“ Ben ne halde olursam
olayım, bir kimse benden fetva almak veya bir şey sormak için gelirse sakın
mani olmayın.
Her halde bana bildirin ki
medreselerin aidatı bize helal olsun ve bu takva hanedanından (Allah’tan
çekine, korkan) fetvanın kesilmesini istemiyorum “ diye vasiyet ederdi.
İşte bunun için Mevlana’nın
istiğrak (Tanrısal düşünceye dalmak) ve sema zamanında bile ulu arkadaşlar
kalem ve hokkayı daima hazır bulundururlardı.
Hiç bakmadan herkesin
suallerini bilir ve o suallere doğru cevaplar yazarlardı.
Bir gün ihtilaflı bir mesele
hakkında bir cevap yazmıştı.
Onun verdiği bu fetvayı
Şemseddin-i Mardini’ye verdiler.
Şemseddin kabul etmeyip ret
etti.
Sonra kadı Sıraceddin’e
götürdüler.
Bu fetvaya verilen cevabın
yanlışlığı hakkında birçok dedikodular yaptılar.
Mevlana İtiyareddin de bu
toplantıda hazırdı.
Bu da Mevlana lehine
münakaşaya girdi.
Sonunda kalktı, Mevlana’ya
gelip meseleyi olduğu gibi anlattı.
Mevlana gülerek:
“ Sen git, bizim mollalara
selam söyle.
Bir mesele hakkında inceleme
yapmadan dervişler hakkında ileri geri söz söylemesinler.
Bu doğru değildir.
Mevlana Semseddin’in,
fetvaların şerhi hakkında iki ciltlik bir kitabı vardır.
Halep şehrinde bu kitabı kırk
dirheme almıştı.
Ne zamandan beri o kitabın
mütalaası ile meşgul olmadı.
Onu kütüphaneden alsın,
ortasında sekizinci satıra baksın, o zaman bu mesele hallolur” buyurdu.
İhtiyareddin hemen kalkıp
gitti., bunu olduğu gibi muarızlara (karşı gelenlere) anlattı.
Bütün bilginler ayağa kalkıp
özürler dilediler.
Şemseddin-i Mardini:
“ Evet, ben bu iki ciltlik kitabı Halep
şehrinde kırk dirheme almıştım.
Bu doğrudur, onun mütalaası
ile de meşgul olmamıştım.Bu da ayniyle vakidir.
Bunların hepsi büyük
kerametlerdir.
Bundan sonrası için ihtiyatlı
davranmak gerek” dedi.
Bunun üzerine Kadı Sıraceddin
bu kitabı getirmelerini emretti.
Şemseddin-i Mardini’nin oğlu
kalkıp kitabı getirdi.
Mevlana’nın işaret ettiği
veçhile, yaprak-yaprak saydılar ve buyurduğu sahifede meselenin halledilmiş
olduğunu gördüler.
O mecliste bulunanlar
Mevlana’nın velayetinin (velilik) nurundan (Allah’ın yardımı erişmiş) ve bu
kadar sırlara vukufundan (bilir olmasından) dolayı hayrette kaldılar.
Onun keşif ve kerametlerini
kabul ettiler.
Acizler gibi tövbe edip
günahlarının bağışlanmasını istediler.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
Neler öğrendik:
1.
Bize bir şey sormak
isteyene engeller koymamalıyız.
2.
Bilgi ve
anlayışın bize yüklediği görev sorulan soruları doğru bilgi ile aydınlatmaktır.
(sormayana açıklama yapılmaz)
3.
Biz bilgiyi
paylaştıkça, verdikçe bize bilgi akışının olacağını öğrendik.
4.
Kişiye ve
şartlara göre değişiklik yapmadan doğru olduğu gibi söylememiz gerektiğini
öğrendik.
5.
Fetvayı yetkili
olanın vereceğini öğrendik.
6.
Hazreti
Mevlana’nın üstün özelliklere sahip zeki ve bilgili olduğunu öğrendik.
7.
Delile dayalı
sorulara cevap vermemiz gerektiğini öğrendik.
8.
İncelemeden doğru
veya yanlış dememiz gerektiğini öğrendik.
9.
İddiamızda
yanlışa düşersek tövbe edip af dilememiz gerektiğini öğrendik.
10.
Kişinin Tanrı
dostu ve yardım ettiği ise şüphe duymamamız gerektiğini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Evliya, mürşid, şeyh, kılavuz,
kâmil, mükemmil, arif, sofi, mutasavvıf tabirinde izahı yapılanların hepsi
velidir, evliyadır, Allah dostu ve yardım ettiği memurudur.
Tanrının yardımı, ikramı
gelmiş ve Allah’ı seven, Allah tarafından da sevilen bahtiyar insanlardır.
RAVLİ