2 Aralık 2012 Pazar

MEVLANA VE KAPISI

Kadıların, hâkimlerin sultanı ve Rum kadılarının ulularından olan Kemaleddin-i Kabi (Tanrı’nın rahmeti onun üzerine olsun) anlattı ki:

656 H (1258 M) senesinde Danişmeddiye vilayetinin işlerini tamamlasın diye Sultan İzzeddin Keykavus’u görmek üzere Konya’ya gitmiştim.

Oradan fermanlarla dönme zamanı geldi.
Yüce Tanrı’nın yardımıyla bütün işleri çabucak yapıp hareket etmek istiyordum.

Şemseddin-i Mardini, Efseheddin, Zeyneddin-i Razi, Şemseddin-i Melati (Tanrı onlara rahmet etsin) gibi şehrin ulu bilginlerinden teşekkül eden bir gurup Mevlana’yı ziyaret etmem için beni teşvik ve tahris (hırslanmak) ettiler.

Mevlana’nın güzel şöhretini onun bunun ağzından işitmiştim.

Fakat mevkiimin yüksekliği, servet edinmek arzum ve maneviyata olan itikatsızlığım o ulu kişiyi arayıp sormama mani oluyordu.

Nihayet Tanrı’nın uygulaması canımın yoldaşı oldu.

Bende tam bir arzu ve içten gelen bir cezbe ile o topluluğun refakatinde Mevlana Hazretlerini ziyaret etmek şerefi ile müşerref oldum.

O ulu dostlar da Mevlana’nın yanında idiler.

Mübarek medresenin kapısından içeri ayak atar atmaz, Mevlana’nın sallana-sallana biz kullarını karşılamak üzere geldiğini gördüm.

Mübarek yüzüne sadece bir nazar attım, aklım başımdan gitti.
Öylece hepimiz birden baş koyduk.

Mevlana o arada ben kulunu yanına çekti ve buyurdu.

Şiir:
“ Sen her zaman bizim işlerimizden kaçıyorsun.
(Gördün mü?)
Ben seni işlerinin ortasında nasıl buldum”

Ondan sonra
 “ Tanrı’ya hamdolsun, bizim Kemaleddin celal kemaline doğru yüz tuttu.
Dinin en olgun kişilerinden oldu” dedi.

Ve kendi içindeki İlm-i Ledün’den (İlahi sırlardan) öyle bir dille bahsetti ki, böyle bir bahsedişi bütün ömrümde hiçbir şeyhin, kutbun ve bilginin ağzından işitmemiş, hiçbir kitapta da mütalaa etmemiştim.

Kendi istidat (yetenek) ve idrakim (anlayış) nispetinde (Ölçüsünde) onun yüceliğine vakıf (anlayınca), yüz bin iradet (gönül isteği) ve samimiyetle halis (katışıksız) müritleri arasına girdim.

Oğlum kadı Sadreddin ve Mecdeddin Atabey’i de ona mürit yaptım.
Bu kadar büyüklerin oğulları ve diğer asil kimseler de onun müridi ve kulu oldular.

Deli gibi yerime döndüğüm vakit can doğanının bedenimde durmadan uçtuğunu gördüm.

(Mevlana’yı avlama, onu kendi canında görme, kendini sevdirme ve beraber olma isteği.) 

Aziz dostlarla müşavere (danışmak) ettim ve “ Mevlana Hazretlerine sema verip mutlaka onun müritliğini kazanmak istiyorum” dedim.

Bütün Konya’da aradılar, otuz zembil (hasırdan örülmüş saplı çanta) halis nebat (bitki) şekerinden fazla bulamadılar.

Birkaç sepet nebat daha kattılar.
Çünkü o tarihte herkes zevk ve sefa içinde idi.

Toplantıların, semaların ve şenliklerin çokluğundan bu gibi lüks tatlılar Konya halkına ve onun mülhakatına (merkeze bağlı olan yerler) kâfi (yeterli) gelmiyordu.

Kalktım sultanın karısı olan Tokatlı Gumaş hatunun yanına gidip durumu anlattım.

Gumaş hatun on zembil nebat şekeri verdi.

Ben öyle bir toplantının ihtiyacını bu kadar şeker şerbetinin nasıl karşılayacağını düşünüyordum.

Sonra ayak takımı için bal şerbeti yapmalarını düşündüm.

Ben bu düşüncede idim ki, Mevlana Hazretleri kapıdan içeri girdi ve “ Kemaleddin daha fazla misafir gelince şerbetin kâfi gelmesi için suyu artırırsın” buyurdu ve

“ Bir hatifin (Allah’tan söz getiren melek) ilhamı Kalbe söz söylemesi) ve çakıp kayıp olan bir şimşek gibi” kayboldu.

Arkasından koştularsa da bir eserini göremediler.

Bunun üzerine bütün şekerlemeleri Karatay medresesinin havuzuna doldurarak birkaç büyük küp şerbet daha yaptım ve sulu olmasın diye sultanın şarapçısına gönderdim.

Tadına bakması için ona birkaç defa göndermek zorunda kaldım.
Bir tas doldurup bana verdi.

Şerbetin, dili ve boğazı çok yaktığını gördüm ve “ Daha su lazımdır” dedim.

Birkaç testi su ilave ettiler, tekrar tattım, bu sefer evvelkinden daha tatlı idi.
Böylece havuzdan başka on küp şerbet daha doldurdular, fakat yine tatlı idi.

Bunun üzerine feryat ettim.
Çünkü bu büyük keramet o Hazretin işaret ettiği kerametti.

Benim samimiyetim bir iken bin oldu.
Şerbet nispetinde de hadsiz hesapsız türlü yemekler yapmak lazımdı.

O gece bütün sultanları ve din ulularını davet ettim.
O kadar büyük kimseler geldi ki, anlatılamaz.

Mevlana öğle namazından gece yarısına kadar sema yaptı.

Velayet kuvvetiyle (Tanrı dostu olmanın, veli olmanın) ve hidayet kudretiyle (Doğru yola kılavuzlama kuvveti) meydanı tamamıyla yiğitlerin elinden almış ve kimsede dönmeğe mecal ve harekete imkân bırakmamıştı.

Ben ayakkabıların çıkarıldığı yerde hizmet kemerini can beline bağlamış, sema’da susayanlara şerbet sunuyordum.

Muineddin Pervane ve sultanın naipleri bu kula uyarak mum gibi yüz bin niyazla titreyerek ayakta durmuşlardı.

Acayip fikir ve endişeler içimden geçiyordu.
Mevlana Hazretleri hemen kavvelleri (okuyucuları) yakalayıp şu rubaiyi söyledi.

Şiir:
“ O telaş ve âşıklara yaraşır bir heyecan içinde geldi.
Hakikaten onun ruhu gül bahçesinden bir koku almıştı.

Kadi i Kap (Hizmet eden kadı) hayat suyunu aramak yolunda bütün kadıları geçti.”

Sema tekrar, olduğundan daha fazla kızıştı.

Beni de kendi yanına çağırdı ve kucaklayıp gözlerimi ve yüzümü öptü, sonra bir gazele başlayıp buyurdu.

 Şiir:
“ Beni bilmiyorsan gecelerden, sararmış yanağından ve kurumuş dudağından sor”

Bu uzun ve büyük gazeldir.
Ben derhal başımı açarak elbiselerimi yırttım, onun aşkının müridi oldum.

İşte bunun üzerine benim durumum ve emirliğim gittikçe terakki (yükselerek) ederek çocuklarım ve haleflerim (yerini dolduracak) sayısız oldu.

Benim içime attığı ve bana tattırdığı şeyler dille anlatılamaz.
Bunu anlatmak için göğsüm daralır ve dilim aciz kalır.

Nitekim buyurmuştur.

Şiir:
“ Bana kul olan saadet mülkünü götürür.
Kim benim kapıma gelirse, dünya ve ahiretin şahı olur.”

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Neler öğrendik:

1.   Günlük işlerden kendimize inanç dünyan için zaman ayırmamızı öğrendik.

2.   Tanrı inancı ile daha doğru olgunlaşabileceğimizi öğrendik.

3.   Ne kadar büyük olursak olalım başka bir alanda başka büyüklerin olduğunu kabul edip yararlanmamız gerektiğini öğrendik.

4.   Tanrı erlerinin yüzüne baktığın zaman aklının başından gittiğini öğrendik.

5.   Tanrı yüzünü görme yolunu tutmamız gerektiğini öğrendik.

6.   Tanrı erlerine hizmet ve ikram etmenin büyük karşılığı olduğunu öğrendik.

 
İşte böyle yaren

Doğru kapıyı, doğru kişiyi bulursan olgunlukta, mutlulukta, yüceliğe çıkarsın.

Mevlana hazretlerinin kapısından adımını attığın an, kendi varlığından sıyrılır anlatılan ama tadını bilmediğin lezzetlere kavuşursun.

Yaren,

Hazrete gönül bağı ile bağlanır, sözlerine inanırsan ve hizmet edersen dünya ve ahiretin şahı yapar seni.

Bu şah olma askersiz, mevkisiz, makamsız parasız şahlıktır.
Yaşamına anlam gelir.

Ne yaptığını bilir olursun.
Kararların isabetli olur.

Düşünmenle her şeyin istediğin gibi olmasına sebep olur.

Tanrı velisine bağlananın isteğini, Tanrı velisi kendi isteği olarak kabul eder, velinin isteğini de Tanrı kendi isteği olarak kabul eder ve gerçekleştirir.

Allah bizi bu güzel insanların kapısından ayırmasın.

Âmin.

                                *
RAVLİ

Popüler Yayınlar