3 Aralık 2012 Pazartesi

MEVLANA VE KONYAYA MOĞOLUN GELMESİ

Eski dostlar ve her biri Şekik-i Belh’i’si (Belh şehrinin şüpheden, zandan, tereddütten temizlenmiş) olan şevketli kardeşler (Tanrı onlara rahmet etsin) şöyle rivayet ettiler:

Bacu’nun askeri Konya’nın etrafını iç içe çevirip muhasara ile meşgul olunca bütün halk kendi canından vaz geçip birbiri ile helâlaştılar.

Ve Mevlana Hazretlerine gelip feryat ederek medet (imdat) dilediler.
Mevlana Hazretleri kalenin “Halka Beguş” kapısından dışarı çıktı.

Konya meydanının arkasında bulunan bir tepeye çıkıp kuşluk namazı ile meşgul oldu.

Bacu’nun çadırının o tepenin altında olduğunu söylerler.

Bacu’nun noyanlarından (Moğol komutanı) bazıları, halk korkudan birbirine girdiği halde, yüzü örtülü ve duman renkli sarıklı bir şahsın o tepenin üzerine çıkmış tam bir ferağatla (kendinden geçmiş bir hal) namaz kıldığını gördüler.

O zaman Moğol askerinin İslam nurundan ve imanın eman’ından (korkusuzluk, eminlik) haberleri yoktu.

Hatta kaç tane İslam şehrinin medreselerini, mescitlerini ve minarelerini yıkmışlardı.

Hep birlikte Mevlana Hazretlerini ok yağmuruna niyet ettiler.
Fakat hepsinin elleri bağlandı, ne kadar çalıştılarsa da yayı çekmek mümkün olmadı.

Atlara binip tepenin üzerine atıldılar, atları mahmuzladılar.
Fakat atlardan hiçbiri bir adım ileri atmadı.

Şehir halkı bu kudreti burcun tepesinden seyrediyor, tekbir ve feryatları ayyuka (semanın en yüksek yeri) ulaştırıyorlardı.

Bacu’ya bu haberi arz ettikleri vakit, bizzat kalktı ve çadırın kapısından dışarı çıktı.

Oku ve yayı isteyerek Mevlana’nın bulunduğu tarafa bir ok attı.
Ok üç defa da geri dönerek askerin ortasına düştü.

Bunun üzerine ata bindi ve ileri sürdü.
Fakat atın hiç ilerlemediğini gördü.

Kin ve gazabının çokluğundan attan inip yürüdü ise de (Kun feyekun= Ol de, olur) a kadir olanın kudretiyle her iki ayağı da bağlanıp hareket edemedi.

Bunun üzerine “ O adam hakikaten Tanrısal bir adamdır.
Onun gazabından sakınmak lazımdır.

Her şehir ve vilayette öyle bir adam olsaydı, buraların halkı bize asla mağlup olmazdı” dedi.

Mevlana hazretleri de adı geçen (kumandan) hakkında defalarca “ Bacu veli idi, fakat o beni bilmezdi” dedi.

Bacu o azamet ve kerameti görünce “ Bu günden sonra savaşıp dövüşmesinler” diye emir verdi.

Moğol askeri şehrin suru etrafından kalkıp Flubat sahrasına kondu.

Şehrin bütün büyükleri ve ileri gelenleri İslam sultanının huzuruna gelip birlikte Mevlana Hazretlerine gittiler, özürler dileyerek şükürler ettiler.

Paradan, davardan ve hediyelerden sayısız mal topladılar, Bacu’ya piş keş (peşkeş) çektiler ve hediye ettiler.

Bacu razı olup şehri bağışladı ve şehrin büyüklerinden “ O ne büyüktür ve nerededir” diye Mevlana Hazretlerini sordu.

Ona Belh’ten çıkışını baştan sonuna kadar anlattılar.
Bacu “ Benim namusum ve hatırım için şehrin burçlarını yıkınız, çünkü ben And içmiştim” dedi.

Şehrin büyükleri şehir kalesinin şerefelerini yıkmağa başladıkları zaman şehirlilerin içinden çığlıklar yükseldi.

Dostlar bu meseleyi Mevlana’ya bildirdiler.

Mevlana “ Yıksınlar da Konyalılar Konya şehrinin hafif bir zelzele ile yıkılan taştan yapılmış burçtan ve bedenden başka bir bedenle ve burçla muhafaza edilmiş olduğunu ve dikkatle saklandığını gerçek olarak bilsinler.

Eğer Tanrı erlerinin himmeti olmasaydı Ad ve Semud kavimlerinin şehirleri gibi (Altlarını üstlerine getirdik) (Hud, 82) alt üst olurdu ve insanlar onun harabeleri üzerine ağlarlardı.

Şiir:
“ O Tanrı aslanları, mazlumların feryatları kulaklarına erişince yardıma koşarlar.

Bunlar şefkatli ve merhametli insanlardır.
Rüşvet almadan yardım edicilerdir.

Bela yerinde, elem ve cefa günlerinde halka bunlar yardımcıdırlar.
Ey belaya tutulmuş olan kimse!

Git bu kavmi ara.
Başına bela gelmeden evvel bunların sohbetini ganimet bil.

Tanrı’nın kulları merhametli ve yumuşak huyludurlar.
İşleri düzeltmekte Tanrı’nın huyunu tutarlar”

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Ne sağlığına, ne geçliğine, ne güzelliğine, ne pazılarının gücüne, ne parana, ne sahip olduğun silaha , ne etrafındaki koruyuculara, ne de korunaklı kalene güven.

Seni emin kılacak Tanrı’dır.
Tanrı eri yakınında isen o seni Tanrı’nın izniyle emin kılar.

Güveneceğin inanacağın Tanrı eridir.
Diğer güvencelerin alt üst olmaya çok müsaittir.

Azıcık düşünürsen bu söylenenin doğru olduğuna inanır kalben kabul edersin.

Ahirette veya yaşıyor olması fark etmez.

                                  *
RAVLİ

Popüler Yayınlar