2 Aralık 2012 Pazar

MEVLANA VE KUDRETİ

Zamanın Hipokrat’ı Mevlana Ekmeleddin Tabib (Tanrı onun toprağını iyi etsin) Mevlana’ya Mürit olmadan önce Rum ülkesi (Roma, Anadolu) tabiplerinin büyüklerindendi.

Bir gün Mevlana hazretlerini ziyarete gitmişti.

Mevlana, Ekmeleddin’e on yedi seçkin dost için müshil ve haplar hazırlamasını emretti.

Ulu dostlar da perhiz ederek bu hapları yutmaya hazırlanıyorlardı.

İlaçların içileceği gün sabahleyin erkenden Mevlana hazretleri Ekmeleddini’in evine gitti.

Hekime haber verdiler.
O da dışarı çıkıp Mevlana’nın önünde baş koydu.

Mevlana hazretleri içeri girdi.
Ekmeleddin’in hazırladığı on yedi kâseyi birer-birer içti ve her defasında da

“ Âlemlerin rabbi olan Tanrı’ya hamdolsun” dedi.

Ekmeleddin bu halin heybetinden şaşakaldı ve hiçbir şey söyleyemedi.
Mevlana ondan sonra medresesine gitti.

Bütün müritlere bu hali bildirdiler.

Onların hepsi Mevlana’nın riyazetten (açlıktan) incelmiş mübarek ve hoş vücudunun ne olacağını düşünerek şaşırıp kaldılar.

Mevlana bir zaman vaiz ve nasihatle meşgul oldu.
Mestlikler gösterdi.

Ekmeleddin hazretleri de sabredemedi, durumu anlamak üzere kalkıp medreseye geldi.

Mevlana’nın güneş gibi medresenin mihrabına dayanmış hakikatleri açıklamakla ve ince şeyleri genişletip izah etmekle meşgul olduğunu gördü.

Ekmeleddin yere kapanıp “ Mübarek mizacımız ve tabiatınız nasıldır” diye sordu.

Mevlana da şaka ile (Altından nehirler akıyor) ayetini okuyarak cevap verdi.
(ishalim anlamında)

Ekmeleddin “ Mevlana hazretleri sudan perhiz etsinler” dedi.
Bunun üzerine Mevlana derhal buz getirmelerini emretti.

Buzu ufak parçalar haline getirerek yemeğe başladı.
Anlatılamayacak derecede yedi.

Ondan sonra hamama hareket etti.
Yıkandıktan sonra da semaa başladı.

Üç gün üç gece sema yaptı.
Nihayet Ekmeleddin sarığını yere vurarak figan etti, naralar attı ve

“ Bu hal insanın kudreti dışındadır.
Bu kudreti velilerin hiç biri göstermemiştir” dedi.

O anda çocukları ve akrabaları ile birlikte Mevlana’ya mürit ve kul oldu.
Yaşadığını devrin filozoflarına ve doktorlarına da söyledi.

Hepsi tam bir samimiyetle mürit oldular ve
 “ Bu mert adam, Tanrı tarafından kuvvetlendirilmiştir.

Bu sıfatları pek yüce bir zat ve Tanrısal bir hâkimdir” dediler.
(Hâkim: aşağıda açıklandı)

Şiir:
“Eğer veli bir zehir yese, o zehir ona saf bal olur.
Eğer talip yese, aklını kaybeder ve gönlü kararır.

Ondan dolayı Faruk’a bir zehir zarar vermedi,
Çünkü onun Farukluğu onun için tatlı bir tiryak (panzehir) oldu.

(Faruk: Hz. Ömer’in lakabı. ‘Haklıyı haksızdan ayıt ederek adaleti tam yerine getirmekle ün kazandığı için Faruk kelimesiyle adlandırılmıştır’).

 

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***

HÂKİM

Âlim, cahil insanları, hâkim ise âlimleri terbiye eder.
Hâkimi terbiye eden de Allah’tır.

Âlim bir veya birkaç konuda âlim olur.
Fakat nefsinin hallerinden bilgisiz ve cahil kalır.

Âlim, hâkime gider ondan manevi bilgiler öğrenir, ahlakını iyileştirir.
Yedi vadiden geçer ve ibadete devam etmek suretiyle arif ve kâmil bir zat olur.

(Feridüddin-i Attar hazretlerinin MANTIK AL-TAYR ‘kuşdili’ ikinci cildi sitemde bilgilerinize  izah edilerek arz edilmiştir.

İstek, aşk, marifet, istiğna, tevhit, hayret, fakr u fena vadisi olarak hikâyeleriyle birlikte okumanızı önerir ve kitabı satın almanızı isterim.)

Bunlara yapan yolcu kâmil ve temiz kalbiyle Allah’ın huzuruna vararak hikmetlerini görür ve onun kanunlarıyla (şeriatı) sevgilisi Hz. Muhammed (S.A) izinden gidip boynu bükük, gönlü alçak olarak veliliğin en yüksek mertebesini kazanır ve bütün adap ve erkân ile ilim ve fenleri toplar.

Çünkü kâmil insan, Allah’ın rızasını gönlünün genişliğinde ve huzurunda bulur.

Onun heybet ve azametini, kalbinin daralışı ve sıkılışı esnasında bilir.

İlahi hikmetleri bilen hâkimin âdeti, insanlar içinde bulunduğu zaman susar ve kalbiyle Allah’ın huzuruna gider, sonra ondan sorulanlara ancak gönlünden, ona beliren cevabı verir.

İlahi hikmetleri bilen bir gün mecliste vecde gelir ve hikmet diliyle gayet tatlı konuşmaya başlar ve mana âleminin hakikatlerini inceleyip anlamanın verdiği zevkle göğüsleri çatlatacak nitelikte manalı sözler söyler.

Sonradan ona, çok hoşumuza giden o manaları bir daha tekrarlarsanız çok iyi olur deyince hâkim onlara;

Evet, o aşk hali bir daha gelse benim için de çok hoş olur, yoksa söyleyeceğim boş sözlerin bir zevk ve lezzeti olmaz der.

Hâkim
Birlik alanına girer.

Allah’a inancındaki şüpheleri atar temizlenir.
Korku ve çekingenliği ortadan kaldırır.

Kendi bilgilerinin ve kararlarını siler tamamını atar.
Sabırsızlık ve telaşı ortadan kaldırır.

Kızma ve öfkeyi kalbinden söker atar.
Nefsine ve dünyaya ait bütün arzu ve heveslerle şehvani istekleri söker atar.

Başkalarına yönelişi ve itibarı, halka ve giyinişe karşı sevgi varsa söküp atılır.
Dünya ve ahiretten vazgeçer.

Zevk ve lezzet içinde olgunlaşır.
Böylece maksadına ve muradına erişir.

Akıllı olan, velilerin hikmetlerine (çalışmalarına)meyleder ve onları isteyen olur.
Arif olan bu hikmetleri bilir.

Hikmetleri öğrenmek ve hikmetlerin (çalışmalarının) nimetleriyle lezzetlenmek bir mutluluktur.

Velilerin hikmetlerini (çalışmalarını) unutmayıp saklayan hakikatlerden faydalanıp onları söyleyenin kadir ve kıymeti yükselir, aziz olur.

Kalbi tertemiz olan külli akıl (Allah)’dan hikmet (çalışma ve davranış) dersi alır ve hikmet ilmi ile kalbi dolup sonsuzluk denizine gömülür.

(Marifetname. İbrahim Hakkı Hz. I Cilt son sayfa) Alıntı.

                                     *
RAVLİ

 

 

Popüler Yayınlar