Emirliğim zamanında, Çelebi
Hüsameddin hazretlerini sık-sık ziyarete gitmek ve onunla sohbette bulunmak
âdetimdi.
Çelebi de çok vakitler bize
gelirdi.
(Fakat) Mevlana Hazretleri
ile daha tanışmamıştı.
Bir gün Çelebi benim evime
teşrif etmişti.
O anda Mevlana’nın
merdivenlerden yukarı çıktığını gördüm.
Mevlana “ Emir Bahaeddin,
Çelebi hazretlerini bizim elimizden kapmak mı istiyorsun ?” Dedi.
Ben baş koydum ve “ Bizim her
ikimiz de Hüdavendiğar hazretleri tarafından kapılmış olan halis kullardanız “
dedim.
Ve o gelip oturunca bir yemek
hazırlamayı düşündüm.
Mevlana tam bu sırada “ Bir
şeycik getir” buyurdu.
Ben getirmek üzere kalktım.
Mevlana “ Hizmetçiye bağır da
o getiriversin “ dedi.
Bunun üzerine ben hizmetçiye
Rumca “ Hazır neyin var?” diye sordum.
Hizmetçi “ Şimdi yemek yedik
ve kapları yıkamak için tencereye sıcak su koydum” dedi.
Mevlana “ Hizmetçi tencereyi
getirsin “ buyurdu.
Sonra sahan ve kâseyi istedi,
kendi elleriyle tencereden kâseye biraz koydu.
Bu koyduğunun kızartılmış
etli tavuk olduğunu gördüm.
Güzelliği ve tadı itibariyle
eşsizdi.
Hepimiz boş tencereden bu
kadar yemeğin nasıl çıktığını şaşıp kaldık.
Mevlana “ Bu Tanrı tarafından
gelmiş bir gayb yemeğidir.Onu yemek lazımdır. “ buyurdu.
Bu kul ve Çelebi hazretleri
yemekle meşgul olduğumuz sırada, Mevlana Hazretleri namaza durdu.
Malımı, çoluk çocuğumu,
akarları mı, dostları mı terk edip kul ve mürit olmamın sebebi işte bu oldu.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
Neler öğrendik:
Gayb âleminden Tanrı’nın
yemek gönderdiğini öğrendik.
Nimete şükür etmemiz
gerektiğini öğrendik.
Mehmet Furuni Dede.
Sultan Divani Mehmet Çelebi
(Afyonkarahisar Mevlevihane şeyhi, anne tarafından Mevlana’ya mensuptur)
Hazretlerinin Çiltenan adı verilen kırk tane olan müritlerindendir.
Divan-ı Kebiri getirmek için,
Sultan Divani ile beraber İran’a seyahat etmiştir.
Uzun süren yolculuk esnasında
Acemistan topraklarında giderken dervişlerin yanındaki yiyecek bitip açlık
tehlikesi ile karşılaştılar.
Sultan Divani Hazretleri
Mehmet Furuni dedeye hitaben:
“ Ey Derviş-i Tennur Mehmet
Furuni dede bu dervişlere gayb cebinden ekmek bahşet” diye emretti.
Hak aşığı Mehmet dede
ellerini Sema’ya kaldırıp dua etti.
Hep birlikte el kaldırıp,
Cenab-ı Hakka yalvardılar.
Dua bittikten sonra Mehmet
dede koltuk altından sıcak pide çıkartarak derviş arkadaşlarına dağıttı.
Bu hadiseden sonra Mehmet
dedeye Mehmet Furuni ismi verildi.
Hicri 936 yılında vefat
etmiştir.
Kabri Afyonkarahisar Mevlevi
Camii içindedir.
(Afyon Evliyaları ve ilim
adamları. H.Fikri Yazıcı oğlu)
*
İşte böyle yaren,
Gayb âleminden gelen sofra
hikâyeleri:
Yunus Emre Hazretleriyle,
Hz. İsa ile,
Bektaşi dervişlerinin ilgili
olanlarını biliyoruz.
Kaynak olmadığı için aklımda
kalanı yazıyorum:
Hz İsa ve havarileri uzun bir
yolculuktan sonra yiyeceksiz kalıyorlar.
Hz. İsa dua ederek gayb
sofrasından yiyecek istiyor.
O anda herkes doyduktan sonra
artıyor.
*
Yunus Emre hazretleri ve iki
derviş bir fırtınalı günde mağarada mahsur kalıyorlar.
Birbirinin ismini sormadan
dini muhabbete dalıyorlar.
Fırtına uzun sürünce dervişlerden
biri dua ediyor gaybdan sofra geliyor, yiyorlar.
Fırtına devam edince ikinci
derviş dua ediyor gene gaybdan yemek geliyor yiyorlar.
Fırtına devam edince Yunus
hazretlerine sende dua et de karnımızı doyuralım diyorlar.
Yunus “ Ey güzel Allah’ım bu
arkadaşlar kimin hatırı için istiyorlarsa onun hatırı için sofra gönder” diye
dua ediyor.
Yunus “ Sizin söylediğiniz
ismin hatırına” diyor.
Oradaki iki derviş biz Derviş
Yunus hatırına istedik diyorlar.
Bunu üzerine Derviş Yunus
Emre Hazretleri kendinden geçiyor.
Tanrı katında yerini ve
değerini öğreniyor.
*
Mevlevi dervişleri Bektaşi
tekkesinde misafir iken büyük bir asker gurubu uğruyor ve dervişlerden yiyecek
istiyorlar.
Tekkede de yiyecek bir avuç
bulgurdan başka bir şey yokmuş.
Bektaşi dervişi kazana su
koymalarını ve kaynatmalarını istiyor.
Su kaynarken bir avuç bulguru
dua ederek içine atıyor.
Kazan pilavla doluyor.
Mevlevi dervişi de pilavı
sizden pidesi de bizden olsun diye koltuk altından sıcak pide çıkarmaya
başlıyor.
Herkes doyuyor ve artıyor.
(Bunu babam Fehmi Bayraşa
anlattı ama çocuktum isimleri ve yeri şimdi hatırlayamadım)
*
RAVLİ