27 Kasım 2012 Salı

NEFİS VE ŞEYTAN


Yaren,

Kişi nefsi emmare:
İsteklidir, emredicidir, kötülüğe sürükleyendir, öfke, şiddet, şehvet oluşturur)

Bu durumdayken şeytan doğru yoldan saptırmak için kişiye:
Senin bu yolda ne işin var,  ne ilişkin var?
Der.

Bu yola girenlerin hepsi ölmüştür.
Der.

Ölenlerin sözleri sadece kitaplarda kalmış.
Der.

Hâlbuki sen bir zamanlar dinini koruyan ve elinde sıkı tutan biri değimliydin?
Der.

İsteğin Hak yoluna girmek olduğunu bilirim fakat kimin eliyle bu yola gireceksin ?
Der.

Hani nerde o çalışmaları yapan görüş sahipleri, hal ve keramet sahipleri nerdeler?
Hepsi dünyadan göçüp gitmişler der.

Çoğunun koyduğu adetler ve esaslar kullanılmış ve batmıştır.
 Der.

Yukarıdaki sebeplerden dolayı senin için en selametli yol, o ölülerden yalnız yardım dilemek ve dinin kurallarıyla baş başa kalıp onunla yetinmektir.
Der.

Eğer Allah’ı arayan yolcu, şeytanın bu telkinlerine doğru der de bu yolculuğunda çalışmasını ve gayretini azaltırsa bu isteğinde soğukluk oluşursa, yolda iken kendisine bir çekingenlik gelirse:

O zaman yine şeytan gelip kendisine der ki:

Cenab-ı Hak, farzları yapanları ne kadar seviyorsa yapılmasına izin verdiklerini kabul edip onlarla yaşayanları da o derecede sever ve kul, Allah’ın affına bağışlamasını nasıl seviyorsa Allah’ta yapılmasına izin verdiklerini kabul edip, davrananları öylece sever.
 Der.

Bu sebepten nefsine karşı şiddetli davranmayı terk et, ona yumuşak davran ki, o sana itaat etsin.
Der.

Nitekim Allah’ta Kuran’ı Kerimde kullarına şefkatli ve merhametli olduğunu bildirmiştir.
 Der.

Eğer yolcu, şeytanın bu sözlerini doğru kabul eder ümmetlerin yapılmasını ön gördükleriyle yaşamaya başlarsa şüphe yoktur ki, haram ile helal arasındaki şüpheleri artar ve harama yaklaşmaya başlar.

Şüpheler çoğaldıkça kalbinin kararması artar ve böylece kalbinin kararması sebebiyle helâlı bırakıp haramı işler.

O zaman bu yolcu Hak yolcusu değil, miskinlik içinde ölen olur, böyle kalır.

Çünkü karnı haramla dolanın haramdan başka bir şey düşünmediği bir gerçektir.

Böyle birinin konuşması da yalan, gıybet, sövme ve azarlama olur.
Kötülük yapmak, hatır kırmak gibi kötü işler yapar.

Elinin hareketi harama, yürüyüşü harama gider.

Hak yolundan çıkar, Allah’a isyan etmeye başlar, eğlenceye dalar, hainlik yapar, ahlaksızlık yapar, içki içmeye başlar, günahkârlık yapar, Allah’ın emirlerini kendi çıkarına göre yorumlar, dinin emirlerini önemsemez olur.

 Böylece şeytanın isteği yerine gelmiş olur.

                                         *
Eğer bu yolcu, Allah’ın lütfüne erişir de bütün bu kuruntuların şeytandan geldiğini bilir,

Ruhsatlara izin verilenlere yönelmek (mazeretlere sığınmak) tembellerin, acizlerin işidir derse,

Dini kurallarına ve yol kurallarına göre davranarak ilerlemeye çalışmak şarttır derse.

O zaman nefsi bu tuzaklardan kurtulur, nefs-i Levvame makamına geçer.

                                         *

Hak yolunda yürüyen yolcu nefs-i Levvame makamında iken, şeytan onu bu yoldan saptırmak için ona Salih amelleri süslü gösterir ve böylece kalbine acep (kendini üstün görme) kendini beğenme duygusu sokar.

Yolcu bu duyguyla nefsini beğendikten sonra ona doğruyu söylüyormuş gibi görünerek der ki:

İlimden maksat ameldir.

Hâlbuki sen, Salih amellere (Dinin emrettiği işleri) uygun şekilde tahsilini yapmışsın.

Artık bundan sonra senin ne ilim tahsiline, ne âlimin sohbet ve konuşmalarını, ne de vaizlerin vaazını dinlemeye ihtiyacın kalmamıştır.

O sana vaaz ve nasihat eden âlim, vaiz, keşke kendi nefsine söz geçirip nasihat alsa ve senin yaptıklarının onda birini yapsa, ona ne mutlu, ne devlet.

İşte bu acep (Kendini üstün görme) hali, kendisinde kökleşti mi, kendini büyük, başkalarını da küçük ve aşağı görür, halka aşağı gözle bakar ve öyle kötü huylu olur ki, âlimden bir nasihat bile kabul etmez hale gelir.

Aklına göre ibadetini yapıp cehalet karanlığında helak olur, kalır.

 Bu yolcuya yine şeytan der ki:

Halk seni çok beğeniyor, yaptıklarını onlara göster ki, arkandan gelsinler ve sevabın kat-kat artsın.
ğer yolcu bu niyetle yaptıklarını güzelleştirirse illetli (hastalıklı) olur.

Sonra şeytan, bu yolcuya der ki:

Sen şimdi ibadetini hemen gizle ki, Cenab-ı hak, gizli olan amelleri kabul eder, seni sever ve insanlar da, senin bu ahlakını, temiz kalpliliğini anlar, onlar da seni severler.

Eğer Hak yolcusu şeytanın bu sözlerine kanıp sırf halk onu sevsin diye ibadetini gizlerse, haberi olmadan riyaya (ikiyüzlülüğe) düşmüş olur.

Görüyoruz ki, şeytanın hile ve aldatmacaları çoktur.

Eğer gücü yeterse Hak yolcusunun davranışlarını bozar.

 Eğer bozmaya gücü yetmezse Hak yolcusunun kalbine o davranıştan daha üstün, daha faydalı sevaplı bir iş diye yapmaya sokar ki, onu bu yoldan çevirir.

Fakat başka bir hayırlı iş diye yola soktuğu işi ona över ve yapmaya zorlar.

Ta ki, ikinci yola başlatıp Hak yolundan çevirdikten sonra her iki davranışı yapmaktan vazgeçirene kadar devam eder.

Örneğin şeytan Hak yolcusuna der ki.

Allah ve Peygamberini sevdiğini nasıl iddia edebilirsin.
Ne Beyt-i şerifi hac ve tavaf ediyorsun, nede Hz. Peygamber efendimizin kabrini ziyaret ediyorsun.

Bunda gevşek davranan kimsenin kalbinde hiç onların sevgisi var denebilir mi?

O halde bu sevgiyi taşıyorum diyene yakışan şey, hemen Allah’a tevekkül edip (dayanıp), hacca gitsin, Allah’ın sevgilisinin mübarek mezarını ziyaret etsin ve yol boyunca yine namazla, salâvat-ı şerife getirmek ve diğer zikirleri yapmakla meşgul olsun ki, bu ibadetiyle de ikinci hac sevabını kazansın.

Eğer Hak yolcusu şeytanın bu kuruntularına kulak asar da erzaksız, bineksiz ve fakir haliyle hac kafilesine katılıp Beyt-i Şerife yönelir giderse, o yol zahmetinden vücuduna bir yorgunluk, bir gevşeklik gelir ve bu sebepten namazını geçirmekte ve zikirlerinde yavaş-yavaş azalma ve gevşeme göstermeye başlar ve kalbinde bir sıkıntı ve durgunluk belirir.

İşte o zaman şeytan, yine ona yanaşır ve der ki:

Nefsini zorlama, ona zülüm yapma, gücünden daha fazla ona yük yükleme, namazın geçse de üzülme, kazasını Mekke’de yapmak mümkündür.

İbadetlerinde o kadar titiz davranmaya lüzum yoktur der.

Hak yolcusu da yorgunluktan ve acizliğinden dolayı şeytanın bu sözlerine uyar ve farzları yerine getirmede gevşeklik gösterir.

Onu açlık ve susuzluk üsteler ve tembelliği artarsa,

Şeytan yine ona yanaşır der ki:

Cenab-ı Hak, haccı, zenginlere farz kılmıştır.

Senin gibi fakirlerin hacda ne işi vardır, şüphe yok ki, seni hacca gönderen fikir, şeytanın kuruntu ve hallerinden, aldatmacalarından başka bir şey değildir.

İşte o zaman fakir, şeytanın sözlerinden üzülür ve ona pişmanlık gelir ve namazlarını kazaya bırakıp kalbi kararmaya başlar ve dedikodu yapmaya, halkın ardından söz söylemeye, sövmeye, namusa tecavüz gibi kötülüklere yeltenir.

Çünkü hac yolunda ona ne kimse sadaka verir, ne de yardım edebilir.
Zira hac kafilesinde herkes kendi derdiyle meşguldür.

O ise yardıma muhtaç, tabii haliyle ya hac ziyaretinden mahrum kalır.
Yahut bin dert ve bela ile bu ziyareti yapmış olur.

İşte hacca gitmeden evvel, memleketinde iken kalbi ferah, huyu güzel, gönlü şen, merhametli, yumuşak huylu, insanları kendi nefsinden üstün görür, eli açık ve cömertken şimdi bu hac yolu boyunca başına gelen hallerden ve çektiği işkence ve üzüntülerden dolayı halkı yermeye, küçük görmeye başlar.

Göğsü daralır, kalbi sıkıntılı, nefsi cimri, hırslı, doymaz, gerektiğinden fazla istekli ve kınayıcı olur.

Çünkü bu hak yolcusu hacca gitmekle kendi esas yolundan, tuttuğu hak yolundan sapmış ve başına bunca bela ve felaketler gelmiştir.

Böylece şeytan bu Hak yolcusunu yolundan alıkoymuş ve isteğine kavuşmuştur.

Eğer Cenab-ı Hak’kın lütuf ve yardımı bu yolcuya ulaşır, onu şeytanın bu aldatma ve kuruntularıyla hilelerinden korursa, o zaman, şeriatın adabı (terbiye, usul ve yollar) ve tarikatın erkânına (esaslarına) bağlı olarak çalışır ve tuttuğu yoldan ilerleyerek nefsi mülhime olur ve üçüncü makama yükselir.

Hak yolunda yürüyen yolcu, nefs-i Mülhime makamında iken şeytan onun yolunu kesmek için münasip kapılardan kalbine girer.

Çünkü yolcu, yukarıda anlatılan felaket ve belaları, zorlukları atlatıp üçüncü irfan makamına (sırları bilme ve anlama yerine) yükselmiştir.

Şeytanın bu aldatışlarını bildiği ve anlattığı için kendisinden emindir.
Bu sebepten şeytan, bu Hak yolcusuna Hak sesi gibi görünür ve der ki:

Sen âlemin hallerini öğrenmiş Vahdet-i vücudu anlamışsın.
Allah’tan başka bir ilah olmadığını anlamışsın ve onun nurunu bulmuşsun.

Çünkü Allah’ın yer ve göklerin nuru olduğunu ve hepimizin ondan gelmiş ve ona tekrar döneceğimizi bilmişsin.

Başlangıcımız ve sonumuz O ’dur.

Cennet ehli cennet için, cehennem ehli cehennem içindir ve hiçbir şey yoktur ki, O’ nun emri olmadan olsun veya hareket edebilsin.

Nitekim Cenab-ı Hak Kuran’ı Kerimde hilkatin sırrını (Yaradılışın gizliliklerini), ancak Arifler bilir diye buyurmuştur.

 
Bunların hepsini bilirsin.
O halde bütün bunları bildikten sonra ne diye sana zahmet ve üzüntü veren çalışmaları yapmak için uğraşasın.

Bundan böyle senin şanına yakışan şey bu görünürdeki ibadetlerle riyazetle (oruç) hepsini, önleri perdelenmiş hakikatleri göremeyen halka terk etmelisin ve taklitçi halkın işleriyle uğraşmayıp, ancak kendi kalbine dönüp onu, manevi şevk ve zevkle doldurasın ve görünür ibadetten daha önemli ve lüzumlu olan murakabe ve müşahede (Allah’ı düşünmeye dalmak ve görmeye çalışmak) gibi ibadetlerle uğraşıp lezzet duyasın.

Eğer bu makamdaki Arifin kalbi, şeytanın bu kuruntu ve aldanışlarına kapılır, ibadet ve çalışmayı ve çabalamayı terk eder, nefsinin hava ve heveslerine uyup giderse, onun kalbi yavaş-yavaş kararmaya başlar ve şeytan da orada yerleşme imkânı bulur ve sonra,

Şeytan yine ona der ki:

Rabbin senin hakikatindir ve sen onun hakikatisin.
O halde her ne diler ve her neyi arzu edersen yap.

Katiyen sorumlu tutulmazsın.

İşte o zaman karanlık perdeler Arifin gözlerini, basiretini (kalp gözünü) (öngörüyü) öyle örter ki, gerçeği hiç göremez olur.

Hırsızlık, hainlik, zina, içki gibi her çeşit haramı yapmak ve işlemekten çekinmez.

İnancı tamamıyla bozulur.
Allah’tan korkmaz olur.

Hak yolundan sapmış şeytan yoluna girmiş olur.
Şeytanın öyle bir oyuncağı olur ki, Allah’ı bırakıp onu önder yapar.

İşte şeytanın sözüne uyanın sonu ve acıklı hali budur.

Eğer bu arife, Allah’ın lütfü ve yardımı erişir, ibadet ve çalışıp çabalamada kararlı olarak kalırsa ve aşkla devam ederse muhakkak onun nefsi, Mutmaine olur ve dördüncü makama yükselir. Ve o zaman her iki dünyanın saadetine ve Cenab-ı Hak’kın zatını bulup şeytanın aldanış ve kuruntularından emin olarak selameti bulur.

(Marifetname. İbrahim hakkı Hz. Cilt II alıntı)

                                           *
Yaren nefsinin Mevlana hazretlerine neler fısıldadığını genel hatlarıyla anlattık.

Mevlana hazretlerinin nefsine nasıl ceza verdiğini, şeytanı sevindirmediğini gördük.

Yaren, her ne makamda olursan ol Tanrı imtihanı bitmez.
Hep imtihan olacağız.

Kurtuluş yok.
Bu dünyada rahat huzur arama.

Tanrı ile birlikte olmanın bedeli kolay değildir ama imkânsız da değildir.
Kalın sağlıcakla.

                          *
RAVLİ

Popüler Yayınlar