3 Aralık 2012 Pazartesi

MEVLANA VE FAYDASIZ SÖZLER

Kadı İzzeddin’in mescidinde bir vaiz, vaaz veriyordu.
Mevlana da oradaydı.

Vaiz, ayetlerin takririnden (sağlamlaştırmak) ve halka vaazda çok mübalağa (aşırıya gitme, abartma) ediyordu.

Mevlana yüzünü arkadaşlara çevirerek bilgiler saçmaya başladı ve şu tuhaf hikâyeyi anlattı:

                                     *
Belh şehrinde çok zengin, servet sahibi bir adam vardı.
Bir gün birdenbire öldü.

Bu adamın hayırsız, kibirle dolu bir oğlu vardı.

Bu çocuğa, emlak ve ev eşyasından hariç olarak yüz bin altına yakın bir servet miras kaldı.

Bu oğlan bir kadına âşık oldu.
Bu paraları onunla yedi, hiçbir şey kalmadı.

Şiir:
“ Miras yedi mal kıymetini ne bilir?
Rüstem mal için can çekişti ve Zal o malı meccanen (bedava, ücretsiz) buldu.

Nakit gitti, ev gitti ve o, baykuşlar gibi viranelerde kaldı.”
(Rüstem İran öykülerinin kahramanıdır, savaşlarda çok ganimet toplamıştır, Zal oğludur)

Nihayet bu oğlanın hiçbir şeyi kalmadı.
Bir ekmeğe muhtaç oldu.

Onun yalancı sevgilisi de ondan yüz çevirdi.
Ne kadar çalıştı ise de kadın kendisine ram (boyun eğmedi) olmadı.

Aralarına sığmayan kıl onun gözünde diken oldu.
Oğlan bir buse istese binlerce küfür yağmuruna tutulurdu.

En sonunda oğlan o fahişeye “ Senden bir isteğim var.
İşerken seni seyretmek istiyorum,

Ondan sonrasını sen bilirsin” dedi.
Sevgilisi de buna razı oldu.

Oğlan, işeme esnasında kadının orasını (vajinası) gördüğü vakit bağırdı ve hüngür-hüngür ağladı.

Ona bu ağlamasının sebebini sordular.
O “ Yolunda kaybettiğim mallar, mülkler ve atlardan burada hiçbir şey göremiyorum.

Hepsi bu günahla dolu yerde kaybolup gitmiş, bunlardan bir eser kalmamış.
Ne kadar baktımsa da onlardan bir eser göremedim “ dedi.

                                         *
“İşte bu bizim vaizimizin ve kendini gören zahir bilginler, kalplerinde olmayanı dilleri ile söylerler, her ne kadar peygamberlerden, kutuplardan ve velilerden dem vuruyor ve kendilerinde de onlardan bir eser olduğunu iddia ile övüyorlarsa da, onların hallerinden ve makamlarından kendilerinde hiçbir şey yoktur.

Fakat onlar her şeyin kendilerinde olduklarını tasavvur ediyorlar.

Şiir:
“Âşıklık davasında bulunmak kolaydır,
Fakat ona delil ve bürhan (ispat, tanık) lazımdır”

Gerçekte bunlarda, iddia ettiklerinin hiçbiri yoktur.
Kendilerinde olan da dıştan gelmedir.

İçten bitme değildir.
Fakat o zamanda fayda etmez” dedi.

Mevlana bunları buyurduktan sonra kalktı ve yalınayak çıkıp gitti.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Neler öğrendik:

1.   Bazı vaizlerin ayetleri açıklarken öze doğru gitme yerine abartılara gittiğini öğrendik.

2.   Emek sarf etmeden elde edilenin para, mal, mülk, eşyanın kolayca harcanıp elden çıktığını öğrendik.

3.   Ölümün aniden geldiğini öğrendik.

4.   Kazanımlarını koruyacak evlat yetiştirmemiz gerektiğini öğrendik.

5.   Para karşılığı kurulan ilişkilerin para bitince ilişkinin de bittiğini öğrendik.

6.   Vajinanın küçük bir delik olmasına rağmen her şeyi kara delik gibi yok ettiğini öğrendik.

7.   Fahişenin para karşılığı kadınlık yaptığını öğrendik.

8.   Evlilik dışı kadınla ilişkinin insanı bir ekmeğe bile muhtaç duruma düşürdüğünü öğrendik.

9.   Övgüde bulunduğun yüce insanların ayarında kendini görmemen gerektiğini öğrendik.

10.                  Yüce kişilerin kendinde eserini göremiyorsan susmak gerektiğini öğrendik.

11.                  İddianın kabul edilmesi için delille veya tanıkla ispat edildikten sonra kabul edileceğini öğrendik.

12.                  Kitaptan öğrenme bilgilerinin insanı bilgili kıldığını ancak yaşanmamış olduğundan kabul görmediğini öğrendik.

13.                  İçten gelen bilgilerin fayda ettiğini öğrendik.

14.                  Halkı sözlerle inandırabileceğimizi ancak Tanrı’yı nasıl inandıracağımızı yeniden düşünmemiz gerektiğini öğrendik.

15.                  Sonucu yönelik davranmamız gerektiğini öğrendik.

16.                  Bizden büyük insanlar varken sözü onlara bırakmamız gerektiğini öğrendik.

 
İşte böyle yaren,

Mevlevi’yim de, sofiyim de, Tanrı adamıyım de ama sadece dersin.
Etrafındaki kişiler anlattıklarına hayran olarak dinlese de kendine faydan olmaz.

Çok kişinin de yüzleşme cesareti olmadığından, kaliteyi bilmediğinden senden bahane bile söylemeden uzaklaşırlar.

Büyüklerimizin bize bağışladıkları bizim kendi kendimize elde edemeyeceğimiz yüceliklere ait bilgiler başkalarına anlatmak için değildir.

Hele büyüklerimizin adı ve yaşamış oldukları hikâyeler üstünden kendine “Ne bilgili kişi” gibi saygınlık kazanmak için öğreniyorsan yanıldığını çok sonra öğrenirsin, üstelik çok zaman yitirmiş olursun.

Yaren.

Kendini yetiştirmek görevindir. 
Başkalarını yetiştirmek için Tanrı’dan, peygamber’den velilerden işaret almazsan kendi kendine görev sorumluluğu oluşturmamalısın.

Nasibi olan elbette alır ama geç kalmamak gerekir.

Hazreti Mevlana’nın bize işaret ettiği dünyadaki kazanımlarını göklere çıkarmak, ahirete gidince de bundan faydalanmak olduğunu bir kere daha düşün.

Bir şeyi de öneminden arz edeyim ve dikkatinize sunayım.

Ben şuyum buyum dersen, iddia etmektir ki dünyada ve ahirette her ne dersen ondan imtihana çekilirsin.

Ey yaren,
Aç olan kuru ekmeği bile iştahla yer,
Tok olan nimete bile burnunu kıvırır.

Allah’ şükürler olsun.
Doğru kılavuz ve doğru yolu gösterdiği için.

                                 *
RAVLİ

Popüler Yayınlar