Yaren,
Kişi nefsi emmare:
İsteklidir, emredicidir,
kötülüğe sürükleyendir, öfke, şiddet, şehvet oluşturur)
Bu durumdayken şeytan doğru
yoldan saptırmak için kişiye:
Senin bu yolda ne işin
var, ne ilişkin var? Der.
Bu yola girenlerin hepsi
ölmüştür.
Der.
Ölenlerin sözleri sadece kitaplarda kalmış.
Der.
Hâlbuki sen bir zamanlar
dinini koruyan ve elinde sıkı tutan biri değimliydin?
Der.
İsteğin Hak yoluna girmek olduğunu bilirim fakat kimin eliyle bu yola gireceksin ?
Der.
Hani nerde o çalışmaları
yapan görüş sahipleri, hal ve keramet sahipleri nerdeler?
Hepsi dünyadan göçüp
gitmişler der.
Çoğunun koyduğu adetler ve
esaslar kullanılmış ve batmıştır.
Der.
Yukarıdaki sebeplerden dolayı
senin için en selametli yol, o ölülerden yalnız yardım dilemek ve dinin
kurallarıyla baş başa kalıp onunla yetinmektir.
Der.
Eğer Allah’ı arayan yolcu,
şeytanın bu telkinlerine doğru der de bu yolculuğunda çalışmasını ve gayretini
azaltırsa bu isteğinde soğukluk oluşursa, yolda iken kendisine bir çekingenlik
gelirse:
O zaman yine şeytan gelip
kendisine der ki:
Cenab-ı Hak, farzları
yapanları ne kadar seviyorsa yapılmasına izin verdiklerini kabul edip onlarla
yaşayanları da o derecede sever ve kul, Allah’ın affına bağışlamasını nasıl
seviyorsa Allah’ta yapılmasına izin verdiklerini kabul edip, davrananları
öylece sever.
Der.
Bu sebepten nefsine karşı
şiddetli davranmayı terk et, ona yumuşak davran ki, o sana itaat etsin.
Der.
Nitekim Allah’ta Kuran’ı
Kerimde kullarına şefkatli ve merhametli olduğunu bildirmiştir.
Der.
Eğer yolcu, şeytanın bu
sözlerini doğru kabul eder ümmetlerin yapılmasını ön gördükleriyle yaşamaya
başlarsa şüphe yoktur ki, haram ile helal arasındaki şüpheleri artar ve harama
yaklaşmaya başlar.
Şüpheler çoğaldıkça kalbinin
kararması artar ve böylece kalbinin kararması sebebiyle helâlı bırakıp haramı
işler.
O zaman bu yolcu Hak yolcusu
değil, miskinlik içinde ölen olur, böyle kalır.
Çünkü karnı haramla dolanın
haramdan başka bir şey düşünmediği bir gerçektir.
Böyle birinin konuşması da
yalan, gıybet, sövme ve azarlama olur.
Kötülük yapmak, hatır kırmak
gibi kötü işler yapar.
Elinin hareketi harama,
yürüyüşü harama gider.
Hak yolundan çıkar, Allah’a isyan etmeye başlar, eğlenceye dalar, hainlik yapar, ahlaksızlık yapar, içki içmeye başlar, günahkârlık yapar, Allah’ın emirlerini kendi çıkarına göre yorumlar, dinin emirlerini önemsemez olur.
*
Eğer bu yolcu, Allah’ın
lütfüne erişir de bütün bu kuruntuların şeytandan geldiğini bilir,
Ruhsatlara izin verilenlere
yönelmek (mazeretlere sığınmak) tembellerin, acizlerin işidir derse,
Dini kurallarına ve yol
kurallarına göre davranarak ilerlemeye çalışmak şarttır derse.
O zaman nefsi bu tuzaklardan
kurtulur, nefs-i Levvame makamına geçer.
*
Hak yolunda yürüyen yolcu
nefs-i Levvame makamında iken, şeytan onu bu yoldan saptırmak için ona Salih
amelleri süslü gösterir ve böylece kalbine acep (kendini üstün görme) kendini
beğenme duygusu sokar.
Yolcu bu duyguyla nefsini
beğendikten sonra ona doğruyu söylüyormuş gibi görünerek der ki:
İlimden maksat ameldir.
Hâlbuki sen, Salih amellere
(Dinin emrettiği işleri) uygun şekilde tahsilini yapmışsın.
Artık bundan sonra senin ne
ilim tahsiline, ne âlimin sohbet ve konuşmalarını, ne de vaizlerin vaazını
dinlemeye ihtiyacın kalmamıştır.
O sana vaaz ve nasihat eden
âlim, vaiz, keşke kendi nefsine söz geçirip nasihat alsa ve senin yaptıklarının
onda birini yapsa, ona ne mutlu, ne devlet.
İşte bu acep (Kendini üstün
görme) hali, kendisinde kökleşti mi, kendini büyük, başkalarını da küçük ve
aşağı görür, halka aşağı gözle bakar ve öyle kötü huylu olur ki, âlimden bir
nasihat bile kabul etmez hale gelir.
Aklına göre ibadetini yapıp
cehalet karanlığında helak olur, kalır.
Halk seni çok beğeniyor,
yaptıklarını onlara göster ki, arkandan gelsinler ve sevabın kat-kat artsın.
ğer yolcu bu niyetle
yaptıklarını güzelleştirirse illetli (hastalıklı) olur.
Sonra şeytan, bu yolcuya der
ki:
Sen şimdi ibadetini hemen
gizle ki, Cenab-ı hak, gizli olan amelleri kabul eder, seni sever ve insanlar
da, senin bu ahlakını, temiz kalpliliğini anlar, onlar da seni severler.
Eğer Hak yolcusu şeytanın bu
sözlerine kanıp sırf halk onu sevsin diye ibadetini gizlerse, haberi olmadan
riyaya (ikiyüzlülüğe) düşmüş olur.
Görüyoruz ki, şeytanın hile
ve aldatmacaları çoktur.
Eğer gücü yeterse Hak
yolcusunun davranışlarını bozar.
Fakat başka bir hayırlı iş
diye yola soktuğu işi ona över ve yapmaya zorlar.
Ta ki, ikinci yola başlatıp
Hak yolundan çevirdikten sonra her iki davranışı yapmaktan vazgeçirene kadar
devam eder.
Örneğin şeytan Hak yolcusuna
der ki.
Allah ve Peygamberini
sevdiğini nasıl iddia edebilirsin.
Ne Beyt-i şerifi hac ve tavaf
ediyorsun, nede Hz. Peygamber efendimizin kabrini ziyaret ediyorsun.
Bunda gevşek davranan kimsenin kalbinde hiç
onların sevgisi var denebilir mi?
O halde bu sevgiyi taşıyorum
diyene yakışan şey, hemen Allah’a tevekkül edip (dayanıp), hacca gitsin,
Allah’ın sevgilisinin mübarek mezarını ziyaret etsin ve yol boyunca yine
namazla, salâvat-ı şerife getirmek ve diğer zikirleri yapmakla meşgul olsun ki,
bu ibadetiyle de ikinci hac sevabını kazansın.
Eğer Hak yolcusu şeytanın bu
kuruntularına kulak asar da erzaksız, bineksiz ve fakir haliyle hac kafilesine
katılıp Beyt-i Şerife yönelir giderse, o yol zahmetinden vücuduna bir
yorgunluk, bir gevşeklik gelir ve bu sebepten namazını geçirmekte ve
zikirlerinde yavaş-yavaş azalma ve gevşeme göstermeye başlar ve kalbinde bir
sıkıntı ve durgunluk belirir.
İşte o zaman şeytan, yine ona
yanaşır ve der ki:
Nefsini zorlama, ona zülüm yapma, gücünden daha fazla ona yük yükleme, namazın geçse de üzülme, kazasını Mekke’de yapmak mümkündür.
İbadetlerinde o kadar titiz
davranmaya lüzum yoktur der.
Hak yolcusu da yorgunluktan
ve acizliğinden dolayı şeytanın bu sözlerine uyar ve farzları yerine getirmede
gevşeklik gösterir.
Onu açlık ve susuzluk üsteler
ve tembelliği artarsa,
Şeytan yine ona yanaşır der
ki:
Cenab-ı Hak, haccı, zenginlere farz kılmıştır.
Senin gibi fakirlerin hacda
ne işi vardır, şüphe yok ki, seni hacca gönderen fikir, şeytanın kuruntu ve
hallerinden, aldatmacalarından başka bir şey değildir.
İşte o zaman fakir, şeytanın
sözlerinden üzülür ve ona pişmanlık gelir ve namazlarını kazaya bırakıp kalbi
kararmaya başlar ve dedikodu yapmaya, halkın ardından söz söylemeye, sövmeye,
namusa tecavüz gibi kötülüklere yeltenir.
Çünkü hac yolunda ona ne
kimse sadaka verir, ne de yardım edebilir.
Zira hac kafilesinde herkes
kendi derdiyle meşguldür.
O ise yardıma muhtaç, tabii
haliyle ya hac ziyaretinden mahrum kalır.
Yahut bin dert ve bela ile bu
ziyareti yapmış olur.
İşte hacca gitmeden evvel,
memleketinde iken kalbi ferah, huyu güzel, gönlü şen, merhametli, yumuşak
huylu, insanları kendi nefsinden üstün görür, eli açık ve cömertken şimdi bu
hac yolu boyunca başına gelen hallerden ve çektiği işkence ve üzüntülerden
dolayı halkı yermeye, küçük görmeye başlar.
Göğsü daralır, kalbi
sıkıntılı, nefsi cimri, hırslı, doymaz, gerektiğinden fazla istekli ve kınayıcı
olur.
Çünkü bu hak yolcusu hacca
gitmekle kendi esas yolundan, tuttuğu hak yolundan sapmış ve başına bunca bela
ve felaketler gelmiştir.
Böylece şeytan bu Hak
yolcusunu yolundan alıkoymuş ve isteğine kavuşmuştur.
Eğer Cenab-ı Hak’kın lütuf ve
yardımı bu yolcuya ulaşır, onu şeytanın bu aldatma ve kuruntularıyla
hilelerinden korursa, o zaman, şeriatın adabı (terbiye, usul ve yollar) ve
tarikatın erkânına (esaslarına) bağlı olarak çalışır ve tuttuğu yoldan
ilerleyerek nefsi mülhime olur ve üçüncü makama yükselir.
Hak yolunda yürüyen yolcu,
nefs-i Mülhime makamında iken şeytan onun yolunu kesmek için münasip kapılardan
kalbine girer.
Çünkü yolcu, yukarıda
anlatılan felaket ve belaları, zorlukları atlatıp üçüncü irfan makamına
(sırları bilme ve anlama yerine) yükselmiştir.
Şeytanın bu aldatışlarını
bildiği ve anlattığı için kendisinden emindir.
Bu sebepten şeytan, bu Hak
yolcusuna Hak sesi gibi görünür ve der ki:Sen âlemin hallerini öğrenmiş Vahdet-i vücudu anlamışsın.
Allah’tan başka bir ilah olmadığını anlamışsın ve onun nurunu bulmuşsun.
Çünkü Allah’ın yer ve
göklerin nuru olduğunu ve hepimizin ondan gelmiş ve ona tekrar döneceğimizi
bilmişsin.
Başlangıcımız ve sonumuz O
’dur.
Cennet ehli cennet için,
cehennem ehli cehennem içindir ve hiçbir şey yoktur ki, O’ nun emri olmadan
olsun veya hareket edebilsin.
Nitekim Cenab-ı Hak Kuran’ı
Kerimde hilkatin sırrını (Yaradılışın gizliliklerini), ancak Arifler bilir diye
buyurmuştur.
O halde bütün bunları bildikten sonra ne diye sana zahmet ve üzüntü veren çalışmaları yapmak için uğraşasın.
Bundan böyle senin şanına
yakışan şey bu görünürdeki ibadetlerle riyazetle (oruç) hepsini, önleri
perdelenmiş hakikatleri göremeyen halka terk etmelisin ve taklitçi halkın
işleriyle uğraşmayıp, ancak kendi kalbine dönüp onu, manevi şevk ve zevkle
doldurasın ve görünür ibadetten daha önemli ve lüzumlu olan murakabe ve
müşahede (Allah’ı düşünmeye dalmak ve görmeye çalışmak) gibi ibadetlerle
uğraşıp lezzet duyasın.
Eğer bu makamdaki Arifin
kalbi, şeytanın bu kuruntu ve aldanışlarına kapılır, ibadet ve çalışmayı ve
çabalamayı terk eder, nefsinin hava ve heveslerine uyup giderse, onun kalbi
yavaş-yavaş kararmaya başlar ve şeytan da orada yerleşme imkânı bulur ve sonra,
Şeytan yine ona der ki:
Rabbin senin hakikatindir ve
sen onun hakikatisin.
O halde her ne diler ve her
neyi arzu edersen yap.
Katiyen sorumlu tutulmazsın.
İşte o zaman karanlık
perdeler Arifin gözlerini, basiretini (kalp gözünü) (öngörüyü) öyle örter ki,
gerçeği hiç göremez olur.
Hırsızlık, hainlik, zina, içki
gibi her çeşit haramı yapmak ve işlemekten çekinmez.
İnancı tamamıyla bozulur.
Allah’tan korkmaz olur.
Hak yolundan sapmış şeytan
yoluna girmiş olur.
Şeytanın öyle bir oyuncağı
olur ki, Allah’ı bırakıp onu önder yapar.
İşte şeytanın sözüne uyanın
sonu ve acıklı hali budur.
Eğer bu arife, Allah’ın lütfü ve yardımı erişir, ibadet ve çalışıp çabalamada kararlı olarak kalırsa ve aşkla devam ederse muhakkak onun nefsi, Mutmaine olur ve dördüncü makama yükselir. Ve o zaman her iki dünyanın saadetine ve Cenab-ı Hak’kın zatını bulup şeytanın aldanış ve kuruntularından emin olarak selameti bulur.
(Marifetname. İbrahim hakkı
Hz. Cilt II alıntı)
*
Yaren nefsinin Mevlana
hazretlerine neler fısıldadığını genel hatlarıyla anlattık.
Mevlana hazretlerinin nefsine
nasıl ceza verdiğini, şeytanı sevindirmediğini gördük.
Yaren, her ne makamda olursan
ol Tanrı imtihanı bitmez.
Hep imtihan olacağız.Kurtuluş yok.
Bu dünyada rahat huzur arama.
Tanrı ile birlikte olmanın
bedeli kolay değildir ama imkânsız da değildir.
Kalın sağlıcakla.
*
RAVLİ