanlara o başkadır, bu başkadır dememenin yanlış olduğunu bunların hepsinin bir yolda olduğu için ayrı ve farklı görmenin yanlış olduğunu öğrendik.
9.     Halka hava atmak için yaratılmadığımızı, Hakk’a kulluk için yaratıldığımızı unutmamamız gerektiğini öğrendik.
10.                      Alçak gönüllü olarak birlik yolunda yol almamız gerektiğini öğrendik.
11.                      Her estirilen havanın ve şişirilerek büyütülmüş kişinin peşinden koşmamamız gerektiğini öğrendik.
12.                      Tanrı erleri Tanrı’yı istemekten ona yaklaşıp Tanrı ateşiyle yanmış olduklarından bu yanmanın çırpınışını böyle tanımlamak gerektiğini, kişisel bir yanlış yapmadıklarını, bilerek tercih ettiklerini anlamamız gerektiğini öğrendik.
13.                      Kendi görüşüne göre Tanrı erinin ateşe gittiğini, yandığını sanırsın ama işin hakikati öyle değildir, onun aslında nura kavuşmuş olduğunu öğrendik.

 İşte böyle yaren,

Şems Hazretlerini sadece düşünce olarak görmememiz gerektiğini,
Bizi değerli hale getireceğini,
Hazretin bizi canında sakladığını,
Var olduğu sürece de bize sevgili olacağını öğrendik, anladık.

Hoşluk, güzellik, iyilik yönünden yaklaşım içinde olmamızı, zorla iş gördüren olmanın yanlış olduğunu öğrendik, anladık.

                                          *
RAVLİ

27 Nisan 2012 Cuma

İBLİS İNSANA NASIL YERLEŞTİ


Hâkim-i Tirmizi hikâye eder, Âdem ve Havva’nın durumuna ait hikâyede bulunur, der ki:

Tövbeleri kabul edildikten sonra birbirlerine kavuştular, Cennetten çıkıp bir bucağı yurt edindiler.

Âdem, bir gün bir iş için dışarı çıkmıştı.
Kovulmuş şeytan, havanın yanına geldi.

Hannas adlı bir küçük çocuğu vardı.
Onu Havva’ya verdi ve amacına ulaştı.

Âdem gelip o çocuğu görünce Havva’ya kızdı ve ondan sordu: Neden dedi bunu İblisten aldın, kabullendin?
Neden bir kere daha hilesine aldandın?

O çocuğu öldürüp paramparça etti, ovaya götürüp her parçasını bir yana attı.

Âdem, yine bir işe gidince iblis gelip şeytanlık etti, çocuğu çağırdı.

Çocuk paramparça bir halde geldi.
Şeytan, parçaları birbirine ekledi, çocuk dirildi.

Onu diriltince bir hayli ağladı, sızladı.
Nihayet Havva onu tekrar kabul etti.

İblis gidip Âdem gelince çocuğu yine orada gördü.
Bizi sen, bir kere daha yakacaksın diye Havva’ya tekrar kırıldı.

Çocuğu öldürdü.
Bir ateş tutuşturdu, çocuğu ateşe atıp tamamen yaktı.

Külünü rüzgârla dağıttı.
Hâsılı Havva’nın elinden feryat ederek çıkıp gitti.

Kara yüzlü iblis tekrar geldi, her yana seslendi, çocuğu çağırdı.

Küller tamamıyla çıkageldi, savrulup bir yerde toplandı, çocuk yine dirildi.

Dirilince şeytan, Havva’ya yeminler verdi, bunu kabul et, bir daha yele verme diye yalvardı.

Şimdi beraber götüremiyorum, tekrar gelince buradan alır giderim, dedi.

Bu sözü söyleyip gitti.
Âdem gelince Hannas yüzünden bir daha gamlandı.

Havva’yı yeni baştan kınadı.
Aklın başından gitti de şeytanla arkadaş oldun.

Zulüm ve haksızlık eden Şeytan, bir kere daha bize neler edecek? Bilmiyorum dedi.

Bu sözleri söyleyip yine o çocuğu öldürdü.
Ondan sonra da pişirdi bir yahni yaptı.

Yahniyi Havva ile beraber bir hoşça yedi.
Gönlü ateşlerle dolu bir halde işine gitti.

Nefret edilen iblis tekrar gelip seslendi, çocuğunu çağırdı.
Hannas, babasının sesini duyunca Havva’nın içinden cevap verdi.

Hilebaz iblis, çocuğun sesini duyunca bütün işlerim kolaylaştı, dedi.

Benim maksadımda buydu hep.
Âdem’in içine gireyim, yerleşeyim diyordum.

Kendimi onun içine atar, orada yerleşirsem Âdemoğulları, bana muhtaç olurlar.

*Gâh insanların içine Hannas vasıtasıyla vesveseler verir, o yüzden yüzlerce rezile tuzak kurarım.

*Gâh içlerinden yüzlerce şehvetler koparır, kan gibi damarlarında dolaşırım.

*Gâh onu, bilhassa ibadete çağırır, fakat o ibadetten doğruluk değil, iki yüzlülük dilerim.

Ayrı, ayrı çeşit, çeşit binlerce büyücülükler yapar, bu suretle insanları yoldan çıkarırım demekteydi.

Şeytan, içinde yerleşince padişahlığa başladı, tahtını kurdu, oturdu.

Büyücülük hususunda sana kuvvetli bir gayret verdi, candan büyücülük havasına düştün.

Şeytan, bu çeşit yol vurucu olmasaydı kadının, erkeğin padişahı olmazdı böyle.

Bir bölük halkı derde düşürmüş, bütün âlemi birbirine katmış, keder, kaygı, tasalara uğratmıştır.

Her bucakta bir gönlü uykuya daldırmış, her yerde bir toprağı suya gark etmiştir.

Senin de yolunu vurmaktadır da bu sebepten şu işe sevdalandın, gözlerin, bulutlar gibi kan yağdırmada.

Âdem, bir taneye baktı da o yüzden tam üç yüz yıl ağlaması icap etti.

Bir de İblise bak, gör, lanetlere uğrayıp gayretlere düşerek gözünden ne kadar gözyaşları dökmesi lazım.

                                          ***

İLAHİNAME. FERİDÜDDİN-İ ATTAR M.E.B. YAY. 392

                                            *
Yaren, İblis amacına ulaşmak için önce kadını seçer.

Kadın acıma hissi yüksek, kısa vadede düşünendir.

Kadın vasıtasıyla erkek etkilenir.

Haram lokma ile vücuda yerleşir.

Asıl maksadı erkeği etkilemektir.

Rezil (Alçak, bayağı, soysuz, hayâsız, utanmaz, maskara) insanlara vesvese (şüphe, kuruntu) vererek tuzak kurar.

Şehvet vererek (aşırı istek, nefis, cinsel istek) azdırır.

İbadete çağırarak güven kazanır sonra, ibadetine güvendirir veya iki yüzlülük yaptırarak ibadeti fenalığa yönlendirir.

İblis senin kontrolünü eline alınca her türlü şeytanlığı sana hükmederek yaptırır.

Ben yaptım dediğin aslında iblisin emrini yerine getirmek olur.

Aklın başında iken Allah’ın emirlerini yerine getirmeyi kendine yerleştir de zayıf anlarında iblis tesir etmesin.

Çıkarın için doğru olmayan yoldan gidersen, kendini ağlamaya hazırla.

İblisin yaşamından ders al, kork, korkunca da Ulu Tanrı’ya sığın.

İblis, kendini büyü ile çocuğa, gence, ihtiyara genç gösterir.

İblis, büyük, küçük, iyi, kötü herkesi kendine hayran eder.

İblisin düzeninin de ne baş vardır ne de son vardır.
Hileleri bitmez.

*Tek yönlü duyuş ve görüş iblistendir.

*Yönsüzlükten gelen görüş ve duyuş rahman’dandır.

                                          *

 İblisin yaptığı iş şeytanlıktır.
Nefisle karıştırılır.

Nefis sonucu düşünmez.
Akıl neticeyi düşünür.

Aklın nefse esir olursa, akıllılıktan çıkar nefis olur.

                                                                                RAVLİ

SEGİLİYİ BULMAK VE NEFS

  Hintli Sertapek    
  
Hindistan’da adamın birinin bir çocuğu vardı.
Yaşı küçüktü ama aklı pek fazlaydı.

Bilgi tahsil etmiş, bu yüzden herkesten üstündü.
Her bilgide üstündü ama yıldız bilgisini severdi.

Çinlilerin padişahının kızının güzelliğinden o ülkede olan herkes bahsederdi.

Çocuk o güzele bu anlatımlardan etkilenerek âşık oldu.

Bu güzel kızın geldiği bilgi ve tıp ilimlerinde meşhur ihtiyar vardı.
Bu bilgin kimseyi yanına almaz, evinde hiç kimseyle düşüp kakmazdı.

Bilgisini kimse elde etmesin diye yalnız oturur öylece vakit geçirirdi.

Çocuk güzelin yüzüne görmek için bilginin yanına vermesi için babasını ikna etti.

Babası ile oğlan hile düzerek bilginin yanına gittiler.

Bilgine çocuğun hem sağır, hem dilsiz olduğunu, yoksulluktan dolayı yanına vermeye razı olduklarına ikna ettiler.

Bilgin sınadı, ilaç verdi, ilacın tesiri olmasın diye çocuk evin çevresinde koştu.
Zekâsıyla kendini kabul ettirdi.

 Bilgin evden çıkınca onun kitabını alır, baştan sona kadar ezberlerdi.

Bilgin evde birçok ilimlerden bahsederken can kulağından dinler öğrenirdi.

Dinlediklerini ezberler, bilgin evden gittiği zaman yazardı.

Padişahın şehzadesi hastalandı.
Bilgini saraya çağırdılar.

Çocuk bir çarşafa bürünüp ardına düştü.
 Bu suretle saraya girmeyi başardı.

Bilgin hasta ile uğraşırken bu gizlice seyretti.

Bilgin beceriksiz davranıp hastayı acı ile bağırtınca çocuk dayanamayarak bilgine ne yapması gerekeni söyleyince bilgin işi anlar anlamaz derdinden can verdi.

Şehzadeyi iyileştirdi, adını Sertapek koydular, bilginin yerini aldı ve birçok ödül verdiler.

Çocuk eve geldi.
Bilgilinin kimseyi yaklaştırmadığı sandığı açtı.

Sandığın içinde sevgilisinin resmini buldu.
Görme arzusu iyice kuvvetlenince kendine bir daire çizip ortasına oturdu.
Okumaya koyuldu.

Tam kırk gün irade gücünün dışına çıkaran dualar okudu.
Kırk gün sonra gönüller parlatan peri kızı gözüktü.

Güzelliği gönlüne nakşoldu.
Can ve gönülden aşkına tutuldu.

Sevgilisine sordu:
Ey ay yüzlü, nasıl oldu da gönlüme girdin.

Gönülleri aydınlatan ay cevap verdi:
Ben daha ilk günden beri seninleyim.

Ben senin nefsinim, sen kendini arıyorsun.
Neden aklın bu görüşe sahip değil, neden kör bıraktın onu?

Nefsini görürsen bütün âlem sen kesilirsin.
Dışarıda da sıkı arkadaş olursun içeride de.

Sertabek güzele:
Nefis için yılandır, köpektir hınzırdır, uğursuzdur dediler.
Hâlbuki sen, yeryüzünün güzelisin, gökyüzünün de.
Bu güzellikle nefse benzemiyorsun sen.

Güzel yüzlü nefis dedi ki:
Emreden (emare)olursam hınzırdan(domuz), köpekten yüz kere beterim.

Fakat gönlü kanmış(mutmaine)oldum mu artık kimse bana bir naz gülmesin.(doymazlık yapmayan, verilene sevinçle kabul edip razı olan, başına gelenleri çabuk kabul edip sıkıntı oluşturmayan)

Nefsin kanmış olunca Allah’tan ‘geri dön, gel bana sesi gelir.
Bu âlemde birinin şeytanı Müslüman oldu mu işleri, burada düzene girer.  
O İSTEKLİ ER DE BUNCA ZAHMET ÇEKTİKTEN SONRA;
 RUHU, NEFSİNE ÜSTÜN OLDU.
Sevgiliden can sırrını dileyen, bu yolda çok zahmet çeker.

OĞUL!
ŞİMDİ BİRŞEYLER ARIYORSUN YA, ARADIKLARININ HEPSİ SENDE.
HÂLBUKİ SEN TEMBELLİK EDİP DURMADASIN.

Allah işlerinde erce davranırsan her şey sen olur.

Sen kendinde değilsin, ansızın kendini kaybetmişsin, bu yolda kendini arıyorsun.

SEVĞİLİN SENSİN, KENDİNE GEL.
OVADAN ÇIKMA, VATANINA GEL.

SEVGİLİ,
TEMİZ GÖNÜLDEDİR.
TEMİZDİR.
KATIŞIKSIZDIR.
HİLESİZDİR.
KUTSALDIR.
MUBAREKTİR.

 ONUN İÇİN VATAN SEVGİSİ, TEMİZ İMANDIR.


İLAHİNAME FERİDÜDDİN-İ ATTAR M.EB. YAY. 392

Nefs-i mütefekkir: Ego, ruh ve bedenden oluşan benlik.

Nefs-i emmare: (çok zorlayan nefis):
 İnsanı kötülüğe sürükleyen nefis,(öfke, hırs, şehvet ve benzeri haller).
Dünyaya ve ahrete insanı isteklerle bağlayan hoşlanma duygusunu veren, ihtiyaç bildirendir.

Nefs-i levvame:(azap verici, kınayıcı nefis):
Kötülükten sonra içe huzursuzluk, rahatsızlık veren nefistir.(lekeleyici nefistir.
Birinin aleyhinde bulunmak, aşağı görmek, öfke, hırs, şehvet ve benzerlerini yapmamak, fakat yapanları ayıplamak, onlardan nefret etmek)

Nefs-i marziye:
Başkaları tarafından beğenilme hali. (kendinden razı olandan herkes de razı olur. Kimseyi incitmez, herkes ondan razı olur)

Nefs-i mutmaine: İyilikle kötülüğü ayırt eden, temizlenerek kişiyi Allah’a yaklaştıran kuvvet.

Nefs-i mülhime:
 İlham verici nefis.( fakir, masum, perişan birine yardımda bulunmak)

Nefs-i natıka:
İnsan ruhu, insanın canlılar arasındaki yerini belli eden cevher.
 İnsanın maneviyatıdır. İnsan ( maneviyat+ idrak + marifetle) Allah’ı bulur.
                            *
RAVLİ

Popüler Yayınlar