656 H (1258 M ) senesinde
Danişmeddiye vilayetinin işlerini tamamlasın diye Sultan İzzeddin Keykavus’u
görmek üzere Konya’ya gitmiştim.
Oradan fermanlarla dönme
zamanı geldi.
Yüce Tanrı’nın yardımıyla
bütün işleri çabucak yapıp hareket etmek istiyordum.
Şemseddin-i Mardini,
Efseheddin, Zeyneddin-i Razi, Şemseddin-i Melati (Tanrı onlara rahmet etsin) gibi
şehrin ulu bilginlerinden teşekkül eden bir gurup Mevlana’yı ziyaret etmem için
beni teşvik ve tahris (hırslanmak) ettiler.
Mevlana’nın güzel şöhretini
onun bunun ağzından işitmiştim.
Fakat mevkiimin yüksekliği, servet edinmek arzum ve maneviyata olan itikatsızlığım o ulu kişiyi arayıp sormama mani oluyordu.
Nihayet Tanrı’nın uygulaması
canımın yoldaşı oldu.
Bende tam bir arzu ve içten gelen bir cezbe ile o topluluğun refakatinde Mevlana Hazretlerini ziyaret etmek şerefi ile müşerref oldum.
O ulu dostlar da Mevlana’nın
yanında idiler.
Mübarek medresenin kapısından içeri ayak atar atmaz, Mevlana’nın sallana-sallana biz kullarını karşılamak üzere geldiğini gördüm.
Mübarek yüzüne sadece bir
nazar attım, aklım başımdan gitti.
Öylece hepimiz birden baş koyduk.
Mevlana o arada ben kulunu
yanına çekti ve buyurdu.
Şiir:
“ Sen her zaman bizim
işlerimizden kaçıyorsun.(Gördün mü?)
Ben seni işlerinin ortasında nasıl buldum”
Ondan sonra
“ Tanrı’ya hamdolsun, bizim Kemaleddin celal
kemaline doğru yüz tuttu.Dinin en olgun kişilerinden oldu” dedi.
Ve kendi içindeki İlm-i
Ledün’den (İlahi sırlardan) öyle bir dille bahsetti ki, böyle bir bahsedişi
bütün ömrümde hiçbir şeyhin, kutbun ve bilginin ağzından işitmemiş, hiçbir
kitapta da mütalaa etmemiştim.
Kendi istidat (yetenek) ve
idrakim (anlayış) nispetinde (Ölçüsünde) onun yüceliğine vakıf (anlayınca), yüz
bin iradet (gönül isteği) ve samimiyetle halis (katışıksız) müritleri arasına
girdim.
Oğlum kadı Sadreddin ve
Mecdeddin Atabey’i de ona mürit yaptım.
Bu kadar büyüklerin oğulları
ve diğer asil kimseler de onun müridi ve kulu oldular.
Deli gibi yerime döndüğüm
vakit can doğanının bedenimde durmadan uçtuğunu gördüm.
(Mevlana’yı avlama, onu kendi
canında görme, kendini sevdirme ve beraber olma isteği.)
Aziz dostlarla müşavere
(danışmak) ettim ve “ Mevlana Hazretlerine sema verip mutlaka onun müritliğini
kazanmak istiyorum” dedim.
Bütün Konya’da aradılar, otuz
zembil (hasırdan örülmüş saplı çanta) halis nebat (bitki) şekerinden fazla
bulamadılar.
Birkaç sepet nebat daha
kattılar.
Çünkü o tarihte herkes zevk
ve sefa içinde idi.
Toplantıların, semaların ve
şenliklerin çokluğundan bu gibi lüks tatlılar Konya halkına ve onun mülhakatına
(merkeze bağlı olan yerler) kâfi (yeterli) gelmiyordu.
Kalktım sultanın karısı olan
Tokatlı Gumaş hatunun yanına gidip durumu anlattım.
Gumaş hatun on zembil nebat
şekeri verdi.
Ben öyle bir toplantının
ihtiyacını bu kadar şeker şerbetinin nasıl karşılayacağını düşünüyordum.
Sonra ayak takımı için bal
şerbeti yapmalarını düşündüm.
Ben bu düşüncede idim ki,
Mevlana Hazretleri kapıdan içeri girdi ve “ Kemaleddin daha fazla misafir
gelince şerbetin kâfi gelmesi için suyu artırırsın” buyurdu ve
“ Bir hatifin (Allah’tan söz
getiren melek) ilhamı Kalbe söz söylemesi) ve çakıp kayıp olan bir şimşek gibi”
kayboldu.
Arkasından koştularsa da bir
eserini göremediler.
Bunun üzerine bütün
şekerlemeleri Karatay medresesinin havuzuna doldurarak birkaç büyük küp şerbet
daha yaptım ve sulu olmasın diye sultanın şarapçısına gönderdim.
Tadına bakması için ona
birkaç defa göndermek zorunda kaldım.
Bir tas doldurup bana verdi.
Şerbetin, dili ve boğazı çok
yaktığını gördüm ve “ Daha su lazımdır” dedim.
Birkaç testi su ilave
ettiler, tekrar tattım, bu sefer evvelkinden daha tatlı idi.
Böylece havuzdan başka on küp
şerbet daha doldurdular, fakat yine tatlı idi.
Bunun üzerine feryat ettim.
Çünkü bu büyük keramet o
Hazretin işaret ettiği kerametti.
Benim samimiyetim bir iken
bin oldu.
Şerbet nispetinde de hadsiz
hesapsız türlü yemekler yapmak lazımdı.
O gece bütün sultanları ve
din ulularını davet ettim.
O kadar büyük kimseler geldi
ki, anlatılamaz.
Mevlana öğle namazından gece
yarısına kadar sema yaptı.
Velayet kuvvetiyle (Tanrı
dostu olmanın, veli olmanın) ve hidayet kudretiyle (Doğru yola kılavuzlama
kuvveti) meydanı tamamıyla yiğitlerin elinden almış ve kimsede dönmeğe mecal ve
harekete imkân bırakmamıştı.
Ben ayakkabıların çıkarıldığı
yerde hizmet kemerini can beline bağlamış, sema’da susayanlara şerbet
sunuyordum.
Muineddin Pervane ve sultanın
naipleri bu kula uyarak mum gibi yüz bin niyazla titreyerek ayakta durmuşlardı.
Acayip fikir ve endişeler
içimden geçiyordu.
Mevlana Hazretleri hemen kavvelleri
(okuyucuları) yakalayıp şu rubaiyi söyledi.
Şiir:
“ O telaş ve âşıklara yaraşır
bir heyecan içinde geldi.Hakikaten onun ruhu gül bahçesinden bir koku almıştı.
Kadi i Kap (Hizmet eden kadı)
hayat suyunu aramak yolunda bütün kadıları geçti.”
Sema tekrar, olduğundan daha
fazla kızıştı.
Beni de kendi yanına çağırdı ve kucaklayıp gözlerimi ve yüzümü öptü, sonra bir gazele başlayıp buyurdu.
Bu uzun ve büyük gazeldir.
Ben derhal başımı açarak
elbiselerimi yırttım, onun aşkının müridi oldum.
İşte bunun üzerine benim durumum
ve emirliğim gittikçe terakki (yükselerek) ederek çocuklarım ve haleflerim
(yerini dolduracak) sayısız oldu.
Benim içime attığı ve bana
tattırdığı şeyler dille anlatılamaz.
Bunu anlatmak için göğsüm
daralır ve dilim aciz kalır.
Nitekim buyurmuştur.
Şiir:
“ Bana kul olan saadet
mülkünü götürür.Kim benim kapıma gelirse, dünya ve ahiretin şahı olur.”
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
Neler öğrendik:
1.
Günlük işlerden
kendimize inanç dünyan için zaman ayırmamızı öğrendik.
2.
Tanrı inancı ile
daha doğru olgunlaşabileceğimizi öğrendik.
3.
Ne kadar büyük
olursak olalım başka bir alanda başka büyüklerin olduğunu kabul edip yararlanmamız
gerektiğini öğrendik.
4.
Tanrı erlerinin
yüzüne baktığın zaman aklının başından gittiğini öğrendik.
5.
Tanrı yüzünü
görme yolunu tutmamız gerektiğini öğrendik.
6.
Tanrı erlerine
hizmet ve ikram etmenin büyük karşılığı olduğunu öğrendik.
Doğru kapıyı, doğru kişiyi
bulursan olgunlukta, mutlulukta, yüceliğe çıkarsın.
Mevlana hazretlerinin
kapısından adımını attığın an, kendi varlığından sıyrılır anlatılan ama tadını
bilmediğin lezzetlere kavuşursun.
Yaren,
Hazrete gönül bağı ile
bağlanır, sözlerine inanırsan ve hizmet edersen dünya ve ahiretin şahı yapar
seni.
Bu şah olma askersiz,
mevkisiz, makamsız parasız şahlıktır.
Yaşamına anlam gelir.
Ne yaptığını bilir olursun.
Kararların isabetli olur.
Düşünmenle her şeyin
istediğin gibi olmasına sebep olur.
Tanrı velisine bağlananın
isteğini, Tanrı velisi kendi isteği olarak kabul eder, velinin isteğini de
Tanrı kendi isteği olarak kabul eder ve gerçekleştirir.
Allah bizi bu güzel
insanların kapısından ayırmasın.
Âmin.
*
RAVLİ