3 Aralık 2012 Pazartesi

MEVLANA VE FETVA

Mevlana müritlerine daima:

“ Ben ne halde olursam olayım, bir kimse benden fetva almak veya bir şey sormak için gelirse sakın mani olmayın.

Her halde bana bildirin ki medreselerin aidatı bize helal olsun ve bu takva hanedanından (Allah’tan çekine, korkan) fetvanın kesilmesini istemiyorum “ diye vasiyet ederdi.

İşte bunun için Mevlana’nın istiğrak (Tanrısal düşünceye dalmak) ve sema zamanında bile ulu arkadaşlar kalem ve hokkayı daima hazır bulundururlardı.

Hiç bakmadan herkesin suallerini bilir ve o suallere doğru cevaplar yazarlardı.

Bir gün ihtilaflı bir mesele hakkında bir cevap yazmıştı.
Onun verdiği bu fetvayı Şemseddin-i Mardini’ye verdiler.

Şemseddin kabul etmeyip ret etti.
Sonra kadı Sıraceddin’e götürdüler.

Bu fetvaya verilen cevabın yanlışlığı hakkında birçok dedikodular yaptılar.
Mevlana İtiyareddin de bu toplantıda hazırdı.

Bu da Mevlana lehine münakaşaya girdi.
Sonunda kalktı, Mevlana’ya gelip meseleyi olduğu gibi anlattı.

Mevlana gülerek:
“ Sen git, bizim mollalara selam söyle.

Bir mesele hakkında inceleme yapmadan dervişler hakkında ileri geri söz söylemesinler.

Bu doğru değildir.
Mevlana Semseddin’in, fetvaların şerhi hakkında iki ciltlik bir kitabı vardır.

Halep şehrinde bu kitabı kırk dirheme almıştı.
Ne zamandan beri o kitabın mütalaası ile meşgul olmadı.

Onu kütüphaneden alsın, ortasında sekizinci satıra baksın, o zaman bu mesele hallolur” buyurdu.

İhtiyareddin hemen kalkıp gitti., bunu olduğu gibi muarızlara (karşı gelenlere) anlattı.

Bütün bilginler ayağa kalkıp özürler dilediler.
Şemseddin-i Mardini:

 “ Evet, ben bu iki ciltlik kitabı Halep şehrinde kırk dirheme almıştım.
Bu doğrudur, onun mütalaası ile de meşgul olmamıştım.
Bu da ayniyle vakidir.

Bunların hepsi büyük kerametlerdir.
Bundan sonrası için ihtiyatlı davranmak gerek” dedi.

Bunun üzerine Kadı Sıraceddin bu kitabı getirmelerini emretti.
Şemseddin-i Mardini’nin oğlu kalkıp kitabı getirdi.

Mevlana’nın işaret ettiği veçhile, yaprak-yaprak saydılar ve buyurduğu sahifede meselenin halledilmiş olduğunu gördüler.

O mecliste bulunanlar Mevlana’nın velayetinin (velilik) nurundan (Allah’ın yardımı erişmiş) ve bu kadar sırlara vukufundan (bilir olmasından) dolayı hayrette kaldılar.

Onun keşif ve kerametlerini kabul ettiler.
Acizler gibi tövbe edip günahlarının bağışlanmasını istediler.

                                     ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Neler öğrendik:

1.   Bize bir şey sormak isteyene engeller koymamalıyız.

2.   Bilgi ve anlayışın bize yüklediği görev sorulan soruları doğru bilgi ile aydınlatmaktır. (sormayana açıklama yapılmaz)

3.   Biz bilgiyi paylaştıkça, verdikçe bize bilgi akışının olacağını öğrendik.

4.   Kişiye ve şartlara göre değişiklik yapmadan doğru olduğu gibi söylememiz gerektiğini öğrendik.

5.   Fetvayı yetkili olanın vereceğini öğrendik.

6.   Hazreti Mevlana’nın üstün özelliklere sahip zeki ve bilgili olduğunu öğrendik.

7.   Delile dayalı sorulara cevap vermemiz gerektiğini öğrendik.

8.   İncelemeden doğru veya yanlış dememiz gerektiğini öğrendik.

9.   İddiamızda yanlışa düşersek tövbe edip af dilememiz gerektiğini öğrendik.

10.                  Kişinin Tanrı dostu ve yardım ettiği ise şüphe duymamamız gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Evliya, mürşid, şeyh, kılavuz, kâmil, mükemmil, arif, sofi, mutasavvıf tabirinde izahı yapılanların hepsi velidir, evliyadır, Allah dostu ve yardım ettiği memurudur.

Tanrının yardımı, ikramı gelmiş ve Allah’ı seven, Allah tarafından da sevilen bahtiyar insanlardır.
                                              * 
RAVLİ

Popüler Yayınlar